İklim değişikliği sadece gelecek nesillerin ödemesi gereken bir fatura değil. Bu aynı zamanda günümüzde insanların sağlıklarıyla ödedikleri bir bedel! Medyanın görevi bu bedeli ortaya koymak olmalı
Hatırlarsanız Kovid-19 salgınıyla henüz tanışmadığımız bir dönemde, Dünya Sağlık Örgütü, iklim değişikliği ile insan sağlığı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bir rapor hazırladı. 2019’da yayımlanan ve 101 ülkede yapılan araştırmanın sonuçlarını değerlendiren raporda şu ifadeler oldukça çarpıcıydı: “İklim değişikliği 21’inci yüzyılın en büyük sağlık tehdidi olabilir.”
Öyle de oldu. Bugün iklim değişikliğinin etkilerinden insan sağlığını korumak her zamankinden daha önemli hale geldi. Çünkü ülkeler, iklim değişikliğine yönelik plan ve stratejileri hayata geçirebilmek için gerekli finansmanın sadece yüzde 38’ini ancak karşıladı. Bu da sadece doğayı değil insan sağlığını da doğrudan tehdit eder hale geldi.
4.5 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği pandemi süreci, Dünya Sağlık
Türkiye Otizm Meclisi’ne göre, otizmle ilgili sorunlar, Otizm Eylem Planı ve TBMM’nin ilgili komisyonunun raporunda açıkça tespit edilmesine rağmen hâlâ çözüme kavuşturulamadı. Verimli bir iş birliğini gerçekleştirmek neden mümkün olmuyor
Okullar açıldı ama çocuklarını hâlâ kayıt ettiremeyen aileler var. Çünkü o çocuklar otizmli. Tam da bu nedenle bu özel çocukların eğitim hakkı yine yok sayıldı. Kreşlere, okullara kabul edilmediler. Aileler sosyal medyadan çocuklarının uğradığı bu ayrımcılığı dile getirse de seslerini duyan yok. Öğrenci ve öğretmenlerin durumu, pandemi sürecinde çocukların nasıl bir eğitimden geçeceği ya da nasıl korunacaklarına ilişkin her türlü açıklamayı kamuoyuna yapan eğitim kurumları ve idareciler otizmli çocukları unuttu.
Okulların açılışını manşetlerinden gören çoğu medya kuruluşu da 118 sivil toplum örgütünün yer aldığı Türkiye Otizm Meclisi’nin, “Eğitim her çocuğun hakkıdır”
Medya, Afganistan’da uçağın kanadına tutunan cehaleti sorgulamadığı gibi, bunu alay konusu yapan ırkçılığın doğuracağı olası sonuçları da görmezden geldi. Cehalet cüretkârdır ama ırkçılık hem cahil hem cüretkârdır.
Afganistan’da Taliban’ın yeniden sahneye çıkışını tartışan dünya, kendi yarattığı trajedilerle sarsılıyor. İnsanlık tarihinde hafızalara yerleşecek en trajik anlardan biri Taliban’dan kaçan Afganların hareket halindeki uçağın uçuş takımlarına tutunduktan sonra metrelerce yükseklikten zemine düşmeleri olacak. İkincisi bu trajediyi yaratan dünyanın en gelişmiş ülkesi Amerika’da, uçağın kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışan insanların düşme anının bir tişörte basılarak mizah konusu yapılması!
Şimdi soralım: Uçağa tutunarak kaçmanın feci sonuçlarını düşünmeyen “cahil Afgan” ile uçaktan düşen bu insanların siluetlerini “Kabil Atlama Kulübü” ifadelerinin yer aldığı tişörtlere basan “ırkçı Amerikalı” arasında bir
Avrupa Birliği ve ABD, aşı konusunda DSÖ’yü değil, kendi ilaç kurumlarını referans alıyor ve AB dışındaki “üçüncü” ülke vatandaşlarına Sinovac dışındaki aşıları zorunlu kılıyor. Bu tutum, ilaç şirketlerinin tekelci yaklaşımı ya da siyasi bir “yaptırım” değilse nedir?
Son yıllarda aşırı milliyetçi ve ırkçı söylemleri, göç politikalarındaki tutarsız, birbiriyle çelişen kararlarıyla gündem yaratan Avrupa ülkeleri, şimdi de koronavirüs aşılarıyla ilgili bilimsellikten uzak ayrımcı yaptırımlarıyla tartışmaların odağına yerleşti. Öyle ki; Avrupa, ülkesine seyahat etmek isteyenlere sadece aşı pasaportu uygulamasını getirmedi, Sinovac aşısını olmuş kişilere, hiç aşı olmamış muamelesi yaparak ülkesine almıyor.
Oysa Çin başta olmak üzere Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 33 ülke, Sinovac aşısı kullandı. Dünya Sağlık Örgütü, koronavirüse karşı Sinovac şirketinin geliştirdiği CoronaVac aşısına acil kullanım izni verdi. Sinovac aşısının, DSÖ tarafından belirlenen etkinlik ve
Türkiye’nin gelen sığınmacıları ülkenin güvenliği ve geleceği açısından tartışması ırkçı bir davranış değildir. Şiddetinden kaçtığınız gücün zihniyetini, yaşam biçimini, düşünce ya da inancını sığındığınız ülkeye empoze edemezsiniz
Sunatullah Saadat... Bir yıl önce Türkiye’ye kaçak yollardan gelen bir sığınmacı. Kendisini 10 dil bilen, ‘eğitimli’ Afgan gazeteci olarak tanıttı. Geçtiğimiz günlerde binlerce Afgan erkeğin kontrolsüz bir şekilde sınır kapılarından geçişi tartışılırken, bir video yayınladı ve Türkiye’nin yaşam biçimini, kadınlarını ve seçilmiş bir belediye başkanını hedef alan ağır ifadeler kullandı. “Google’a Türkiye yazınca karşınıza çıplak kadınlar çıkıyor” diyerek...
Aslında bu sığınmacının “çıplaklık” diye gördüğü şey, Türkiye’nin aydınlık yüzlü çağdaş kadınları. Yani bilimde, sanatta, edebiyatta, sporda uluslararası başarılara imza atmış kadınları. Hak mücadelesi veren, şiddete, yok sayılmaya,
Ülkenin başına gelmesi muhtemel bir felaket için “önlem” almak, sorunların çözümüne yönelik projelere “yatırım” yapmak ya da olası bir soruna finansal bir “kaynak” ayırmak fuzuli bir iş olarak görülüyor
Bir gazeteci, ülkeyi ilgilendiren mevcut bir sorunu ya da olası felaketleri kaç kez yazabilir? İlgili kurumları kaç kez uyarabilir? Bir sorunu ya da o sorunun çözümüne yönelik bilimsel önerileri kaç kez hatırlatmak durumunda kalabilir? Biz dönüp dolaşıp aynı sorunları defalarca yazıyoruz. Depremi, selleri, kuraklığı, yok olan gölleri, kirlenen denizleri, eriyen buzulları, yanan ormanları, küresel ısınmanın, sıcak hava dalgasının nelere mal olacağını… Hemen her gün hatırlatıyoruz.
Mesela “Doğanın tahammülü kalmadı. Acil önlemler alınmadığı takdirde küresel ısınma dünyayı son derece olumsuz etkileyecek. Küresel sıcaklığın dramatik bir düzeyde artması, bazı ülkeler üzerinde yıkıcı etki yaratabilecek” gibi benzer cümleleri daha kaç kez
Tam bir trajedi: ”Taliban’a karşı savaşıyoruz” diye Afganistan’da 20 yıldır “işgalci misafir” olarak varlık gösteren ABD ve NATO ülkeleri, şimdi Taliban’dan kaçıp Avrupa’ya sığınmak isteyen Afganlıları istemiyor
16 yıl önce… 2005’te sokaklarda içi taş dolu, demir çubuklarla çevrili barikatları kendilerine oyun alanı yapan çocukların mermi kovanlarıyla oyun oynamasını olağan hale getirenlerin ülkesindeydim. Afganistan’da…
Kabil harabeye dönmüştü. Kentteki bütün binalar ve yollar delik deşik, yıkık döküktü. Ortalık yabancı ülkelerin bayraklarından, “UN” (BM) yazılı Land Rover, cip ve makam araçlarından geçilmiyordu.
11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından Afganistan’a giren ABD ve Kabil Havaalanı’nı kendisine karargâh eden NATO’nun orada beş yıldır ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Türk askerleri de oradaydı ama operasyon için değil. Türkiye Afganistan’da ISAF (Uluslararası Güvenlik Destek Gücü)
Doğru bilgiye duyulan ihtiyaçtan doğan Wikipedia, artık gerçeği yansıtma konusunda her zaman güvenilir değil. Bu olumsuz durumu bizzat Wikipedia’nın kurucusu Dr. Larry Sanger açıkladı
İnsanoğlu müthiş bir paradoks. Hem bir yandan sosyal medyada dezenformasyon amaçlı dolaşıma sokulan bilgilerin artmasından, bilgi kirliliğinden yakınacaksın hem de kendi düşünce ve inandığın şeyi doğrulatmak için yalan yanlış bilgi paylaşacak, gerçeklik duygusunu manipüle edeceksin…
Wikipedia, internette doğru bilgiye duyulan ihtiyaçtan doğdu. Dünya üzerindeki her insana kendi dilinde, en üst kalitede, bedava bir ansiklopedi oluşturma ve dağıtma uğraşısı olarak. Bu nedenle dijital bir bilgi ağı olan Wikipedia’yı geçen yıl “bilginin otoritesi” başlığıyla yorumlamıştım. Herkesin katkıda bulanabileceği; kendi dilinde, sayıları 50 bini bulan aktif editörle internet kullanıcılarını bilginin kaynağına ulaştırarak referans alınabilecek bir ansiklopedi olduğu için. Böyle düşünen sadece ben değildim ve Wikipedia dünyada “güvenilir kaynak”