Üç meslek örgütü, dünya genelinde işlenen gazeteci cinayetlerinin çoğunun aydınlatılmaması, faillerinin cezasız kalmasına dikkatleri çekmek amacıyla davaları Lahey’e götürdü. İlgili ülke hükümetlerine gazetecilerin gelecekte daha iyi korunması için baskı yapılması hedefleniyor.
Yargının adaleti herkese lazım. Bugün gazetecilik hem kendi içinde hem de toplumsal bağlamda kırılma ve kutuplaşma ve baskıcı yöntemlerle dengelerini kaybediyor gibi görünse de dünyanın birçok ülkesinde gerçeğin peşinde koşan habercilerin varlığı, yeni medya düzeninde kurumsal bakımdan ayakta kalmanın, yargının adaletinin neden önemli olduğu sorusunu giderek daha anlamlı hale getiriyor. Ülkelerin sadece ekonomik, siyasal ve kültürel ya da toplumsal tarihini değil, medya tarihini de yargılamalar tarihi üzerinden okumak mümkün. Bu yüzden yargı kararlarını, tarihsel olarak çok anlamlı, çok önemli, kıymet verilmesi gereken belgeler olarak görüyorum.
Dolayısıyla yılın ilk yazısını dünyanın herhangi
Gerçek bilgiye ulaşma uğraşı, hangi bilginin yalan olduğunu teyit etme çabasına dönüştü. “Aşılar koronavirüse karşı etkisiz, otizme yol açıyor, Hitler yaşıyor” gibi milyonlarca insanın paylaştığı iddialar karşısında, medya kuruluşlarının neredeyse yalan habere karşı ayrı bir birim oluşturması gerekecek.
Tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Eskiden ideal olan; bir gazeteci haberinin doğruluğundan, bilginin kaynağından emin olsa da tek bir kaynakla yetinmez, başka kaynaklardan da haberi doğrulatmaya çalışır, kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayımlamazdı. Bugün durum daha farklı: Doğru habere, bilgiye ulaşmak bir yana, internet üzerinden milyonlarca insana anında ulaşan bazı bilgilerin yanlışlığını kanıtlamak için uğraşıyoruz!
Dünyanın hemen her yerinde gerçek bilgiye ulaşmak için verilen uğraş, giderek hangi bilginin nasıl yalan olduğunu teyit etme çabasına dönüştü. Biliyoruz ki araştırmalara göre; yalan bilgi, gerçek bilgiden kat kat daha hızlı yayılıyor. Peki, biz ne yapacağız? Her defasında; Kafka’nın böyle bir sözü yok. O şiiri
Millî Eğitim Şurası’nda, Eğitim-Bir-Sen’in “okul öncesi din eğitimi” önerisi, oy çokluğuyla tavsiye kararları içinde yer aldı. Eğitim ve toplum bilimcilere göre, 4-6 yaş için tehlikeli bir öneri. Çünkü çocuklara “neyi” düşüneceklerini öğrettiğinizde öğrenmiyorlar. Öncelikle “nasıl” düşüneceklerini öğretmek zorundayız. Aksi halde; zaten birlikte yaşama kültürüne, toplum olma bilincine sahip olmayı başaramamış bizim gibi ülkelerde, gelecek nesillerin de bir fikri, bir olayı, soruyu, sorunu ya da kavramı algılayarak, analiz ve de test ederek düşünmesinin önüne geçilmiş olacak.
Çünkü zaten gergin ve öfkeli bir toplumuz. Çürüme ise her yerde; Meclis’ten, adliye koridorlarına, emniyetten, sokaklara, okullardan evlere kadar uzanan bir bozulma bu. Herkes bir diğerine saldırıyor, bıçakla, kılıçla, baltayla, satırla… İletişim dili sıfır. Kimse bir diğerini dinlemiyor, dinlediğini anlamıyor. Tekmeler, tokatlar havada
Medya şiddet haberlerini verirken şaşkınlıkla hâlâ “Nasıl bu kadar kötü olabiliyoruz?” diye soruyor. Yanlış soru. Öncelikle ne yapmamız ya da bunu nasıl yapmamız gerekir sorusunun yanıtını verebilmeliyiz.
Okul arkadaşları tarafından dışlandı, aşağılandı, alay edildi. Koridorlarda sıkıştırıldı. Ellerindeki çöpleri, şişeleri yerlere atıp ondan toplamasını istediler. Yere attıkları yiyecekleri yemesi için zorladılar. Tehdit mesajları gönderdiler. Söylentilerle insanların ondan uzaklaşmasına neden oldular. Okuldaki gruplara almadılar, proje ödevlerini tek başına yapmak zorunda bıraktılar.
Ortaöğretim yıllarında akranlarının kendisine yaşattığı bu zorbalığı unutamayan üniversite öğrencisi bir genç, yaşıtları tarafından dört yıl önce uğradığı bu zorbalığı yargıya taşıdı. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunarak uğradığı şiddette payı olan idareci ve öğrencilerden şikâyetçi olduğunu belirtti.
Brezilyalı belgesel fotoğrafçısı Adriana Zehbrauskas’ın UNICEF’in arşivinde yer alan bu fotoğrafında, Honduras,
Uyuşturucunun nasıl tahribat yaptığını biliyoruz ama bunun başka suçlar üzerindeki etkisini sorgulamak da önemli. Medyaya düşen yakalanan uyuşturucu tacirlerini ya da miktarını haber yapmanın bir tık ötesine geçip, gerekli soruları sormak
Dünyada hâlâ gerçek anlamda kayıt altına alınmayan insan, silah ve uyuşturucu ticaretinin varlığı bütün gerçeklerin üzerine bir perde çekiyor. Şu an Türkiye’de bile en çok artış gösteren suçlar sıralamasında uyuşturucu ticareti birinci sırada. Mesela sadece geçen yıl, emniyet güçleri, ülke genelinde pandemiye rağmen 159 bin 268 uyuşturucu olayına müdahale etti. 231 bin 652 şüpheliyi yakaladı. Bu şüphelilerin 167 bin 531’ine kullanma amaçlı uyuşturucu madde satın almak/kabul etmek/bulundurmak suçlarından işlem yapıldı. Bu, buzdağının sadece görünen yüzü! Kullanıcılarla ilgili sağlıklı istatistikler ise henüz yok. Bazı kurumsal çalışmalara göre uyuşturucu kullanım yaşı 10’lara düştü; 13 diyen de var, 20 diyen de…
Devlet göçmen ve sığınmacılar için “uyum” çalışmalarını yaparken, yabancılar kendi ülkelerinin hukukunu, ahlakını, toplumsal değerlerini getirip başka bir topluma dayatamaz. Suriye kanunlarına göre yargılama yapan Türk hukuk sistemiyle bu uyumu sağlayabilir misiniz?
Savaştan kaçan Suriyeli bir şahıs, 8 yıl önce Türkiye’ye yerleşti. Bu süre zarfında yine Suriyeli 13 yaşındaki bir kız çocuğunu, kendisine “eş” olarak görüp istismar etti. Çocuğun bir hastanede doğum yapması üzerine, hastane yetkilileri olayı adli mercilere bildirdi ve konu yargıya taşındı.
Vahim olan bir şey de şu: Bizim mahkememiz bu olayla ilgili Türk Ceza Kanunu’nu uygulamadı. Mahkeme “Suriye vatandaşı, 13 yaşındaki kız çocuğuyla evlenebilir çünkü bu Suriye kanunlarına göre suç değildir” dedi ve şahıs hakkında beraat kararı verdi. İstinaf mahkemesi de “şikâyetçi yok” diyerek bu kararı onadı. Yani mahkeme bu kararı verirken Türk hukuku yerine Suriye kanunlarını uyguladı.
Kendisi de avukat olan CHP Milletvekili
Medya devletlerin ve şirketlerin küresel iklim konusunda acil ve somut tavsiye ve yükümlülüklerini kamuoyuna hatırlatırken bu konuda adım atmayan devletlerin küresel iklimle ilgili insan hakları ihlallerini de görünür hale getirmeli
Dünya liderleri küresel iklim kriziyle ilgili yıllardır aynı şeyleri söylüyor. Glasgow’daki İklim Zirvesi’nde de yine tekrara düştüler. ABD diğer ülkelere elinden gelen desteği vermeye hazır olduğunu vurgularken, Çin ve Rusya’yı iklim konusunu terk etmekle suçladı. Fransa küresel sıcaklık artışının sınırlandırılması için öneride bulundu. Almanya 21. yüzyıl ortasına kadar Paris İklim Anlaşması’nın uygulanmasını istedi. Herkes bir diğerini “geç kalıyoruz” diye uyardı ama en önemli açıklama Birleşmiş Milletler’den geldi. “Kendi mezarımızı kazıyoruz” diyerek…
Dünya medyası, küresel iklim krizine yönelik dünya liderlerinin bu açıklamalarına yer verirken Uluslararası Af Örgütü’nün iklim krizinde devletlerin
Kadın cinayetlerinde suçlular artık işledikleri suça gerekçe üretmiyor, suçu örtbas etmenin yollarını arıyorlar. Gazeteciler kuşku içeren her olayı araştırarak, takipçisi olarak haber yapmak durumunda. Aksi halde kadın cinayetleri giderek öfkeli bir kocanın ya da babanın cinayeti olmaktan çıkıyor, faili meçhul cinayetler ya da intihar olarak kayıtlara geçiyor.
Ardahan’da iki çocuk annesi bir kadın, aldığı bıçak darbesi ya da darbeleri sonucu öldü. Önce intihar olduğu söylendi, sonra cinayet. Genç kadının ölümünden bir ay sonra kızları annelerini babalarının öldürdüğünü ama yengelerinin kolluk kuvvetlerine haber verilmeden önce eve gelerek, kendilerine yalan ifade vermeleri gerektiği yönünde baskı yaptığını belirtiyor. Ve şöyle diyorlar: “Adalete bak, babamı serbest bıraktılar. Babamın parmak izi bıçakta çıktı, niye serbest bıraktılar?”
Baba dışarıda! Haber, ajanslardan sessiz sedasız geldi geçti. Medya yayımladı, sosyal medya paylaştı ama söz konusu haber geride