Rusya-Ukrayna savaşı ile Avrupa’da ciddi bir krize dönüşen enerji bağımlılığına çözüm arayışı, bir süredir terk edilmesi planlanan nükleer enerjiyi yeniden gündeme taşıdı. Başta İngiltere, Fransa, hatta azaltma havasındaki Almanya olmak üzere birçok Avrupalı devlet, nükleer enerji seçeneğine geri dönüş, daha da artırma hesabında. Özellikle de Avrupa Parlamentosu’nun bayram öncesinde (6 Temmuz) yapılan oylamada doğal gaz ve nükleer enerji santrallerine yapılan yatırımları iklim dostu olarak nitelendiren Avrupa Komisyonu’nun yasa tasarısını önlemek için sunulan bir önergeyi reddetmesi nedeniyle. Çünkü o yasa tasarısına karşı çıkanlar nükleer enerjinin kazalar, nükleer atık gibi nedenlerle riskler taşıdığına dikkat çekerek güneş, rüzgâr enerjisiyle ilerlemenin iklim ve çevre açısından en doğru seçenek olduğunu söylüyorlardı. Yani bu kararla doğalgaz ve nükleer enerji santrallerine yapılan yatırımların yeşil, sürdürülebilir ve çevre dostu olduğunu savunan yasa tasarısının kabulünün de önü açılmış oldu. Dolayısıyla nükleer enerji ligi de hareketlendi ve birçok ülke zaten var olan reaktörlere yenilerini ekleme hesabında. Hatta bu yönde faaliyetler çoktan başladı bile. Açıkçası “nükleere son” bakışından hafiften tornistan durumu söz konusu. Bizde ise durum malum. Her şey planladığı gibi giderse, 2023’te ilk reaktör devreye girecek diğer üç reaktör birer yıl arayla çalışmaya başlayacak. Santralin tam kapasitede çalışması 2026’yı bulacak. Böylelikle Türkiye’de nükleer enerji kullanan ülkeler ligine dahil olacak. Ama bir yanda da Avrupa Parlamentosu’na yapılan ve reddedilen itirazlarda olduğu gibi “nükleer enerjinin kazalar ve nükleer atık açısından riskler” içeren gerekçelerle nükleer enerji, karşıtlığı da tam gaz devam ediyor. Bu durumda da Türkiye açısından nükleer enerjinin önemi ve risk olasılıklarını bir kez daha irdelemekte yarar var. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıbbi KBRN (Kimyasal-Biyolojik-Radyoaktif-Nükleer) Tehdit Anabilim Dalı Başkanı ve aynı zamanda Kimyasal Biyolojik Radyolojik ve Nükleer Savunma Politikaları Geliştirme Derneği Başkanı da olan Prof. Dr. Levent Kenar anlatıyor:
“Nükleer enerji konusunda geç bile kaldık. Toprak büyüklüğü Konya kadar beğenmediğimiz bir sürü ülkede değil bir tane 2-3 tane nükleer santral var. Fransa’da nereden baksanız 50-60 tane nükleer santral var ve Fransa elektrik enerjisinin neredeyse yüzde 80’ini bunlardan elde ediyor. Bildiğim kadarıyla Fransızlar doğru dürüst elektrik faturası ödemiyorlar. Yani o kadar ucuz ve yüksek potansiyelde elektrik enerjisi elde ediyorlar ki santrallerden. Biz de yeni yeni daha bunları kuruyoruz 3 tane deniliyor ama ilk önce birincisini faaliyete geçirsek o belki önayak olacak, diğerlerinin de kurulmasını teşvik edecek. Hammadde olarak Uranyum zaten Marmara bölgesinde var Plutonyum o kadar değil ama uranyum mevcut. Toryum da var ancak Toryum’un nükleer santralde kullanılması için bazı ön işlemlerden geçirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla hammadde var ve nükleer santral eğer uygun şartları sağlarsanız, teknolojik alt yapıyı oluşturup gerekli güvenlik tedbirlerini alırsanız gerçekten güzel bir olay. Özellikle uygun ve ucuz enerji elde edebilme anlamında… Ve bu Türkiye gibi coğrafik konumdaki bir ülke için şart olan bir durum...”
Ya çevre için büyük tehdit, risk itirazları?
“Bunun sebebi Çernobil olayı, eğer o kaza meydana gelmeseydi ülkelerin, kişilerin farkındalığı bu kadar olmazdı. Dramatik olaylar da yaşandı. Dolayısıyla bir korku oluşturdu bu farkındalık. Aslında nükleer santrallerde yeterli güvenlik tedbirleri, belli bazı regülasyonlar, akış şartları var onları uyguladığınız zaman zaten kolay kolay kazayı da oluşturmazsınız, Uçak gibi düşünün. Karayolları kazalarına kıyasla uçak kazaları çok nadirdir değil mi? Çünkü çok hassas denetimler vardır, her şey en ince detayına kadar tek tek kontrol edilir. Nükleer santralde böyle bir şey. O korku o hassasiyet olduğu sürece denetimlerde çok fazla olur. Yani boş vermişlik az olur. Yine hastanelerdeki radyoloji ünitelerini düşünün. Oralarda da harfiyen tedbirler uygulanıyor. Kişilerin dozları devamlı kontrol ediliyor oradaki birimlerin bulunduğu hem odalar hem de onların çevresinde radyasyon okumaları yapılıyor. Belli bazı kurallar uygulanıyor. Nükleer santralleri de radyoterapi ünitelerinin büyütülmüş şekli olarak düşünebiliriz. Her ikisinde de biyogüvenlik tedbirlerinin harfiyen yerine getirilmesi esastır. Rehavete kapılmadan yerine getirdiğiniz zaman da hiçbir şey olmaz.”
Bazı ülkelerce manipüle etme durumu da olabilir mi?
“Tabii, elbette, sonuçta bu iş paraya, maddiyata dayanıyor. Kendisi üretmesin, bizden enerji alsın. Dahası nükleer santral yapımı ne demektir? İlerde bir nükleer silaha bir atom bombası yapımına kolaylık sağlamak. Yani bu teknolojiye sahip olmak demektir. Bunlar hep tabi stratejik konular. Bu tür santraller bir ülkenin elinde güç güvencesidir. Çünkü böyle bir potansiyele sahip olmak bilimin ve teknolojinin en üst seviyedeki uygulamalarıdır. O yüzden bizim bilimsel anlamda ilerlememize de büyük katkı sağlayacaktır, ivme yaratacaktır.”
Türkiye açısından kaçınılmaz yani?
“Tabi ki hem olumlu bir şey hem de geç kalınmış ve Türkiye gibi büyük bir ülkenin sahip olması gereken bir durum. Uygun güvenlik koşulları hiçbir ihmale uğramadan yapılırsa doğa katliamı da gerçekleşmez sızıntı da olmaz, nükleer reaktör kazası da görülmez. Sıfır toleransla harfiyen kuralların uygulandığı, sağlandığı sürece herhangi bir kaza durumu sıfırdır. Bulunduğu yer için tehdit falan değil yani...”
Özetle; Rusya’dan kaynaklı dünyadaki yeni durum ve Avrupa Parlamentosu’nun son oylamasındaki doğalgaz ile nükleer enerjinin “yeşil yatırım” sayılmasına destek veren kararıyla nükleer enerjiye bakışta “çarşı” epey karışmış durumda...
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024