Bugün teknolojiyle iç içe yaşayan bazı gazetecilerin sosyal medyada yer alan söyleşilerinde bu ön yargılı ayrımcı ifadeleri görmek mümkün.
Ingmar Bergman yaşlanmayı yüksek bir tepeden bakmaya benzetir: “Yorulursunuz çıkarken ama vardığınızda görüşünüz genişler...” der.
Meslek hayatım boyunca izlediğim, tanıştığım, sohbet ettiğim, haberini yaptığım ya da birlikte çalıştığım, benden önceki kuşakta yetişmiş bazı insanların görüşlerindeki o genişliğe daima hayran kaldım... Bir süredir, hepimizin geleceği olan, ruhumuzu, benliğimizi, bedenimizi ele geçirecek yaşlanmayla nasıl bir derinlik kazanacağımızı ya da görüş alanımızın nasıl genişleyeceğini anlamak için yaşlanmayı konu alan film, belgesel, haber ne varsa izliyor ya da okuyorum.
Sorun şu ki; ön yargılarla beslenmiş yaş ayrımcılığı, dünyanın her yerinde ve daha çok ekonomik, kültürel ya da sosyal yaşam standartları ölçüsünde kendisini hissettiriyor. İnsan yaş alarak derinleşse de yaşa dair yaratılan algı hep bozuk. Üstelik insanı sadece yaşından dolayı yük sayan, dışlayan, işe yaramaz kılan, ayrımcı, alaycı, aşağılama içeren bir bozulma bu!
***
Bugün teknolojiyle iç içe yaşayan bazı gazetecilerin sosyal medyada yer alan söyleşilerinde bu ön yargılı ayrımcı ifadeleri görmek mümkün. Başkalarının hak ihlallerine karşı çıkan, eşitlikçi demokrat kimlikleriyle kamuoyunda tanınsalar da kendi kişisel tarihinde yaş ayrımcılığı yapan çok sayıda gazeteci var.
Bir dönem geleneksel medyada birlikte çalıştıkları yöneticilerinden söz ederken “yaşlı bunak”, “çağın gerisinde kalmış” “yaşına başına bakmadan” gibi ifadeler kullanıyorlar. Oysa bu yaşla değil, tamamen hayata bakış biçimi ve düşünce yapısıyla ilgilidir. Ve en önemlisi de medyanın benzer bir algıyı mevcut siyasetin her defasında yeniden ürettiğinin bilincinde olmaması mümkün mü?
Bir gazetecinin çalışma arkadaşlarını “yaşlı bunaklar” olarak tanımlamasının, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün 65 yaş üstü tiyatro sanatçılarını “zorla” emekli etme girişiminden ne farkı var? İkisi de insanı yaşından dolayı yok sayan, yetersiz bulan ya da yük gibi gören ön yargılarla beslenmiş bir zihniyetin ürünü değil mi?
***
Medya önce kendisine bir çeki düzen vermeli; çünkü medyanın tarihi de şimdi olduğu gibi bir kuşağın öteki kuşağa yönelen hoyratlığı ya da alaycı üslubunu sürekli tetikleyen haberlerle dolu... 65 yaş üzeri insanlarla ilgili “korunmaya muhtaç” gibi toplumda var olan negatif algı, medyada “bu yaşta” diye başlayan hayret verici “övgü dolu” tanımlamalarla sürdürülüyor. “Yaşına rağmen gençlere taş çıkartır” gibi söylemler, televizyon ekranlarında “Maşallah yaşınızı hiç göstermiyorsunuz” gösterisine dönüşürken övgüsü bile aşağılama içeriyor.
Bütün bu ön yargılar, bu insanların toplumdan ayrı birer grup gibi algılanmalarına neden olmakla kalmıyor, yaşa karşı ayrımcı tutumların davranışa dönüşmesini de tetikliyor. Doç. Dr. Özgür Arun’un iki yıl önce yaptığı bir araştırmaya göre; gazetelerde yayınlanan, yaşı konu alan 197 haberin yüzde 85’i yaşlılığa ve özellikle yoksul yaşlılara karşı ayrımcı söyleme ve eyleme sahip içeriklerden oluşuyor.
***
Gerçekten de yaş ayrımcılığını medyada görünür kılan en önemli şey yoksulluk. 65’in üzerindeki insanlarla alay eder gibi saniyede bir “emeklilere ikramiye müjdesi” veren medya, maddi gücü yerinde olanlara da yeni insanlarla tanışma fırsatı sunan tur gezileri ya da hayat iksiri vaatlerle sürekli bir “ikinci bahar” pazarlıyor. Onları dünyanın seyircisi durumuna düşürerek kırışan bedenlerinden utandırmak istiyor. Onlardan soğuk gri koridorlu bakımevlerinde yatan ya da dizlerini kırıp evinde oturan ya da torunlarının bezini bağlayan olmalarını istiyor. Ve hatta mümkünse ellerini, ayaklarını, kafalarını, ruhlarını her şeyden çekmelerini!
Dünya siyasetinin ve medyanın yaşlanmaya dair bu münasebetsiz algısını ortadan kaldırmak zor olsa da bu insanların yapması gereken tek şey tepeye çıktıklarının bilincinde olmaları. Belki o zaman “Schmidt Hakkında” filminin son cümlesinde geçen “Hayatta bir tür farklılık yaratabildim deme isteği” ile insan, varoluşuna bir anlam kazandırabildiği sürece yaşlanmanın, yaşın hiç olmadığını anlar...
Medyaya düşen; yaşa dair ön yargılı, çapsız söylemlerden, şarlatanlıktan kurtulup, her insanın bir hikâyesi olduğunu bilerek “yaşarken başkaları için neyi değiştirdiniz?” sorusuna yanıt aramak olmalı. Çünkü “değerli” olmakla “önemli” olmak arasındaki farkı bilmeyen bir toplum, dünyayı iyileştiren bir farklılık yaratamamışsa, toplum olarak zaten yeterince “bunamış” ya da “yaşlanmış” demektir. Sonuçta böylesine bozulan bir dünyada mahvolmuş hayatlara bakarsak, birinin 40’larında, diğerinin 70’lerinde olması çok da bir önem arz etmiyor.