Dünya medyası; bazı küçük farklılıklar içermekle birlikte, toplu intiharlar veya kamuya mal olmuş kişilerin intiharlarının dışında intihar haberlerinin verilmemesi yönünde ortak düşünceye sahip.
The Guardian ve BBC gibi birçok medya kuruluşu intihar haberlerini meslek yayın ilkelerinin içerisinde değerlendiriyor. Bu şu demek; öncelikle intihara ilişkin bir haberin, haber değeri mutlaka sorgulanmalıdır. İntihar haberleri verilmeden önce bunun olası etkileri yazı işlerinde tartışılmalıdır. Kamuoyunu etki altında bırakacak genişlikte yayın yapılmamalıdır. Olayı gösteren fotoğraf, resim veya film ve notları yayımlanmamalıdır. İntihar haberlerinin benzer sorunları yaşayan insanları cesaretlendirebildiği unutulmamalıdır. Eğer söz konusu intiharın haber değeri varsa ve kullanılması gerekiyorsa çok dikkatli bir uslupla aktarılmalıdır. Haberlerde intihar yönteminden bahsedilmemeli, kullandığı ilaçların isimleri yazılmamalı, haberin kullanılmasına ilişkin çok sağlam bir gerekçe yoksa göz ardı edilmelidir.
Medya intiharı seviyor
Fakat görünen o ki; bu kurallara genel olarak, Milliyet’te dâhil Türkiye medyasının uyduğu pek söylenemez. İnternet girişimleri üzerine çalışan ve aynı
Türkiye’de medyanın sorunlarını konuşmak için İzmir’e doğru yola çıktığımda, Milliyet’ten Namık Durukan da günlerdir Suruç sınırında ve Kobane’de iki adım ötesine düşen bombaların, cesetlerin, hedef gözeterek atılan kurşunların ortasında gazetecilik yapmaya çalışıyordu.
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Medya İletişim Derneği ve Medya Kulübü’nün organizasyonuyla gerçekleşen toplantıda medyanın hal ve gidişatını anlatırken çatışma bölgelerinde gazeteciliğin zorluklarına, hemen her konuda karnemizin kötü olması sebebiyle değinemedim bile.
Ancak itiraf etmeliyim ki; medya eleştirilerinin çok ötesinde ülkenin geleceği açısından son derece duyarlı, sorgulayıcı, bir o kadar endişeli ve düşündürücü sorularla bizi ‘köşeye’ sıkıştıran öğrenciler muhteşemdi. Bu da okurlarımızın eleştirilerini daha da kıymetli hale getiriyor.
Çünkü böyle bir sorgulama bir gazetecinin haberi nasıl gördüğünden çok, niçin görmediği, okurun doğru habere ulaşma hakkının ihlal edilip edilmediği yönündeki soruları da beraberinde getiriyor.
Örneğin dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan acıları görmemek, sansürlemek, yok saymak, ötekileştirmek mümkün mü? sorusuna bir gazetecinin “Elbette mümkün değil”
Savaşa, teröre ya da olası bir katliama dikkat çekmek isteyebilirsiniz.
Bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi; yürüyerek, pankart açarak, miting düzenleyerek, zulme, yıkıma, kıyıma, şiddete karşı protesto haklarınızı kullanabilirsiniz.
Ama siyasi kutuplaşmanın derin, öfke yönetimlerinin başarısız, provokatörlerin anında işbaşı yaptığı bizim gibi ülkelerde her protesto eylemi bir çatışma ortamına dönüşüyor. Öyle ki; ‘savaşa hayır’ derken bile hâlâ şiddet dilini kullanıyoruz. Hâlâ şiddete şiddetle karşılık vererek sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz.
Yine öyle oldu.
Kobanê kentine IŞİD saldırılarını ve Türkiye’nin izlediği politikayı protesto eden grupların ülke genelinde başlattığı gösterilerde şiddet giderek tırmandı. HDP’nin Kobani için “sokağa çıkın” çağrısından hemen sonra başlayan olaylarda bir hafta içinde 7 ilde ölenlerin sayısı 40’a yükseldi, yüzlerce yaralı var. Olayların yaşandığı 6 şehir ve 22 ilçede de sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
‘Sokağa çık’ çağrısı
Geçtiğimiz ay BBC adına Gabriel Gatehouse adlı bir gazeteci, Cezza’daki YPG ve YPJ’lilerle görüştü. BBC haber sitesinde 5 Eylül 2014’de yayımlanan haber röportajda “Bêrivan” adlı genç bir kızın fotoğrafına da yer veriliyor.
Bir ay sonra kimliği ve kaynağı belirsiz biri ya da birileri bu fotoğrafın altına “19 yaşındaki Batmanlı Ceylan Özalp adında genç bir kız Kobani’de IŞİD’in eline düşmemek için son kurşunu kendine sıktı” şeklinde bir not düşerek bir tweet attı.
İnternet siteleri bilgiyi doğrulatmadan, kaynağına ulaşmadan söz konusu tweet üzerinden bu iddiayı sürdürdü. Öyle ki; “Cezza’daki Berivan”, “Kobani’deki Ceylan” oldu. Birinde “Batmanlı” ise bir başka sitede “Sason”lu oldu. YPJ’li iken PKK’lı oldu...
Sosyal medyada dolaşıma giren Berivan’ın fotoğrafı; her defasında yeni bir “yalan” üreten kuşkulu bir habere dönüştüğü halde, bir gün sonra aralarında Milliyet’in de olduğu birçok gazete söz konusu haberi yayımladı.
Bilgi kirliliği
Bir sonraki gün Berivan’ın fotoğrafı yine internet ve gazeteler yer alacaktı fakat bu kez de haberin yalan olduğu bilgisine yer verilerek...
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre; bugün ikinci dünya savaşından bu yana sığınmacı, mülteci ve zorla ülke içinde yerlerinden edinen yardıma muhtaç insanların sayısı dünya genelinde toplam 51.2 milyona ulaşmış görünüyor.
Bunlar arasında sadece mültecilerin sayısı dünya genelinde 16.7 milyon ve bunun elbette mülteci krizlerine komşu olan ülkelerin kabul ve barındırma kapasiteleri üzerinde de etkisi olacaktır.
Bir yılda 12 bin mülteci
Dolayısıyla bir savaşın bir ülkeye faturasını çıkartabilirsiniz, ülke kaynaklarının nasıl silaha dönüştürüldüğünü anlatabilirsiniz ama bir savaşın mağdurları üzerinden bu hesabı yapamazsınız.
Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Komutanı Kıdemli Albay Yavuz Geçim, sadece bu yıl yaklaşık 12 bin mültecinin yakalandığını ve bu düzensiz göçle ilgili ayda 3 milyon euro masraf yapıldığını belirtince, Milliyet Ege haberi “Mülteci ile mücadele için her yıl 36 milyon Euro’yu denize döküyoruz” başlığıyla manşetine taşıdı.
Burak Gezen imzalı haberde söz konusu parayla neler yapılabileceği ise şu sözlerle ifade ediliyor: “İzmir için orta ölçekte 4 stat; 10-12 derslikli 68 okul; 300 yataklı tam teşekkülü
Son birkaç yıldır çözüm sürecinde medyanın dili ve rolü üzerine meslek örgütlerinin ve akademisyen çevrelerin düzenlediği toplantılara katılıyorum.
Hemen her toplantıda çözüme yönelik barış gazeteciliğinin önemi, kamuoyunun doğru bilgiye ulaşma hakkı, nefret dilini üretmeme, savaş çığırtkanlığı yapmama gibi hususlara da dikkat çekilmekte.
Geçtiğimiz hafta benzer bir toplantı Diyarbakır’da gerçekleşti.
Türkiye Gazeteciler Federasyonu ve Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nin ortaklaşa düzenledikleri bu toplantının diğerlerinden farkı ve önemi 81 ilin basın meslek örgütü başkanlarını da bir araya getirmesinde...
Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veysi İpek ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) Genel Başkanı Atila Sertel’in bu sürece ilişkin ortak düşüncesi; kimsenin kimseyi ötekileştirmediği, dini, dili, mezhebi, ırkı, inancı veya inançsızlığı ne olursa olsun herkesin beraber yaşadığı bir Türkiye yaratmak.
Çözüm üreten bir dil
Genellikle dünyaya adını duyuran güçlü ve kalitesi kanıtlanmış ürünler çoğu kez ürüne verilen adın kendisi haline gelmekte.
Yani ticari bir markanın adı bir süre sonra ürünün yerine geçebiliyor.
Örneğin yüzlerce kahve markası arasından seçim yaparak kahvenizi isteyebilirsiniz ancak biz çoğu kez hazır kahve içmek istiyorsak kahve demiyoruz da “Nescafe lütfen” diyoruz. Oysa Nescafe bir markadır. Ya da tıraş bıçağına “Jilet” (Gilette) dememiz gibi... Oysa bizim jilet dediğimiz şey 1900’lerin başında ABD’de ortaya çıkmış tescilli bir tıraş bıçağı markasıdır.
Bu sadece biz de değil dünyada da böyledir. Örnekleri çoğaltmak mümkün: Jeep mesela bir dünya markasıdır. Ama bütün arazi araçlarına neredeyse hepsini Jeep olarak yazmaktayız.
Daha da önemlisi ürünün adını alan markalardan bazıları artık piyasadan silinmiş olsalar bile ürünle özdeşleşen marka adları olarak hâlâ kullanılıyorlar. Türkiye’de “Blue Jean” yerine artık tarih olmuş bir firmanın “Kot” isminin hâlâ kullanılması gibi...
Dünya ülkelerinde ise markanın ürünün yerine geçtiği en belli başlı örnek şampanya. Şampanya’da aslında Fransa’da köpüklü bir şarap markasıdır. Üreticisinin ürününe verdiği addır.
Alimak bir
2000’li yılların başında Amerika’da cinayet işleyen erkekler üzerine yapılan bir araştırmaya göre; cinayet işleyen her dört erkekten üçünün, kadınlarla olan ilişkilerinde ‘iktidarsız’ oldukları tespit edilmişti.
Türkiye’de ise kadına yönelik ölümcül şiddet, erkeğin güç ve iktidarı olarak algılandığı için onları böyle bir araştırmaya konu yapmak yerine, aksine show programlarına konuk yapıyoruz. Öyle ki ‘ölenin hiç mi kabahati yok’ mealinden sorularla olaya her defasında pornografik ya da magazinsel bir boyut kazandırmayı da ihmal etmiyoruz.
Yazık!
Yine öyle oldu: iki karısını öldürdükten sonra kendisine yeni eş arayan bir erkek televizyonlara konuk, gazetelerin haber ve röportajlarına konu olunca; olay haliyle yuhalayanlar ve alkışlayanlar, hak verenler ya da vermeyenler gibi taraftarları olan bir mesele haline getirildi.
Milliyet’in kadınlara yönelik şiddet haberlerinde çoğu kez kadınların hakkını hukukunu koruyup kollayan bir yayın politikası izlediği bir gerçek.
Konu saptırıldı mı?