Acının ve vicdanın ülkesi olmaz. Meydana gelen her felaket toplumsal bir duyarlılık gerektirir. Dünyanın neresinde olursa olsun; onlarca insanın ölümüyle sonuçlanan, yüzlerce insanın hasta, sakat, aç, evsiz, yurtsuz kalmasına neden olan, kısacası; büyük bir faciaya yol açan her olay haberdir. Sorun şu ki; bu tür haberlerde yapılacak en küçük bir dikkatsizlik, bir başlık ya da farklı yorumlara neden olacak bir ima, tek bir kelime kamuoyunun anında tepkisine neden oluyor.
Geçen hafta, Endonezya’nın Sumatra adasında, Medan kentinden havalanan askeri uçak 12 mürettebat ve 101 yolcuyla birlikte yerleşim alanının üzerine çakıldı ve tamamen yandı. Uçaktan kurtulan olmadığı gibi Endonezya hava kuvvetlerine ait nakliye uçağının kent merkezine düşmesi sonucu ölü sayısı 116’ya yükseldi.
Milliyet haberi birinci sayfadan “Askeri uçak geneleve çakıldı” başlığıyla verdi. Haberde uçağın havalandıktan kısa bir süre sonra kent merkezinde bulunan bir otel ve genelevin üzerine düştüğü, en az 116 kişinin öldüğü ve sayılarının artmasının beklendiği belirtiliyor. Bazı okurlarımız söz konusu haberin başlığına tepki gösterirken bazı okurlarımız da haberin neden takibinin yapılmadığını soruyor.
Okurumuz
1980’li yıllardan itibaren yaygınlaşan, geleneksel başörtüsünden farklı olarak kendine özgü bağlama şekli olan türban kavramıyla Türkiye; resmi olarak ilk 1984’te tanıştı. YÖK’ün “başörtüsü” kullanımını yasaklayarak “modern bir şekilde, türban” kullanılmasına izin vermesi üzerine “türban” ile “başörtüsü” kavramları üzerine başlatılan tartışma o tarihlerde Danıştay’ın bu kararı iptal etmesi üzerine son bulmuştu.
Asıl kırılma noktası “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” şeklindeki kanuni düzenlemenin, iptali amacıyla konunun Anayasa Mahkemesi’ne taşımasıyla yaşandı.
1989’da Anayasa Mahkemesi kanunu iptal etti ve Danıştay içtihatları türbanın kamusal alanda yasaklanmasının yargısal temellerini oluşturdu. 1991’de de “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla yüksek öğrenim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” hükmünü, Anayasa Mahkemesi, “yorum kaydı” ile (yani “türban serbestliği sağlamadığı görüşüyle) reddetmiş oldu.
1990’lı yıllarda “türban” bir kez daha ama bu kez “siyasi simge” olarak karşımıza
Milliyet sıcak çatışmaların yaşandığı son derece tehlikeli bölgelere girerek haberciliğini konuşturuyor. Son olarak Milliyet’ten Namık Durukan’ın YPG ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bileşenlerinin denetimi ele geçirdiği Tel Abyad’a girmesi gibi... Okurlarımız sadece söz konusu haberleri takdir etmiyor, muhabirlerimizin can güvenliğinden endişeye kapılıp dualarını da esirgemiyorlar. Okur bu çatışmaların Türkiye’ye yansımasının “mülteciler” olduğunun da bilincinde... Bir okurumuz Türkiye’nin mülteci kabulü konusunda ‘örnek’ olabilecek bir tutum sergilenmesine karşın mültecilerin yaşam koşullarının giderek daha da içinden çıkılmaz bir hal aldığını hatırlatarak şöyle diyor:
“Daha birkaç gün önce siz yazdınız... Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesi mülteci kaynıyor, 10 bin nüfuslu ilçede şu anda 100 binin üzerinde insan yaşadığını... Her çatışma sonrası sınır kapılarına insanlar birikiyor... Kaçacak yerleri yok. 2 milyonun üzerinde bir mülteci. Peki bunları böyle yazıyorsunuz da devlet ne yapıyor? Nasıl bir mülteci politikası var bilmiyoruz. Mesela 20 Haziran Mülteciler Günü ama Milliyet dahil bir çok gazete bugünü hatırlamadı bile... Peki bu böyle sürüp gidecek mi? bunların takibini kim
1980’li yıllardı... Milliyet’i elime ilk aldığımda üniversite birinci sınıf öğrencisiydim... Üst sınıflardan bir ağabeyimiz gazeteye baktı ve şöyle dedi... “Bu gazetenin iki özelliği vardır. Okumaya son sayfadan başlarsın... Spor sayfasıyla... İkincisi tarih öğrenirsin... Milliyet bu milletin tarihidir”...
Gerçekten de Milliyet’in hâlâ en belirgin özelliğidir. Gündemde yer alan bir haberi çoğu kez sadece vermekle kalmıyor, o haber içerisinde yakaladığı küçük bir ayrıntı okuru dev bir tarihle buluşturuyor.
Son derece başarılı çevre haberlerinin altına imza atan Gökhan Karakaş’ın son haberi bunun en iyi örneği. Japonya’nın Kushimoto kasabası açıklarında 1890’da batan Ertuğrul gemisinin anısına Uzakdoğu seyahatine çıkan Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait TCG Gediz fırkateyni Aksaz Deniz Üssü’nden 250 denizci ile Japonya’ya vardığında, TCG Gediz’in bir de sürpriz bir personeli olduğunu kaleme alınca haber, Milliyet’e “Dedesinin izinde” başlığıyla manşet oldu.
Haberde ekibin içerisinde gönüllü olarak sefere katılan diş hekimi Deniz Teğmen Cihan Güllü dedesi Akçaabatlı Osmanoğlu Mehmet’i şehit olduğu topraklarda 5 kuşak sonra anmak için bu tarihi yolculuğa katılıyordu... Haberin spotunda 125 yıl
HDP’nin seçim öncesi son mitingi olan Diyarbakır’da meydana gelen iki patlamada iki kişi hayatını kaybetti, 100’ü aşkın kişi yaralandı...
Sadece Türkiye’de değil, dünya medyasında da her terör olayının ardından haber editörleri öncelikle şu sorunun yanıtı arar:
Terör haberinin verilmesi, teröristlerin amacına hizmet eden bir şey midir?
Son terör saldırılarına kadar benimsediğimiz uygulama terör olaylarının abartılmaması, hatta can kaybına yol açmadıysa haberin hiç verilmemesi şeklindeydi.
Milliyet haberi birinci sayfadan verirken tam da bu nedenle “Sağduyuya davet” başlığını attı ve haberin içeriğini iki kelimeyle özetledi: Provokasyona gelmeyin!
İsmini vermeyen bir okurumuz haberi niçin ‘gerektiği şekilde’ görmediğimizi sorguladı...
HDP ve bazı internet siteleri de Diyarbakır’da seçime iki gün kala gerçekleşen terör olayını birinci sayfadan görmeyen medyayı hükümet yanlısı olmakla suçladı...
Milliyet geçtiğimiz hafta “Kadın matadorun ölümle sınavı” başlıklı bir haber yayımladı. Haberde kısaca şu ifadelere yer veriliyor: “Fransız kadın matador Lea Vicens, güreşten sonra boğanın kulaklarıyla halkı selamladı. 30 yaşındaki Vicens, boğanın darbeleriyle ölümden döndükten dakikalar sonra ayağa kalktı ve boğayı öldürmeyi başardı.”
Bazı okurlarımız söz konusu haberde kullanılan dili ürkütücü bulmuş. Nazan Polatkan “Bu kadın matadorun ölümle sınavı ise aynı zamanda boğanın da insanla, insanlıkla sınavı sayılır. Daha önce de 16 yaşındaki bir çocuk matadorun 6 boğayı öldürmesini büyük bir başarı gibi vermiştiniz. İspanya’da bu spor sayılabilir ama bir hayvanı öldürmeyi ‘başarı’ olarak vermek hayvanları eğlence için öldürebiliriz demektir. Bu haberleri verirken daha dikkatli dil kullanın lütfen” diyor.
Hayvana eziyet
Okurumuz haklı.
2008’de boğa güreşlerinin, “Avrupa Kültür Mirası” olarak korunması yönündeki çalışmalar; hayvan hakları savunucularını ayağa kaldırmıştı. Hak mücadelesi veren örgütlere göre; şiddet ve zulüm hiç bir zaman ‘kültürel miras’ olarak kabul edilemez ve sürdürülemezdi. Gelenek ve göreneklerin yaşatılması, bunlara karşı anlayış gösterilmesi
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da siyaset erkeklerin ağırlıkta olduğu kadınların yok sayıldığı bir alan.
Türkiye bu kez kadınların da kendisini hissettirdiği yeni bir seçime hazırlanıyor. Buna rağmen önümüzdeki seçimlerde listelerin seçilebilir sıralarında yer alan kadınların sayısı hâlâ 100’ü geçmiyor.
Kadın parlamenter oranının yüzde 5’i aştığı ilk dönem 2007’de gerçekleşti. 550 milletvekilinden 50’si, son genel seçimin yapıldığı 2011’de ise 79’u kadın parlamenterdi. Bugün sayı ve oran olarak kadın milletvekillerinin en fazla olduğu mevcut parlamentodaki kadın milletvekillerinin oranı yüzde 14.3.
Türkiye medyası 7 Haziran seçimleri için il il gezmekte olan parti liderlerinin söylemleri, projeleri, hedefleri dışında milletvekili adaylarına da geniş yer ayırdı. Milliyet bir farkla kadınlar için özel bir çalışmaya imza attı. Ve “Kadın adaylar Milliyet’e anlatıyor” başlığıyla bu seçimde listelerde yer alan kadınlara öncelik tanıdı.
Kadın adaylar öncelikli
Mustafa Balyacı adlı bir okurumuz “Peki sizin bu yaptığınız pozitif ayrımcılık değil mi?” diye soruyor.
Seçimin kendisi kadın adayları zaten oran olarak eşitlik ilkesine aykırı bir biçimde ayrımcılığa
Türkiye’nin basın tarihi yasaklarla dolu...
Milliyet arşivini araştırırken 1986 tarihli bir haber dikkatimi çekmişti: “Özal hükümeti hoşuna gitmeyen istatistiklerin açıklanmasını tek tek yasaklıyor” başlıklı haberde ülke ekonomisini olumsuz gösteren istatistiklerin basına sızmaması için talimatlar, genelgeler, yasaklar birbirini izliyor denilmekteydi. Üstelik yayımlanması engellenen istatistiklere de yer vererek...
Bugün durumumuz dünden daha farklı değil. Ama daha endişe verici.
Çünkü bugün adaleti temsil eden bir kurumun, kuruluş yıldönümünde medyaya yasak getirmesi Türkiye tarihinde bir ilktir.
Danıştay, 147. kuruluş yıldönümü nedeniyle gerçekleşen törene TRT ve AA dışındaki basın mensuplarını almadı.
Basına yansıyan ‘yasak’ gerekçesi ise oldukça ilginç:
“Kendi aramızda kutlayacağız. O yüzden sizleri içeri alamıyoruz, lütfen ısrar etmeyin.”