Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline dair gazeteci yorumları, uluslar ve halklar arasında düşmanlığı körükleyen; Orta Doğu, Afrika, Latin Amerika, Güney Asya gibi dünyanın bazı bölgelerinde yıllardır yaşanan savaşları normalleştiren ırkçı bir zihniyeti yansıtıyor
İnsanlar her olay hakkında bilgi edinebilir, ama önemli olan bilginin kaynağıdır. İnsanın düşüncelerini, yaşam felsefini oluşturan da budur. Rusya ile Ukrayna üzerine sohbet ederken, bana tarihten bir bilgi aktaran meslektaşıma, “İlk kez duyuyorum, kaynağı ne” dedim. Beni ayıpladı, bir gazeteci olarak nasıl bilemediğime hayret etti!
Haklı. Uzmanlık alanlarına girsin girmesin; iç siyasetten ekonomiye, uluslararası politikalardan savaş stratejilerine kadar çeşitli konularda görüşüne bizzat başvurulan bir grup gazeteci var. Bilmedikleri yok, dünyada olup biten her şeye hâkimler! Devletlerin ekonomik, siyasal ve toplumsal çıkmazları, uluslararası krizleri ya da çatışmaları, hatta tartışmaya konu olan ülkelerin tarihsel kimliğinden jeopolitik yapısına, savaş stratejilerinden savunma sistemlerine
İkinci Dünya Savaşı sırasında, 80 yıl önce yaşanan Struma Faciası’nda ölenler, 24 Şubat’ta anıldı. Çünkü anmak, hatırlatmak, özür dilemek, sadece yeniden aynı travmaları yaşamamak içindir.
Savaşların tarihe yazılmayan, saklanan, yok sayılan, sessiz kalınan kitlesel katliamlarla dolu arka yüzü, görünen yüzünden daima daha acımasızdır. Çünkü tarih bize; hemen bütün devletlerin, tankların, silahların, bombaların, füzelerin arkasına sakladığı, savaştan daha ağır, daha travmatik, daha acımasız, sivilleri hedef alan bir katliamına işaret eder: “Struma” gibi…
İkinci Dünya Savaşı yılları… 15 Aralık 1941’de Romanya’da Nazi zulmünden kaçmak isteyen yüzlerce Yahudi, can havliyle bir gemiye sığındı. 46 metre boyunda “Struma” adlı bir yük gemisine… 769 Yahudi yolcusuyla Filistin’e doğru yola çıktı… İstanbul Boğazı’nda Sarayburnu açıklarında motoru arızalanan gemi demir attı. 1 gün, 2 gün, 3 gün değil, tam 72 gün süren, giderek umudun
Dünyanın sonunu hazırlayanların yarattığı gündem hiç değişmiyor. İnsanlık aynı oyunun; siyasi ve ekonomik hesaplaşmaların, tehditlerin, kavgaların, restleşmelerin içine düşüyor. Üstelik dünyanın küresel bir iklim felaketiyle yok olacağının, geri sayımın başladığının bilincinde oldukları halde.
Kötü olan iki şeyden birini seçmek zorunda kalanlar için söylenir: Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!
Einstein’dan sonra adını bilim dünyasına yazdıran fizikçi Stephen Hawking, birkaç yıl önce, insanlığın büyük bir yıkımdan kurtulması için zamanın daraldığını, dünyanın yüz yıllık bir ömrü kaldığını, uzaya yayılmanın bizi kendimizden kurtarabilecek tek şey olduğunu hatırlattı ve şöyle dedi: “Yeryüzü o kadar çok yönden tehdit altında bulunuyor ki, benim için iyimser olmak çok zor.”
Bu iyimserliği kaybeden sadece bilim dünyası değil. Birçok ülke dünyadan vazgeçmiş durumda. Öyle ki; Mars’ta, olmadı başka gezegenlerde yeni bir yaşam
Ünlülerin uğradığı taciz olaylarındaki cezasızlık ve uzaklaştırma kararlarının arkasında yatan şey, medyanın bu vakaları “hayran” kelimesiyle ifade etmesinde. Medya, “takıntılı hayran”, “hayranı beş yıldır peşini bırakmıyor” gibi başlıklar atmanın sonuçlarını da hesaba katmak zorunda
Yıl 1980. Mark David Chapman, The Beatles grubunun eski üyesi olan John Lennon’ın peşinde dolanıp duruyor. 8 Aralık’ta Lennon’ın karşısına çıkarak ona bir “hayranı” olarak albümünü imzalatıyor... Aynı günün akşamı Lennon’ın evine dönmesini saatlerce bekliyor ve gördüğü anda silahını çekip öldürüyor.
Nixon döneminde hedef gösterilen, barış yanlısı açıklamaları sonrası sınır dışı edilmek istenen ve Vietnam Savaşı’nı sorgulayan söylemleriyle “siyasi” bir kimlik de kazanan Lennon’ın öldürülmesi her ne kadar kuşkuyla karşılansa da Chapman’ın 1991-92 yıllarında alınan ses kayıtlarında cinayeti nasıl işlediğini anlatması, bir katilin biyografisini medyanın derinlemesine
Tam bir yüz göz olma hali! Bir başka deyişle kendisinde olmayana “imrenme” duygusunun zaman içerisinde nefrete dönüşmesi. Bu yüzden yapılan yorumlarda tehditler, aşağılamalar, alay etmeler, küfürler havada uçuşuyor.
Bütün zamanların en ünlü, en muhteşem sesine sahip sanatçı Safiye Ayla için yıllarca “Perde arkasından Atatürk’e şarkı söyleyen kadın” ifadesi kullanıldı. Yüzüne bakılamayacak kadar çirkin olduğu gerekçesiyle... Oysa yalandı, çirkin olan bu yalanın bizzat kendisiydi. Buna rağmen bu yalan dipten dibe yayıldı.
Bugün de ünlülerin, sanatçıların, yazarların, oyuncuların, siyasetçilerin sosyal medya paylaşımlarını takip eden önemli bir kitle var. Bu insanlar, bazı takipçileri tarafından son derece ağır hakaretlere, nefret diline, aşağılanmalara, psikolojik şiddete maruz kalıyor.
Kamuoyu tarafından tanınan, bilinen ünlü insanların sosyal medya paylaşımlarında görünür olmaları, bu insanların takipçilerinden gelen yorumları giderek daha da kişiselleştiriyor.
4 Ağustos 1944 sabahı...
Hollanda’da iki yıl boyunca bir kitaplığın arkasına gizlenmiş bir kapı ve merdivenle ulaşılan ek binada saklanan Frank ailesi ve onlarla kalan diğer dört Yahudi, Naziler tarafından düzenlenen bir baskında yakalanarak Yahudi imha kampı olan Auschwitz’e gönderildi. Bugün Frank ailesinden geriye bir not defteri kaldı: Anne Frank’ın kaleme aldığı bir anı defteri. Ve geçen 77 yıl boyunca tek bir soru soruldu:
Anne Frank ile ailesine ve onlarla kalan diğer dört Yahudi’ye ihanet eden kişi kimdi?
***
2017 yılında Hollandalı belgesel yapımcısı Thijs Bayens’in önerisi üzerine, 23 kişilik uluslararası bir “soğuk vaka ekibi” oluşturuldu. Ekip, yapay zekâ ve modern araştırma tekniklerini kullanarak, röportajlar ve günlüklerden arşivlerdeki dizinlere ve savaş dosyalarına kadar hemen bütün verilerden yararlandı.
Yapay zekâ sayesinde beş yıl boyunca yedi ülkede o evde saklı kalan sekiz Yahudi’ye kimin ihanet etmiş olabileceği incelendi. 20 farklı senaryo ve 30’un üzerinde şüpheli araştırıldı. Şüpheli 28 kişi elendi. Ve
Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruların dörtte üçü, adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri kapsamakta. Her biri medya için ayrı bir haber konusu. Medyanın bir görevi de bireysel başvurulardaki adil yargılama gibi şikâyet konularını görünür hale getirmek olmalıdır
Kamuoyunu ilgilendiren, derin devlet ilişkileriyle anılan Susurluk, Ergenekon gibi davalarda yargı kararları, tutuklama ya da salıverilme, gözaltı süreleri gibi yargı süreçleri, Türkiye medyasının daima üzerinde durduğu konuların başında gelirdi. Medyanın bu tutumu “Adil yargılama”nın sağlanması bakımından da önem taşırdı. Bugün medyanın önünde, organize olmuş bu tür suç davaları bulunmasa da bireysel suçlara ilişkin mahkeme süreçlerinin de adil yargılama bakımından dikkatle incelenmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, geçtiğimiz günlerde adil yargılanma hakkıyla ilgili açıklamalarda bulundu ve dedi ki, “Başlangıçtan itibaren verdiğimiz toplam ihlallerin yüzde 77’si adil yargılanmaya
Silah yarışı, dünya medyasının değil ama bilim insanlarının dikkatini çekti. 50’den fazla bilim insanı, tüm ülkeleri 5 yıl boyunca askerî harcamalarını kısmaya ve bu paranın yarısını pandemi, iklim krizi ve aşırılıklarla mücadele için bir BM fonuna aktarmaya çağırdı.
Üzüntü verici bir paradoks… Dünya ülkeleri bir yandan küresel iklim krizinin yol açtığı doğal felaketler, salgın hastalıklar, açlık, göç, yoksulluk gibi sorunlara çözüm üretmenin yollarını ararken, diğer yandan ölümcül ve yıkıcı sonuçlar doğuracak bir şekilde silahlanıyor. Nükleer denemeler yapıyor, bütçelerinin önemli bir bölümünü silahlanmaya ayırıyor. Kovid-19 salgınının en şiddetli döneminde bile bazı ülkelerin büyük silah sözleşmeleri imzaladığı biliniyor.
Elbette tehdit altında olan ülkelerin savunmaya önem vermesinden daha doğal bir şey olamaz. Ancak Uluslararası Barış Enstitüsü’nün verilerine göre silahlanma yarışı inanılmaz bir boyutta. Buna göre;