Savaşa, teröre ya da olası bir katliama dikkat çekmek isteyebilirsiniz.
Bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi; yürüyerek, pankart açarak, miting düzenleyerek, zulme, yıkıma, kıyıma, şiddete karşı protesto haklarınızı kullanabilirsiniz.
Ama siyasi kutuplaşmanın derin, öfke yönetimlerinin başarısız, provokatörlerin anında işbaşı yaptığı bizim gibi ülkelerde her protesto eylemi bir çatışma ortamına dönüşüyor. Öyle ki; ‘savaşa hayır’ derken bile hâlâ şiddet dilini kullanıyoruz. Hâlâ şiddete şiddetle karşılık vererek sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz.
Yine öyle oldu.
Kobanê kentine IŞİD saldırılarını ve Türkiye’nin izlediği politikayı protesto eden grupların ülke genelinde başlattığı gösterilerde şiddet giderek tırmandı. HDP’nin Kobani için “sokağa çıkın” çağrısından hemen sonra başlayan olaylarda bir hafta içinde 7 ilde ölenlerin sayısı 40’a yükseldi, yüzlerce yaralı var. Olayların yaşandığı 6 şehir ve 22 ilçede de sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
‘Sokağa çık’ çağrısı
Kobani protestoları okurlarımızı da böldü. Bazı okurlarımız bu vahim, sonuçtan “Biz sokağa çıkın derken şiddete çağrı yapmadık” dese de sadece HDP’yi değil, bu çağrıya yer veren basını da sorumlu tutuyor. İsmini vermeyen bir okurumuz kısaca “HDP bir siyasi parti olarak büyük bir miting düzenleyebilirdi ama bunu yapmayıp halka ‘Sokağa çıkın’ dedi. Basın bu sözün ne anlama geldiğini iyi değerlendirmeliydi. Bu çağrıya yer vermeden önce doğuracağı sonuçları da düşünmeliydiniz” diyor. Muhammet Bestan adlı okurumuz ise “Atatürk büstünü parçalamanın, kırıp dökmenin, camı çerçeveyi indirmenin, arabaları parçalayıp otobüsleri ateşe vermenin, bayrak yakmanın daha da önemlisi öldürmenin adı ne zamandan beri protesto oldu?” diye soruyor.
Sorunun Hizbullah ve PKK arasındaki çatışmalara dönüştüğünü hatırlatan, aslında barış sürecinde taraflar arasında yaşanan sorunların ‘Kobani’ olarak karşımıza çıktığını öne süren, olayların bu noktaya gelmesinden hepimizin sorumlu olduğunu belirten ya da bu tehlikeli gidişata dur demek için hepimizin üzerine düşen sorumluluğu hatırlatan çok sayıda okurlarımız da var.
‘Süreci’ bozan kim?
Okurlarımızın görüşlerine tek tek yer veremiyorum. Ancak okur eleştirileri Milliyet gazetesinde yer alan bazı haberlerle de ilgili olmakla birlikte, medyanın genel duruşu üzere...
Buna karşın Milliyet’in olaylar çıktığı andan itibaren son derece hassas bir dil kullandığını, HDP’nin ‘sokağa çıkın’ çağrısını bir sonraki gün çıkan olaylarla ilgili haberin içerisinde değerlendirdiğini, Kobani’ye dikkat çekmek isteyen protesto eylemlerinin, barış sürecini bozmaya çalışanların devreye girmesiyle nasıl şiddet eylemlerine dönüştüğünü okurlarımıza hatırlattığını da belirtmek isterim.
Ayrıca HDP-PYD cephesinin, hükümetin Kobani’ye yardım etmesi, ve bir koridor açılarak her türlü yardımın ulaştırılması konusundaki talebine beklediği karşılığı alamaması üzerine olayların baş gösterdiği de bir gerçektir.
Dolayısıyla öncelikle siyasiler birbirini suçlayıcı, saldırgan şiddet dilini terk etmelidir. Barış sürecini ‘tehlikeye’ atmadan, çatışmaların üzerine ‘körükle’ gitmeyen bir siyasi iradeye ihtiyacımız olduğu kesin.
Bu süreçte basının üzerine düşen; bu çatışmacı ortamdan yararlanmak isteyenlere karşı her zaman ahlaklı ve doğru habercilikten yana olmaktır. Gazetecinin görevi savaş ve çatışma ortamında olayları dramatize ederek, duygusal sömürü yaparak insanları ayrıştırmak değildir. Bir savaşın, terörün ve çatışmanın doğuracağı sonuçlar açısından kitleler üzerinde farkındalığını yaratmak olmalıdır.
Baştan savma habercilik
Tolga Dürüst adlı okurumuz “Volkan Saraçoğlu hayatını kaybetti” başlıklı iki paragraflık küçük bir haberde yapılan sayısız yanlışa dikkat çekiyor ve “Milliyet gibi bir gazetenin yitirdiğimiz bir sanatçının anısına biraz saygı göstermesi gerekmez mi?” diye soruyor. Okurumuz haklı. Volkan Saraçoğlu haberde belirtildiği gibi 1954 yılında doğmuşsa 1964 yılında Maçka Teknik Makine Bölümü’nden nasıl mezun olur? Üstelik hata iki kez tekrarlanmış. Yani okulu 10 yaşında bitirmiş 10 yaşında tiyatroya başlamış. Doğrusu 1971 yılında olacak. Ayrıca sanatçının kalp yetmezliği ve akciğer kanseri sebebiyle hayatını yitirdiği de belirtilebilirdi. Biz buna ‘baştan savma’ haber diyoruz. Sanatçının sevenlerinden ve okurlarımızdan özür dileriz.