Dürüstlük, gazetecilik mesleğindeki vebayla ya da sorunlarla savaşmanın önemli yollarından biri değil midir?
Camus’nün “Veba” romanının başkişisi Dr. Rieux ile gazeteci Rambert arasında geçen bir diyalog vardır. Yaşanan korkunç salgının adını koyan ve her şeye rağmen işini en iyi şekilde yapmaya çalışan Dr. Rieux, sevmeyi seçtiği için kahraman rolü oynamak istemeyen Rambert’e, kendi yaptıklarında kahramanlık diye bir şeyin söz konusu olmadığını söyler. Söz konusu olan “dürüstlük”tür ve doktor şöyle der: “Bu gülünç gelebilecek bir düşünce, ama vebayla savaşmanın tek yolu dürüstlük.”
Bunun üzerine gazeteci Rambert, ciddi bir tavırla “Nedir dürüstlük?” diye sorar. Dr. Rieux, şu yanıtı verir: “Bunun genelde ne olduğunu bilmiyorum. Ama benim durumumda, mesleğimi yapmaktır.”
İnsan olmanın gereği
Dürüstlük ve dolayısıyla insanın mesleğini yapması, sevgiye engel olmadığı gibi bir kahramanlık da değildir. Gazetecilik mesleğindeki vebayla ya da
Trump yönetiminde Adalet Bakanlığı, New York Times’ın muhabirleri başta olmak üzere Washington Post ve CNN gibi köklü medya kuruluşlarında çalışan bazı gazetecilerin günlük telefon ve bazı e-posta kayıtlarına erişti. Aynı bakanlığın Biden yönetiminde de bu girişimini sürdürmesi Amerikan medyasını ayağa kaldırdı
ABD’de yayımlanan New York Times (NYT) gazetesi, Trump yönetiminde 2017 yılında muhabirlerinin haber kaynaklarını ortaya çıkarmak amacıyla dönemin Adalet Bakanlığı’nın gazetenin dört muhabirinin telefon kayıtlarına mahkeme kararıyla gizlice el koyduğunu açıkladı. ABD Başkanı Joe Biden ve yönetimi de olayı doğrulamış, geçtiğimiz ay, Trump döneminde Adalet Bakanlığı’nın Washington Post ve CNN gibi köklü medya kuruluşları için çalışan bazı gazetecilerin günlük telefon kayıtları ve bazı e-posta kayıtlarına ulaştığını açıklamıştı.
ABD medyası olayı, “Kayıtların ele geçirilmesi basın özgürlüğünü derinden sarsmaktadır” ifadeleriyle yorumladı. Ve kayıtların ele
Marmara, Ergene, deprem gibi her sorun için rapor varken, çözümsüzlük daha büyük bir sorun! O yüzden medya bunca rapor ve eylem planının neden sonuç vermediğini de araştırmalı
Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sorunları araştıran ve bunların çözümüne ilişkin raporlar hazırlayan çok değerli bilim insanları mevcut. Üniversitelerden meslek kuruluşlarına, Meclis komisyonlarından sivil örgütlenmelere, yerel yönetimlerden ilgili meslek odalarına kadar hemen herkesin elinde bir rapor var! Tarım raporu var, deprem raporu var, su raporu var, gıda raporu var, kirlilik raporu var, kanser raporu var, salgın raporu var… Yok olan bitkilerden nesli tüketilen kuşlara, kuruyan derelerden çamurlaşan nehirlere, deprem kayıplarından küresel iklim krizinin yol açtığı binlerce sorun ve bunlara çözüm öneren yüzlerce rapor! Ve bu raporların hiçbiri sorunlara “yol haritası” olamadı.
Marmara’ya 9 rapor
Her defasında raporlarda yer alan sorunlar katlanarak arttı. Milliyet’ten Mert
Aşıyla ilgili gelişmeleri halka duyurarak pandemiyle mücadelede önemli bir rol üstlenen medyadaki aşı haberlerine ilişkin bazı ilkeler belirlendi
Aşı yaptırmaktan çekinen ya da aşıları tamamen reddeden kişilerin sayısı, toplum bağışıklığını tehlikeye atacak boyuta erişir mi? Bilmiyoruz. Ancak medyanın halka aşı gelişmeleri hakkında doğru bilgi verme açısından hayati bir rol oynadığı da bir gerçek.
Türkiye’de çeşitli sağlık kuruluşları, bilim insanları ve gazetecilerin katkısıyla aşı haberleri bildirgesi hazırlandı. Medyada aşı kararsızlığı sorunuyla mücadele etmek için hazırlanan bildirge şöyle:
1) Aşılar hakkında haber ve içerik üretirken toplum sağlığı birincil hedef olarak gözetilmeli, bütün kaygıların üzerinde tutulmalıdır.
2) Sağlık alanındaki kamu yöneticileri, aşıların güvenliği, koruyuculuğu, niteliği ve geçerli bilimsel değerlendirmelerden geçtiği konusunda topluma aydınlatıcı bilgi vermeye, aşıların tedarik süreci konusunda şeffaf davranmaya yönlendirilmelidir.
3) Aşıların bir halk sağlığı sorunu olan bulaşıcı hastalıkları önlemede en
Medya, bireysel suç gibi görünse de şiddeti haber yaparken, yaratılmak istenen bu korku iklimini de sorgulamalı
Komşunuz sizi yaşam biçiminizi beğenmediği ya da şort, mini etek giydiğiniz için dövüyorsa bu artık sadece bireysel suç değildir. Topluma dayatılmaya çalışılan bir zihniyetin tezahürüdür. Dolayısıyla medyanın bu şiddeti haber yaparken, yaratılmak istenen bu korku iklimini de sorgulaması gerekir.
Üniversite öğrencisi genç bir kadın, Ülkü Eroğlu. Bundan bir iki hafta önce, kendi ifadesiyle sabaha doğru 04.15’de sahurdan sonra evinin önündeki konteynere çöp atmaya çıktı. Dönerken komşusu Mahsun Tatar ile karşılaştı. Tatar, kızın üzerindeki şortu bahane ederek ağır hakaretlerde bulundu. Genç kızın “Sana mı soracağım ne giyineceğimi” yanıtı üzerine saldırdı; saçlarından sürükledi, dirseğiyle sırtını ve boynunu yumrukladı. Eroğlu’nun yardım çığlıklarına ailesi koştu, polis geldi, kadın şikâyetçi oldu, gözaltına alınan komşu ifadesi alındıktan sonra serbest
Dünya medyası sivillerin üzerine yağan bombalara bakıp kim haklı kim haksız diye sorguluyor. Oysa sivilleri öldüren bir savaşın tarafı, haklılığı olmaz. Ve artık birlikte yaşayan halklar için barıştan hiç söz edilmiyor. Neden?
1993’te Beyaz Saray’ın bahçesinde “kan ve gözyaşına yeter artık” diyen İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat el sıkıştı. Rabin’e göre Filistin direnişi, askerî bir tehdit değil, barışçıl çözüm gerektiren siyasi bir duruma işaret ediyordu. Oslo Anlaşması devreye sokuldu. Filistinlilere Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da kısmi kontrol verildi. Arafat ve Rabin, şiddete karşı olduklarını ve birbirlerini tanıdıklarını açıkladı.
Buna rağmen barış için atılan adımlar sonuç vermedi. İsrail sağı ile Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinli bazı yerleşimciler, iki lideri de ihanetle suçladı. İntihar bombaları patlatıldı, otobüsler havaya uçuruldu. Rabin Filistinlilerle barış anlaşması imzalayan “hain” ve “Nazi” olarak tanıtıldı. Ve iki
Dünya medyası hemen her gün koronavirüs istatistiklerini, hayatını kaybedenlerin trajik hikâyelerini yazıyor. Oysa virüsün altını “kazısa” arkasından dehşet verici bir hikâye çıkacak belki de
Virüs nedeniyle bir buçuk yıldır dünyadan tecrit edilmiş bir şekilde evlerimizde tutuluyoruz. Birçok ülke aşıyı bulduğu halde, bu süre içerisinde milyonlarca insan öldü ve hâlâ ölüyor. Dünya ülkeleri, küresel bir sorun olmasına rağmen özellikle “aşının patenti” gibi konulara küresel bir çözüm üretemedi. Peki, ne oldu? 2019 Aralık’ından bu yana geçen sürenin en iyi özetini geçtiğimiz günlerde dünya medyasına yansıyan üç haber ortaya koydu:
1. haber: Virüsün ilk olarak ortaya çıktığı Çin’in Wuhan şehrinde, binlerce kişi bir müzik festivalinde mesafesiz, maskesiz sarmaş dolaş bir araya geldi.
2. haber: Aynı günlerde Hindistan’da koronavirüs nedeniyle ölenlerin cesetleri yer olmadığı için şehirlerin
Tek bir görüntü; hakkında 18’in üzerinde şikâyet olmasına rağmen görevine devam eden polis memurunu bu kez yargının karşısına çıkardı
George Floyd’un nasıl öldürüldüğünü hatırlıyor musunuz? Geçen yıl, Minneapolis’te “Sahte 20 dolar” ihbarını değerlendiren dört polis, siyahi vatandaş Floyd’u şüpheli olduğu gerekçesiyle durdurdu. Polis memuru Derek Chauvin, kelepçeli şekilde yere yüzüstü yatırdığı Floyd’un boynuna 8 dakika 46 saniye boyunca diziyle bastırarak ölümüne sebep oldu.
Biz bunu nereden biliyoruz? O sırada olay yerinde bulunan bir sivilin olayı kaydetmesinden. Floyd’un defalarca “nefes alamıyorum” dediğini gösteren video kayıtları dünya medyasını ve kamuoyunu ayağa kaldırdı.
Polisin adil yargılanması mümkün olabilir mi? Demokrasilerde oluyor. Floyd’un öldürülmesini manşetlerine taşıyan Amerikan medyası, Floyd’u öldüren polis memuru Chauvin davasına bakan 12 jüriden birinin “Dizinizi boynumuzdan çekin” yazılı