Ülkede ne zaman bir doğa olayı yaşansa ardından kutuplaştırıcı bir başka siyasi tartışma alevleniyor. Bunun son örneğini de bayramda İstanbul’a düşen aşırı yağışla birlikte derelerin taşmasıyla yaşadık. O günden bu yana da çizme siyaseti, yani işin başında olmak-olmamak tartışması pik yapmış durumda. Karşılıklı suçlamalar, eleştiriler havada uçuşuyor. Hatta bu anlamda var olması gerekenin “ben vatandaş zarar görmesin diye öncesindeki çalışmalarda sahadayım” savunması ya da manevrasıyla durumu hafiften can simidine döndürme çabası da söz konusu. Açıkçası “Neden hâlâ bunlar yaşanıyor, yaşıyoruz”a odaklanmaktan ziyade bildik kısır siyasi polemikler daha ön planda. Kasap et derdinde, koyun can derdinde durumu yani... Dolayısıyla İstanbul’un deprem gerçekliği düşünüldüğünde endişelenmemek elde değil. Çünkü bilimsel öngörülerdeki korkulan büyük fay kırılmasının zamanı açısından artık uzatmalarda olmamıza rağmen depreme hazırlıklı olmak anlamında görüntü hala hikâye... Evet, eskiye oranla aynı yerde değiliz, muhakkak bir şeyler yapıldı ama yapılması gerekenlerin yanında yaptıklarımız çok fazla değil… Hele de o korkulan depreme dönük en iyimser senaryonun bile tüyler ürpertici olduğu dikkate alındığında. Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Naci Görür, anlatıyor:
“Bilimsel olarak belirlenmiş periyodun artık sonlarına doğru geliyoruz.2030’a kadar olma olasılığı yüzde 64.Bu yüksek bir sınır. Hem hükümet hem de belediye tarafı yaptıkları çalışmalarla biraz eksik biraz fazla dedikleri de en az İstanbul’da bir milyon 100 küsur bina deprem dirençli, deprem güvenli değil. Bu bir milyon binadan vazgeçtik en ağır binalara bakalım onun da rakamı aşağı yukarı 50 binin üstüne çıkıyor. Şimdi diyelim ki biz 50 binden de vazgeçelim 10 bin bina artık topun ağzında, patladığı an yok olacak gibi düşünelim, 10 bin bina bu konut değil. Her bir binayı 4 kat düşünelim 40 bin kat eder. Her bir kata 2 daire koyuyoruz o zaman 80 bin daire eder. Her daireye 4 kişi koy 320 bin insan. O kadar insanın bu depremde ölme olasılığı anormal fazla demektir. En minimumdan aldık, demek ki bu 300 bini sen artık milyon kabul edeceksin.”
Bu tabloya rağmen siyasette anlamsız bir çekişme olduğunu belirten Görür, “Siyaset enteresan bir şey. Herkes kendini ülke sever zannediyor ama ülkeyle ilgili doğru şeyleri yapamıyoruz. Bir araya bile gelemiyoruz bilimin sesini bile dinlemiyorlar, duymuyorlar. İBB ile hükümet eğer kavga ederse İstanbul’u depreme hazırlayamayız. Ölecek yüzbinlerce insanın canı bunların vebali olarak ortaya çıkar. Bu işin siyaseti yok” diyor. Ardından da İstanbul Valiliği’nin İçişleri Bakanlığı’nın emriyle yaptığı İRAP (İstanbul Risk Azaltma Planı) isimli projeye dikkat çekerek, devam ediyor:
“Bu son derece güzel son derece çağdaş son derece bilimsel bir çalışma. Çünkü Valilik İstanbul’ da depremle ilgili olan bütün kurum kuruluşları toplamış onlarla toplantılar yapmış o kurumların her birine görev vermiş kimin ne yapacağını ne kadar zaman içerisinde yapabileceklerini de söylemiş ve bunları ciltlemiş dağıtmış. Yani mesela Zeytinburnu veya Büyükçekmece Belediyesine, ya da ona, buna diyor ki ‘şu tarihe kadar şu şu mahallelerindeki evlerin depreme dayanıklı olup olmadıklarını tespit et, olmayanları da yık yeniden yap. ‘Cumhurbaşkanı’nın kararıyla 3-5 gün önce yürürlüğe giren ve gönderilen Türkiye Afet Risk Azaltma Planı (TARAP) da aynı mantalitede. O da bulunduğunuz kenti depreme hazırlayın diyor ve doğru şeyler söylüyor. Bunlar eğer adam gibi yapılsa yani bizim milleti Japonya gibi düşün bu plan içerisinde Türkiye’yi kısa bir zamanda deprem güvenli hale getirebilir. Ancak ben o il valileri, belediyelerinin haberinin olup olmadığından çok kuşkuluyum veya haberi olsa da ne yapacaklarını bilmiyorlar ya da belediye başkanları para versinler de yapalım para mı var diyorlar.”
Korkulan büyük İstanbul depreminde barajların ağır hasar alması durumunda yaşanacak sorunlara da değinen Görür’ün bu konudaki uyarıları da şunlar:
“Akademik raporlara göre İstanbul’daki 16 barajın 7 tanesi sorunlu 5 tanesi sıvılaşmayla gidiyor depremde 2 tanesinde de çatlama oluyor. O barajların çevresinde binlerce, yüzbinlerce insanın bulunduğu yerleşme alanları var. Bir de İstanbul’un susuz kalma meselesi var...”
Kısacası dememiz o ki; daha yağan yağmurla taşan derelerini tartıştığımız İstanbul’da deprem olasılığı ile riskler net ve ürkütücü. Bilimsel öngörülerdeki zaman açısından da son yaklaşıyor, kim bilir belki doldu da... Yani korkulan o büyük deprem gerçekleşirse çizme siyaseti falan da sökmez...