Bayram denilince ilk akla gelenlerden aile ve akrabalar ile komşuluk ilişkileri Türk kültür hayatının ve toplum yapısının önemli bir unsurudur. Komşular bazen bize ailemizden, akrabalarımızdan ve dostlarımızdan daha yakın olabilir. Komşunun kapısını çalmak, çalabilmek, komşular arası gidip gelmeler çok değerlidir. Özellikle bayramlar, ölümler, düğünler, doğumlar, kutlamalar, yolculuklar, başarılar, başarısızlıklar, yemekler, dini ve milli önemli günler, askere, hacca, okumaya, işe, yurt dışına uğurlamalar ve karşılamalar güçlü komşuluk ilişkilerinin ritüelleridir. Yani komşuluk günümüzde bilim insanlarının dikkat çektiği modernizmin kâbuslarından biri olan yalnızlığı yenmek, dahası toplumu ayakta tutmak adına en etkin ilaçtır aslında. Ki bunlar daha ilkokuldan başlayarak anlatılır. Mesela İlkokul 3. Sınıf Hayat Bilgisi kitabında komşuluk ilişkileri hakkında şöyle deniliyor:
“Evleri yakın olan kimseler birbirlerinin komşularıdır. Ailemizden sonra en yakın çevremiz komşularımızdır. Komşuluk ilişkileri gelişmiş toplumlar huzur ve barış
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, korona vakaları haftalık periyotlarla katlanarak artıyor. 13-19 Haziran 2022’de 10 bin 954 olan haftalık vaka sayısı, 20-26 Haziran 2022’de 26 bin 635’e yükseldi. 27 Haziran-3 Temmuz arasında vaka sayısı ise 57 bin 113 oldu. Gerçek vaka sayısının 100 binin çok üzerinde olduğunu öne süren bilim insanları da var. İddialarının dayanağı da açıklanan rakamlar sadece bir belirti gösteren ve bu nedenle hastaneye başvurduğunda da kriterlere uyup test yapılan insanlarda bulunan pozitif vaka sayısı şeklinde. “Bu Omicron’da da böyleydi, BA.1-2-3-4-5 gibi birçok alt varyantında da böyle; yüzde 90’ı belirtisiz seyrediyor” diyorlar. Yani belirtisi olan kişi sayısı ile enfekte olan virüsü bulaştırma potansiyeli olan insan sayısı çok daha farklı. Evet, rakamlar eskiye kıyasla çok azalmış durumda ama bu yükselme ivmesi virüsün nasıl bir bela olduğunu anımsatması açısından kritik önemde. Çünkü normalleşme süreciyle birlikte toplumda tedbirler de tamamen esnedi. Hatta tam
Siyasetin tepesi “muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı kim?” denklemiyle meşgul. İktidar olası rakip belli olsun ona göre pozisyon alayım derdinde, muhalefet cephesinde ise “Mavi Boncuk” şarkısının “Onda bunda şundadır. Şunda, bunda, ondadır. Mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ondadır” sözleri dillerde. Bir anketlere bakacağız deniliyor, hemen sonrasında ise görüntü o yetmez, liderlerin dediği daha önemli veya geçerli noktasına evriliyor.
Vatandaş, örgüt görüşü falan değil, liderlerin işareti, keyfi duruşu ve buna bağlı olarak da gel-git durumu yani. Nitekim 6’lı masanın dünkü 5.inci buluşmasından yansıyanlar tam da bu havadaydı... Tabii bu arada muhalefet cenahının parçalı kesiminden de adaylık olasılıkları söz konusu. HDP’nin kendi adayını çıkarması ya da Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce’nin ısrarlı iddiası gibi. Yine ilk turda her parti kendi adayını çıkarsın ikinci tur için raconu sandık kessin olasılığı da geçerli. Kısacası adaya odaklı siyasetin tepesi epey karışık ve görüntü flu...
A
6’lı masanın yarınki beşinci buluşması öncesinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun son aday tarifindeki “Sembolik aday olmaz” vurgusu çok bilinmeyenli denklemi daha da karmaşıklaştırdı. Malum, en merak edilen, en çok konuşulup, tartışılan “Aday kim?” sorusu yöneltildiğinde 6’lı masadan çıkan ortak ses somut isim değil, daha önce ilan ettikleri şu 6 kritere endeksli:
Özgürlükçü, demokratik değerleri içselleştirmiş, milletimizin tamamını kucaklayan, siyasi ahlak ilkelerini benimseyen, liyakat sahibi bir aday...
Ha bir de konuşulan ama resmen kayda geçmeyen “Seçilebilirlik, koltuğa yapışma heveslisi olmayan, koltuğa oturduktan sonra da 6’lı masada oturan tüm liderlerle ortak çalışma yürütebilecek” gibisinden 3 kriter daha var. Yani ortak Cumhurbaşkanı adayı, açıklanan 6 kriterin yanı sıra seçilebilecek, inebilecek, yetkileri de paylaşacak “X” bir kişi!.. Dolayısıyla, tam da en başta hedefledikleri sistem değişikliğiyle birlikte ülkeyi yönetmek için Başbakanlığa talip
Türkiye’den İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine zorlu bir veto süreci konuşulurken her iki ülkenin terör örgütleri PKK, uzantıları YPG/PYD ve FETÖ ile aralarına mesafe koymayı, hatta mücadelede iş birliğini resmen kayıt altına almalarıyla görüntü bir anda değişti. Ya da Türkiye’nin masada istediğini almasıyla kapı açıldı. Şimdi sıra bu mutabakata destek açıklamaları yapan ABD başta olmak üzere NATO’nun tüm üyelerinin de aynı noktaya gelmesinde. Çünkü NATO bir savunma paktı. En büyük mücadele alanlarından biri de terörizm. NATO’nun kuruluş ilkeleri, bölgesel ve küresel istikrar ve güvenlik için her türlü terör örgütüyle mücadeleyi gerektiriyor. Bu konuda iş birliği ve dayanışmayı şart koşuyor. NATO’nun geleneklerinde, temel dokümanlarında, çalışma esaslarında var olan bir husus bu. Nitekim NATO’nun 2030 Stratejik Konseptine dönük hazırlanan taslak raporda 2010 yılına ait Stratejik Konsept belgesi güncellenirken dikkate
Terörle, teröristle mücadelede başarı güvenlik güçlerinin donanımı ve kullanılan teknoloji kadar, istihbaratın etkinliğiyle de bağlantılı bir durum. Yani caydırıcılık açısından var olan vurucu güçle birlikte özellikle güvenilir, net bilgi elde etmek ve doğru ya da nokta hedeflere yönelmek de gerekiyor. Hem arananlar listesindekileri bulup temizlemek hem de eylem hazırlığındaki teröristleri harekete geçmeden enselemek açısından. Bu bağlamda da silahlı ve silahsız İHA’ların envanterine girmesiyle birlikte teknik imkân ve kabiliyetleri artan MİT, dış operasyonlar ve bilhassa sınır ötesindeki terörle mücadele operasyonlarıyla daha proaktif bir rol üsleniyor. Mesela PKK’nın sözde lider kadrosuna yönelik gerçekleştirdiği etkisizleştirme harekatları, yurt dışındaki firari FETÖ’cülerin paketlenerek ülkeye getirilmesi, Somali’deki teröristlerin alıkoyduğu İtalyan vatandaşının kurtarılması, Moldova’dan Malezya’ya birçok ülkenin yardım ve iş birliği talebiyle DAEŞ’e katılan ancak pişman olup
Rusya korkusuyla NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına sığınmak isteyen ya da ABD’nin planı dahilinde hareket eden İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine Türkiye’nin karşı çıkma gerekçesi çok açık ve net: Her iki ülkenin, özellikle de İsveç’in 1952’den beri NATO üyesi olan Türkiye’nin bekasını tehdit eden terör örgütleriyle ilişkisi, bağı, hatta iş birliği. Dolayısıyla, “Madem müttefiklik istiyorsun, önce kendine bir çekidüzen ver” diyor. Hem de somut ve net adımlarla. Türkiye’nin bu haklı güvenlik gerekçelerine ve kararlı duruşuna karşı NATO zirvesi öncesinde her iki ülkeden gelen seslere, görüntülere bakıldığında da Finlandiya sanki biraz daha yola gelirmiş havasında.
İsveç ise aynı kafada bildiğini okumaya devam ediyor. Hatta son günlerde işi daha da azıtmış durumda. Mesela PKK/ YPG’ya verdiği açık destekle bilinen İsveç’in başkenti Stockholm’de belediye binasına ve kentin sembol yapılarından Avicii Arena’ya
Bitiyor mu, biter mi derken koronavirüs pandemisi hepten ortadan kalkmadı ama biz unuttuk. Çünkü dünyada 6 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan salgındaki akut kötü dönem geride kaldı. Çok düşük de olsa devam eden günlük vaka ve ölüm sayıları da artık pek önemsenmiyor. Tabii bunda virüsün etkisini azaltan yöndeki mutasyonlarının payı büyük. Bu anlamda en iyimser öngörüler, daha doğrusu beklentiler de virüsün böyle böyle yok olacağı şeklinde. Ancak tam tersi bir mutasyon olur, daha sert, ölümcül bir varyant gelişir, uzar bu iş olasılığı da var. Nitekim İngiltere’de uzmanlar koronavirüs vakalarında artış yaşandığını söylüyor. Omicron’dan türeyen yeni BA.4 ile BA.5 alt varyantlarının baskın olduğuna işaret ediyor ve bu varyantların antikorlara karşı daha dirençli olduğundan şüpheleniyor. Yani Kovid’in kaderi virüse bağlı, dolayısıyla koskoca bir soru işareti. Dahası, bir başka soru işareti de koronavirüsün uzun vadede yaratacağı risk,