Siyasi partiler sahaya indiler. Hem iktidar hem de muhalefet partileri meydanlarda halkın nabzını tutmaya çalışıyor. Bu mitinglere de hatırı sayılır kalabalıklar katılıyor ya da taşınıyor. Ekranlara yansıyan görüntüler, yani meydanları dolduran kalabalıkların sayısı ve coşkusu üzerinden de partiler arası güç polemiği yaşanıyor. Sanki meydana gelen herkesin oyları cepteymiş gibi. Bu arada TBMM’nin tatile girmesiyle birlikte seçim çevrelerine dağılan her partiden milletvekilleri de sahadan edindiği izlenimleri raporlar halinde genel merkezlerine aktarıyor. Partilerin genel merkez, il ve ilçe yönetimleri de tam kadro vatandaşı, özellikle de kararsız seçmeni ikna etmek çabasıyla halkın arasında. Bu arada bir yandan da iktidar ve muhalefet arasında stratejik anlamda ön alma ve rol çalma hesapları hepten kızıştı, özellikle muhalefet kanadından vaatler havada uçuşuyor. Yani zamanında ya da muhalefetin hâlâ ısrarla dile getirdiği olası bir erken seçime dönük tüm partiler teyakkuzda. Nasıl olmasınlar ki? Her seçim önemli ama bu kez
Siyasette tartışmaların odağında hep 6’lı masa ve özellikle cumhurbaşkanı adaylığına işaret edeceği isim var. Normal, çünkü; 6 muhalefet partisinin yuvarlak bir masa etrafında toplanarak birliktelik ortaya koymaları sıra dışı, küçümsenecek bir olay değil. Üstelik bu 6 partinin dünya görüşleri ve parti programları arasında ciddi farklılıklar varken hiç değil. Onun için de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “aday mısınız” diye sorulduğunda hep 6’lı masayı işaret ediyor ve “aday belirleme yetkisi masada” diyor. Ama yaptığı aday tarifleriyle de kendisini işaret ediyor gibi... 6’lı masanın şu ana kadarki havası ise malum. İYİ Parti lideri Akşener, doğrudan desteklemedi, sadece “hakkıdır” tarzında bir açıklamayla yetindi. Dahası partisinden “Kemal Bey kişi olarak iyi, hoş, çok değerli bir adam ama onunla kazanamayız” mealinden farklı sesler de geliyor. Şu an yekten ”desteklerim” diyen masadaki tek isim DP Genel Başkanı Gültekin Uysal. Masanın diğer ayakları ise rezervli... Hatta bunun özellikle milletvekilliği
Türkiye sınırlarını terör örgütlerinden koruma kararlılığını tüm dünyaya gösterdi, gösteriyor. Hem Irak hem de Suriye’de. Yani ülkenin bekasına yönelik tehdit ortadan kalkana kadar terörist temizliğine devam. O bakımdan kimse sınırınızı niye koruyorsunuz diyemez Türkiye’ye. Nitekim diyemiyor da… Ancak Türkiye’nin bu haklı ve uluslararası hukuka uygun mücadelesini engellemek ya da uluslararası kamuoyunda farklı bir algı yaratmaya dönük, “Siviller öldürülüyor” gibisinden kara propaganda, alçaklık diz boyu. Üstelik de söze geldi mi “Terörle mücadele” diyen ama gerçekte eli kanlı teröristlere kol kanat gerenler ve onların maşaları tarafından. Bunun son örneğini de Irak’ın kuzeyinde Duhok bölgesinde düzenlenen saldırıda yaşadık. Alenen PKK’nın tetikçi olarak kullanıldığı bir senaryo olmasına rağmen Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi apar topar hiç utanmadan Türkiye’yi suçladı. Anında da Irak sokaklarında Türkiye’yi hedef alan
CHP’nin başını çektiği 6’lı masanın ağustosun ilk haftasındaki altıncı toplantısı öncesinde 6 cenahtan gelen mesajlara ve havaya bakıldığında görüntü şu: Hemen her konuda hemfikiriz ama aday hariç...
Yani “Mevcut iktidarı sandıkta yenmek, yeni bir Cumhurbaşkanı seçmek ve parlamenter sisteme dönüş planları ya da hedeflerinde aramızda bir sorun söz konusu değil. ancak en kritik konu bu kimin önderliğinde, nasıl olacak noktasında aynısını söylemek zor” durumu. Malum, o konuda masada ciddi anlamda sıkıntı var. Şöyle ki CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bu konuda ne kadar istekli ve kararlı olduğu artık herkesin bildiği bir sır! Buna da İYİ Parti’den “Kemal Bey kişi olarak iyi, hoş, çok değerli bir adam ama onunla kazanamayız” mealinden açıklamalar var... Açıkçası, şu an yekten “Desteklerim” diyen masadaki tek isim DP Genel Başkanı Gültekin Uysal. Onun dışındaki dört lider ise rezervli. Gerekçeleri de kamuoyu yoklamalarının verileri. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu bir başka test yöntemi meydan
Ülkede ne zaman bir doğa olayı yaşansa ardından kutuplaştırıcı bir başka siyasi tartışma alevleniyor. Bunun son örneğini de bayramda İstanbul’a düşen aşırı yağışla birlikte derelerin taşmasıyla yaşadık. O günden bu yana da çizme siyaseti, yani işin başında olmak-olmamak tartışması pik yapmış durumda. Karşılıklı suçlamalar, eleştiriler havada uçuşuyor. Hatta bu anlamda var olması gerekenin “ben vatandaş zarar görmesin diye öncesindeki çalışmalarda sahadayım” savunması ya da manevrasıyla durumu hafiften can simidine döndürme çabası da söz konusu. Açıkçası “Neden hâlâ bunlar yaşanıyor, yaşıyoruz”a odaklanmaktan ziyade bildik kısır siyasi polemikler daha ön planda. Kasap et derdinde, koyun can derdinde durumu yani... Dolayısıyla İstanbul’un deprem gerçekliği düşünüldüğünde endişelenmemek elde değil. Çünkü bilimsel öngörülerdeki korkulan büyük fay kırılmasının zamanı açısından artık uzatmalarda olmamıza rağmen depreme hazırlıklı olmak anlamında
15 Temmuz hain darbe girişiminde parmağı olan ABD’nin FETÖ vasıtasıyla TSK’yı kontrol altına alıp, etkisiz hale getirmek istediği herkesçe malum. Yani FETÖ’nün TSK’ya sızmasının sadece bir imamın üniforma sevdasından kaynaklanmadığı biliniyor. Dolayısıyla, TSK bu pislikten arındıkça ABD’nin kirli oyununa darbe vurulduğu da çok açık. Özellikle de ihraçların ardından Hava Kuvvetleri’nde koltuk başına düşen pilot sayısının kritik seviyenin altına indiğinin konuşulduğu günler anımsandığında. Çünkü o zamanlarda bu durumun yurt içinde terörle mücadele, Suriye ve Irak’a yönelik olası hava harekâtları düşünüldüğünde sorunlara yol açabileceği iddia ediliyordu. Ama ne oldu?
İhraçlar nedeniyle sıkıntıda denilen Türk Silahlı Kuvvetleri bir yandan yaralarını sararken, bir yandan da Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekâtlarıyla ABD’nin kafasındaki kirli oyunu bozdu, devamı da an meselesi. Irak’ın kuzeyindeki dur durak bilmeyen sortiler ve nokta atışları
Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte vizyona giren yeni soğuk savaş ya da ikinci soğuk savaş söylemi NATO’nun Madrid zirvesinde güncellenen yeni stratejik konseptte Rusya’nın “en önemli ve doğrudan tehdit” diye tanımlanması ve Çin’in ilk defa tehdit olarak kayda geçmesiyle pik yapmış durumda. Bu anlamda en çok konuşulan, tartışılanların başında da eski soğuk savaş dönemi ülkelerinin istihbarat mücadelesi ve karşı istihbarat mücadelesi, daha doğrusu örtülü savaşı var. Dolayısıyla, istihbarat dünyasında tam bir teyakkuz durumu söz konusu. Mesela ABD ve AB üyesi bazı ülkeler son aylarda 100’e yakın Rus diplomatı casusluk iddiasıyla sınır dışı etti. AB liderlerinin dinlenme korkusu olmadan gizli görüşmeler yapabileceği “casus geçirmez sığınak” inşa etmeye hazırlandığı haberleri gündemde. ABD Federal Soruşturma Bürosu FBI ve İngiltere İç İstihbarat Servisi MI5 Direktörleri ilk kez beraber kameralar karşısına geçti, Çin’i ulusal güvenliklerine en büyük tehdit olarak tanımladılar.
Rusya-Ukrayna savaşı ile Avrupa’da ciddi bir krize dönüşen enerji bağımlılığına çözüm arayışı, bir süredir terk edilmesi planlanan nükleer enerjiyi yeniden gündeme taşıdı. Başta İngiltere, Fransa, hatta azaltma havasındaki Almanya olmak üzere birçok Avrupalı devlet, nükleer enerji seçeneğine geri dönüş, daha da artırma hesabında. Özellikle de Avrupa Parlamentosu’nun bayram öncesinde (6 Temmuz) yapılan oylamada doğal gaz ve nükleer enerji santrallerine yapılan yatırımları iklim dostu olarak nitelendiren Avrupa Komisyonu’nun yasa tasarısını önlemek için sunulan bir önergeyi reddetmesi nedeniyle. Çünkü o yasa tasarısına karşı çıkanlar nükleer enerjinin kazalar, nükleer atık gibi nedenlerle riskler taşıdığına dikkat çekerek güneş, rüzgâr enerjisiyle ilerlemenin iklim ve çevre açısından en doğru seçenek olduğunu söylüyorlardı. Yani bu kararla doğalgaz ve nükleer enerji santrallerine yapılan yatırımların yeşil, sürdürülebilir ve çevre dostu olduğunu s