TBMM Paris İklim Anlaşması’nı onayladı. İklim değişikliği ve uyum çalışmalarını ise “İklim Kanunu” kapsamında yürütmeye hazırlanıyor. Tam da bu nedenle asıl habercilik, haberin takibi şimdi başlıyor
Kâğıt üzerinde her şey güzel. Dünyayı iyileştirmek, sorunlara çözüm üretmek amacıyla kaleme alınan her şey; yasalar, yönetmelikler, kararnameler, bildiriler, raporlar, araştırmalarla daima umut verici olmuştur. Fakat meslek hayatım boyunca dünyayı iyileştirecek çözüm önerilerinin önemli bir bölümünün hep kâğıt üzerinde kaldığını gördüm. Öyle ki; öneri var, çözüm var, yasa var ama eylem yok! Bu nedenle sadece bizim değil, dünya siyasetinin de hak ihlalleriyle, açlıkla, küresel iklim krizleriyle, salgınlarla ilgili gündemi hiç değişmiyor. Haliyle medyanın da farklı zamanlarda benzer sorunları gündeme getirmesinin dışında bir rolü olmuyor. Belki de sorunlara ilişkin tespit, öneri ve çözüme yönelik politikaların dışında eylemin neden
Mafya insanları “kendi hukukuyla” korkutan, susturan sindiren, hizaya sokan bir devlet zihniyetinin, tetikçilerde vücut bulmuş halidir. Toplumların mafyaya ilgisi, sempatisi gerçekte devletin mafyalaştığı, mafyanın da devletleştiği bir sürece nüfuz ettiğinde karşımıza çıkıyor olabilir mi?
Mafya dediğimiz şey bir meslek değildir. Silah, uyuşturucu, insan ticareti yapar. Kaçakçılık, tefecilik, karaborsacılık, gasp, adam kaçırma, öldürme, fidyecilik, çek ve senet tahsilatı gibi yasa dışı faaliyetlerle anılır. Buna rağmen özellikle televizyon dizilerinde mafya olağan hale getirildi. Öyle ki; izleyicilerin gözünde dahi elinden silah düşmeyen, hukuksuz her türlü eylemi yapan, buna rağmen suçu cezasız bırakılan, neredeyse dokunulmazlığı olan bir “meslek” olarak algılanır oldu.
Bu sadece bizde değil, dünyada da böyle algılanıyor olmalı ki; bir dönem mafya lideri olarak “ün” yapan Al Capone’un eşyası, ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki Witherell’s Müzayede Evi’nde tahmin edilenden dört kat
Medya adli sicil arşivi değildir; insanlara tarihi, zamanı, olayları, tarihte rol oynayan insanların geçmişini “unutturmak” için değil, “unutturmamak” üzerine kuruludur. Elbette “unutulma hakkı” var; ama neyi, niçin, hangi gerekçeyle unutturmak isteğiniz de bir o kadar önemlidir
Mafya olarak medyada yer almış, kamuoyunda tanınmış bir kişi, yıllar sonra “Ben artık iş insanıyım. Geçmiş kimliğimle tanınmak istemiyorum, hakkımdaki olumsuz haberleri silin” deme hakkına sahip midir? Ya da geçmişte kahvehane tarayan, adı birçok siyasi cinayet davasında geçen, yargılanan biri, siyasete atıldıktan sonra bu geçmişi unutturabilir mi? Öğrencilerine tacizden suçlu bulunan bir öğretmen, yıllar sonra bu haberin arşivlerden kaldırılmasını isteyebilir mi?
Dijital ortamda mevcut olan; geçmişte yaptığı ama cezasını çektiği ya da bir iddiaya maruz kalıp beraat ettiği halde bir eylemin, bir haberin sürekli olarak karşısına çıkmasını elbette kimse istemez! Ancak medya adli sicil arşivi değildir. Medya; insanlara tarihi, zamanı, olayları
Toplumun genelini ilgilendiren bir sağlık sorunu kişisel olarak algılanamaz. Kişinin, küresel bir salgına karşı geliştirilen aşıyı yaptırmama hakkı varsa; bu durumda o kişilerin virüsü yayarak başkalarının yaşam hakkını ihlal etmesini nasıl açıklayacağız?
ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times, 2020’nin başında birinci sayfanın tamamını koronavirüsten hayatını kaybedenlere ayırdı. Amaç “İnsanların yüzyıl sonra bu manşete baktıklarında, neler yaşadığımızı görmelerini sağlamak” içindi. Ve gazete tam da bu nedenle ölenleri, isimleri, meslekleri ve yaşlarını yazarak andı. Bu salgının sonuçları bakımından önemli bir manşetti ve dünyaya bunun kişisel bir sağlık sorunu değil, insandan insana geçen, küresel çapta yayılan bir virüsün ağır sonuçlarından biri olduğunu hatırlattı.
New York Times, “ABD, 100 bin ölüme yaklaştı, hesap edilemeyen bir kayıp” başlıklı kapak sayfasında hayatını kaybeden insanların yanı sıra “Onlar sadece bir listede isimler değillerdi. Onlar bizdi” ifadelerini kullandı.
Sağlık bilgileri
Şiddet olaylarının yüzde 80’inden fazlası ruhsatsız silahlarla işleniyor. Bizde silahın korunmak amaçlı olmadığı, aksine başkalarının yaşamını tehdit ederek şiddetin bir aracı haline getirildiği bir gerçek
Michael Moore: Hesap açtırmaya geldim.
Bankacı: Ne tür bir hesap?
Michael Moore: Bedava silah verdiğiniz…
Bankacı: Bunun için bir tasarruf hesabı açtırabilirsiniz.
Michael Moore: Bankada silah dağıtmak biraz tehlikeli olmuyor mu?
Bu ifadeler, Amerikan tarihinin en ölümcül okul saldırısı olarak kayıtlara geçen, Columbine Lisesi’ndeki silahlı katliamdan yola çıkarak, sivillerin silahlanması ve artan şiddet olaylarını araştıran “Benim Cici Silahım” belgeselinden. Belgesel, 2002 yılında Oscar ve Cesar ödüllerini kazandı. Yönetmen Michael Moore’un bu belgeseli, Amerika’nın toplumsal ve politik sisteminin bir sonucu olarak karşımıza çıkan silah kültürünü ve bunun kaçınılmaz bir sonucu şiddeti masaya yatırıyor. Bankalar promosyon olarak silah veriyor, marketlerde mermiler satılıyor, şiddet sokaklardan okullara kadar uzanıyor.
İklim değişikliği sadece gelecek nesillerin ödemesi gereken bir fatura değil. Bu aynı zamanda günümüzde insanların sağlıklarıyla ödedikleri bir bedel! Medyanın görevi bu bedeli ortaya koymak olmalı
Hatırlarsanız Kovid-19 salgınıyla henüz tanışmadığımız bir dönemde, Dünya Sağlık Örgütü, iklim değişikliği ile insan sağlığı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bir rapor hazırladı. 2019’da yayımlanan ve 101 ülkede yapılan araştırmanın sonuçlarını değerlendiren raporda şu ifadeler oldukça çarpıcıydı: “İklim değişikliği 21’inci yüzyılın en büyük sağlık tehdidi olabilir.”
Öyle de oldu. Bugün iklim değişikliğinin etkilerinden insan sağlığını korumak her zamankinden daha önemli hale geldi. Çünkü ülkeler, iklim değişikliğine yönelik plan ve stratejileri hayata geçirebilmek için gerekli finansmanın sadece yüzde 38’ini ancak karşıladı. Bu da sadece doğayı değil insan sağlığını da doğrudan tehdit eder hale geldi.
4.5 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği pandemi süreci, Dünya Sağlık
Türkiye Otizm Meclisi’ne göre, otizmle ilgili sorunlar, Otizm Eylem Planı ve TBMM’nin ilgili komisyonunun raporunda açıkça tespit edilmesine rağmen hâlâ çözüme kavuşturulamadı. Verimli bir iş birliğini gerçekleştirmek neden mümkün olmuyor
Okullar açıldı ama çocuklarını hâlâ kayıt ettiremeyen aileler var. Çünkü o çocuklar otizmli. Tam da bu nedenle bu özel çocukların eğitim hakkı yine yok sayıldı. Kreşlere, okullara kabul edilmediler. Aileler sosyal medyadan çocuklarının uğradığı bu ayrımcılığı dile getirse de seslerini duyan yok. Öğrenci ve öğretmenlerin durumu, pandemi sürecinde çocukların nasıl bir eğitimden geçeceği ya da nasıl korunacaklarına ilişkin her türlü açıklamayı kamuoyuna yapan eğitim kurumları ve idareciler otizmli çocukları unuttu.
Okulların açılışını manşetlerinden gören çoğu medya kuruluşu da 118 sivil toplum örgütünün yer aldığı Türkiye Otizm Meclisi’nin, “Eğitim her çocuğun hakkıdır”
Medya, Afganistan’da uçağın kanadına tutunan cehaleti sorgulamadığı gibi, bunu alay konusu yapan ırkçılığın doğuracağı olası sonuçları da görmezden geldi. Cehalet cüretkârdır ama ırkçılık hem cahil hem cüretkârdır.
Afganistan’da Taliban’ın yeniden sahneye çıkışını tartışan dünya, kendi yarattığı trajedilerle sarsılıyor. İnsanlık tarihinde hafızalara yerleşecek en trajik anlardan biri Taliban’dan kaçan Afganların hareket halindeki uçağın uçuş takımlarına tutunduktan sonra metrelerce yükseklikten zemine düşmeleri olacak. İkincisi bu trajediyi yaratan dünyanın en gelişmiş ülkesi Amerika’da, uçağın kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışan insanların düşme anının bir tişörte basılarak mizah konusu yapılması!
Şimdi soralım: Uçağa tutunarak kaçmanın feci sonuçlarını düşünmeyen “cahil Afgan” ile uçaktan düşen bu insanların siluetlerini “Kabil Atlama Kulübü” ifadelerinin yer aldığı tişörtlere basan “ırkçı Amerikalı” arasında bir