Dünya medyası sivillerin üzerine yağan bombalara bakıp kim haklı kim haksız diye sorguluyor. Oysa sivilleri öldüren bir savaşın tarafı, haklılığı olmaz. Ve artık birlikte yaşayan halklar için barıştan hiç söz edilmiyor. Neden?
1993’te Beyaz Saray’ın bahçesinde “kan ve gözyaşına yeter artık” diyen İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat el sıkıştı. Rabin’e göre Filistin direnişi, askerî bir tehdit değil, barışçıl çözüm gerektiren siyasi bir duruma işaret ediyordu. Oslo Anlaşması devreye sokuldu. Filistinlilere Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da kısmi kontrol verildi. Arafat ve Rabin, şiddete karşı olduklarını ve birbirlerini tanıdıklarını açıkladı.
Buna rağmen barış için atılan adımlar sonuç vermedi. İsrail sağı ile Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinli bazı yerleşimciler, iki lideri de ihanetle suçladı. İntihar bombaları patlatıldı, otobüsler havaya uçuruldu. Rabin Filistinlilerle barış anlaşması imzalayan “hain” ve “Nazi” olarak tanıtıldı. Ve iki
Dünya medyası hemen her gün koronavirüs istatistiklerini, hayatını kaybedenlerin trajik hikâyelerini yazıyor. Oysa virüsün altını “kazısa” arkasından dehşet verici bir hikâye çıkacak belki de
Virüs nedeniyle bir buçuk yıldır dünyadan tecrit edilmiş bir şekilde evlerimizde tutuluyoruz. Birçok ülke aşıyı bulduğu halde, bu süre içerisinde milyonlarca insan öldü ve hâlâ ölüyor. Dünya ülkeleri, küresel bir sorun olmasına rağmen özellikle “aşının patenti” gibi konulara küresel bir çözüm üretemedi. Peki, ne oldu? 2019 Aralık’ından bu yana geçen sürenin en iyi özetini geçtiğimiz günlerde dünya medyasına yansıyan üç haber ortaya koydu:
1. haber: Virüsün ilk olarak ortaya çıktığı Çin’in Wuhan şehrinde, binlerce kişi bir müzik festivalinde mesafesiz, maskesiz sarmaş dolaş bir araya geldi.
2. haber: Aynı günlerde Hindistan’da koronavirüs nedeniyle ölenlerin cesetleri yer olmadığı için şehirlerin
Tek bir görüntü; hakkında 18’in üzerinde şikâyet olmasına rağmen görevine devam eden polis memurunu bu kez yargının karşısına çıkardı
George Floyd’un nasıl öldürüldüğünü hatırlıyor musunuz? Geçen yıl, Minneapolis’te “Sahte 20 dolar” ihbarını değerlendiren dört polis, siyahi vatandaş Floyd’u şüpheli olduğu gerekçesiyle durdurdu. Polis memuru Derek Chauvin, kelepçeli şekilde yere yüzüstü yatırdığı Floyd’un boynuna 8 dakika 46 saniye boyunca diziyle bastırarak ölümüne sebep oldu.
Biz bunu nereden biliyoruz? O sırada olay yerinde bulunan bir sivilin olayı kaydetmesinden. Floyd’un defalarca “nefes alamıyorum” dediğini gösteren video kayıtları dünya medyasını ve kamuoyunu ayağa kaldırdı.
Polisin adil yargılanması mümkün olabilir mi? Demokrasilerde oluyor. Floyd’un öldürülmesini manşetlerine taşıyan Amerikan medyası, Floyd’u öldüren polis memuru Chauvin davasına bakan 12 jüriden birinin “Dizinizi boynumuzdan çekin” yazılı
Ortada bir cinayet var. Buna rağmen hâlâ cinayete kurban giden kadının hayatını kurcalayan bir yargı, bunu bilinçsizce işleyen bir medya var. Kadın eskort olsa ne olacak? Öldürülen bir kadının hayatı, onu öldüren sanığın suçunu hafifletecek mi?
Muğla’nın küçük bir kasabasında, Pınar Gültekin adında genç bir kadını döven, sonra boğarak öldüren ve ardından yakarak bir varile koyup üzerine beton döken Cemal Metin Avcı mahkeme heyetinin karşına geçti ve dedi ki; “O benimle zorla birlikte olan bir eskorttu.”
Ve Mahkeme Pınar Gültekin’i araştırmaya karar verdi. Bir cinayetten yargılanan sanığın savunması ve bu davaya bakan mahkemenin tutumu bana 38 yıl önce, Amerikan yargı tarihine kara leke olarak geçen bir tecavüz davasını hatırlattı: “Big Dan’s” davasını. 1983’te New Bedford kasabası ayakta. Mahkeme salonunda, sanık sandalyesinde tecavüzden yargılanan altı Portekizli göçmen işçi oturuyor. Davacı sigara almak için Portekizli göçmenlerin takıldığı bir bardan
Irkçı, cinsiyetçi ön yargılarla kurgulanmış algoritmalar insanın geçmişine bakıp geleceği hakkında karar verirken “yüz tanıma” programları da gözetleyerek bütün hayatınızı kayıt altına alıyor
“…Duvara asılı bir poster üstünde koca bir suratla izliyordu, Hareket ettiğinde seni izliyormuş gibi görünmek üzere tasarlanmıştı. Altında ‘Büyük Birader seni izliyor’ yazıyordu…”
George Orwell, “1984” adlı romanında yer alan kurgusal karakterlerden biri olan Big Brother’ı (Büyük Birader) böyle anlatıyor. Big Brother totaliter rejimle yönetilen, iktidar partisinin halk üzerinde büyük baskı kurduğu hayali bir ülkenin gizemli diktatörü. Orwell’in betimlediği toplumda her bir birey, tele-ekranlar aracılığıyla yetkililerin sürekli göz hapsi altındadır. Gözetim altında oldukları da “Büyük Birader seni izliyor” sloganıyla anımsatılmaktadır.
Yapay zekânın özgürlüklerimiz üzerindeki hükmünün arttığı bir toplumda yaşamak
İnsan neyse yarattığı makine de onun bir sureti oluyor. Yapay zekâ dünyayı olduğu gibi kopyaladığı için algoritmaların kararları da ırkçı, cinsiyetçi, ayrımcı olabiliyor. Medya, yapay zekâyı överken insana verdiği zararı da görünür hale getirmeli
Daniel Santos. Houston’da bir okulda öğretmen. İki kez yılın öğretmeni ve bir kez ayın öğretmeni seçildi. Mesleki başarısı beklenenin ötesine geçtiği için birçok kez takdirname aldı. Farklı okulların idarecileri ve müfettişler tarafından defalarca ödüllendirildi. Zaman içerisinde teknoloji okul yönetimlerini de etkiledi ve öğretmenlerin eğitime kattığı değeri puanlayan algoritmalar devreye sokuldu. Puanlama yapan bir algoritma, Santos’u kötü bir öğretmen olarak sınıflandırıldığı için işine son verildi.
Hangi öğretmenin işte kalıp kalmayacağına bir makine karar verince, federal mahkemede bir dava açıldı ve algoritmanın öğretmenler hakkında böylesine adaletsiz bir sonuca nasıl vardığının açıklaması istendi. Bu modeli yaratan şirket, algoritma
Fotoğrafta çocukların madalyonları var ama haberde başarı hikayeleri yok. Aksine çocukların gözlerine bant çekip, koruyucu aileye verilmeden önce geçmişte yaşadıkları aile şiddetini lime lime ediyoruz…
Şöyle düşünün: 7 yaşına kadar ailenizin şiddetine maruz kaldığınız için devlet, kardeşinizle birlikte sizi koruma altına alır. Size yeni bir aile bulunur. Koruyucu aile. Onların yanında onların çocukları olarak hayata tutunmaya çalışırsınız. Artık yeni bir hayatınız var; arkadaşlarınız, okulunuz, öğretmenleriniz… Yeni kardeşleriniz, ağabeyleriniz, yeni anne babanız var. Aradan 7 yıl geçer. Sporda başarılısınız. Koşuda ilk üçe girmişsiniz. Koruyucu ailenin yanında boynunuzda gururla taşıdığınız madalyanızla poz veriyorsunuz. Ertesi gün gazeteyi açtığınızda gözlerinize bant çekilmiş, yüzünüzün saklandığı fotoğrafınızın altında “Öz annesi üzerinde sigara söndürmüş” ifadelerinin yer aldığı haberi görseniz ne hissederdiniz?
Medya yine aynı hatayı yaptı
Biri 14, diğeri 13 yaşında iki
ABD ve Çin, virüsün kaynağı konusunda birbirlerini suçluyor. Bilim dünyası, DSÖ’nün soruşturmasını güvenilir bulmuyor. Dünya medyası ise virüsü unuttu aşıya takıldı, artık sormuyor
Küresel çapta varlığını sürdüren ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan Kovid-19’un kaynağını hâlâ bilmiyoruz. Kaynağı hayvan pazarı mı? Laboratuvar mı? Kaynağı bilmek neden önemli? Çünkü virüsün kökenini bilmek; gelecekte tekrar meydana gelme riskini azaltmanın ya da engellemenin yollarını belirlemek içindir. Dünya Sağlık Örgütü, tam da bu nedenle 13 kişilik bir ekiple virüsün ilk ortaya çıktığı Çin’in Wuhan kentine, virüsün kaynağını araştırmak amacıyla gitti. Üstelik bir yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra ülkeye ancak giriş yapabildiler.
Çin, virüsün kaynağını araştırmak amacıyla ülkeye giriş yapmak isteyen Dünya Sağlık Örgütü’ne defalarca engel çıkardı. Oysa küresel çapta bir sorunun