Türkiye’de medyanın sorunlarını konuşmak için İzmir’e doğru yola çıktığımda, Milliyet’ten Namık Durukan da günlerdir Suruç sınırında ve Kobane’de iki adım ötesine düşen bombaların, cesetlerin, hedef gözeterek atılan kurşunların ortasında gazetecilik yapmaya çalışıyordu.
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Medya İletişim Derneği ve Medya Kulübü’nün organizasyonuyla gerçekleşen toplantıda medyanın hal ve gidişatını anlatırken çatışma bölgelerinde gazeteciliğin zorluklarına, hemen her konuda karnemizin kötü olması sebebiyle değinemedim bile.
Ancak itiraf etmeliyim ki; medya eleştirilerinin çok ötesinde ülkenin geleceği açısından son derece duyarlı, sorgulayıcı, bir o kadar endişeli ve düşündürücü sorularla bizi ‘köşeye’ sıkıştıran öğrenciler muhteşemdi. Bu da okurlarımızın eleştirilerini daha da kıymetli hale getiriyor.
Çünkü böyle bir sorgulama bir gazetecinin haberi nasıl gördüğünden çok, niçin görmediği, okurun doğru habere ulaşma hakkının ihlal edilip edilmediği yönündeki soruları da beraberinde getiriyor.
Örneğin dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan acıları görmemek, sansürlemek, yok saymak, ötekileştirmek mümkün mü? sorusuna bir gazetecinin “Elbette mümkün değil” demesi, artık okur gözünde yeterli bir yanıt sayılmıyor. Aksine; böyle bir soru bugün Kobane’de yaşananlar üzerinden tartışıldığında, daha derin bir açıklamayı gerekli kılıyor.
Suruç’a giden doktorlar
Öğrenciler soruyor:
* Türkiye’nin dört bir yanından doktorlar sessiz sedasız Suruç’a doğru yola çıktığında merkez medya haberi niçin görmedi, görenler de yeterince yer vermedi?
* Bölgedeki gönüllü doktorların Sağlık Bakanlığı’na sundukları rapordan neden tek bir cümle dahi söz edilmedi?
* Sosyal medyada paylaşım rekoru kıran Prof. Dr. Cem Terzi’nin bölgedeki gözlem ve deneyimlerini raporlaştırarak Sahra Hastanesi’ne neden ihtiyaç duyulduğunu, bakanlığın yanıtının neden tatmin edici olmadığını, bu konuda uluslararası imza kampanyasının niçin nasıl başlatıldığını biliyor muyuz?
* Bütün bunlar hiç olmamış gibi davranmak mümkün mü peki?
Bin bir zahmetle oluşmuş olan barış ortamını koruyup, barış dilinin yeniden kurulmasını en kolay sağlayacak olanın sağlık alanı olduğunu söyleyen ve bölgede gönüllü olarak çalışan Avrupa Cerrahi Derneği Başkanı Prof. Dr Cem Terzi de medyanın bu alandaki haberlere ilgisiz kaldığını düşünüyor.
İnsanlar ölürken siyasi analizlerin hiç bir anlamının kalmadığını söyleyen Prof Dr Terzi “Üstelik sınırda bugüne kadar yaralılara verilen sağlık hizmetleri yine Sağlık Bakanlığı’nın olanaklarıyla gerçekleştirildi. Dolayısıyla basının bize şunları da sorması gerekmez mi? O halde sorun ne? Bütün çabalara ve iyi niyete karşın sağlık hizmetlerinin işleyişinde ciddi bir koordinasyon eksikliğinden kastınız ne? Neden Sahra hastanesi, kriz masası kurulsun diyorsunuz? Bu ve benzeri soruları sormadan bunları kamuoyu ile paylaşmadan barış dilini yakalamak mümkün mü?” diye soruyor.
Yer ve zaman darlığı
Milliyet yazı işleri bölgeden gelen sıcak haberlerin içerisinde söz konusu gelişmelere yer ve zaman darlığı nedeniyle yeterli olmasa da yer verdiği görüşünde... Gazetenin bölgedeki gelişmelere sessiz kaldığını söylemek
büyük bir haksızlık olur.
Hele ki; yaklaşık bir aydır bölgeden hemen her gün sıcak haber geçen Milliyet muhabirlerinin özel haber için canlarını tehlikeye attığı şu günlerde... Ancak öğrencilerin eleştirisi de yerinde bir eleştiridir.Bir haberin önemi
diğer haberlerin önemini ortadan kaldırmaz. Okurların hissetmediği, göremediği sağlık alanındaki haberler, haberin sunuşundan çok, içeriğin önemiyle ilgili bir duruma
işaret etmekte.
Barış gazeteciliği
Medyanın durumunu özetlemek için belki şunu söylemek de mümkün: Bir haberde sınırları bir ‘harita’ya çevirdiğinizde ülkelerin iktidar savaşlarıyla, kinle, nefretle birbirinden giderek nasıl uzaklaştığına tanık olursunuz. Ama o sınırları birbiriyle sırt
sırta vermiş ‘insan’a çevirirseniz barışla, dostlukla, nasıl buluştuklarına tanıklık
edersiniz... Tercih sizin, bizim hepimizin... Barış gazeteciliği mi diyorduk!
İşte tam zamanı...