İntihar için köprü korkuluklarına çıkan bir vatandaşa, ‘Atlayacaksan atla, senin yüzünden trafikte saatlerdir bekliyoruz’ denildiği iddiasıyla iki kadının yargılanması toplumsal tahammüle ilişkin tartışma başlatınca, Milliyet insanların empati kurmadığı ve toplumu bir arada tutan vicdanın kalmadığı konusunda birleşen uzmanların görüşünü “Empati kurulmuyor vicdan yok oluyor!” başlığıyla yayımladı.
Selahattin Beycan adlı okurumuz şöyle diyor: “Haberinizi büyük bir takdirle okudum. İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak hayatına son veren bir adamın intiharı sırasında iki kadının “Atlayacaksan atla” sözlerini uzman görüşleriyle tartışmaya açtığınız için kutlarım sizi. Ancak haberinizde iki kadının bu sözlerini hem yazı da hem de spotta iddia olarak veriyorsunuz. Oysa kadınlar bu sözleri söylediklerini savcılıktaki ifadelerinde kabul etmiş görünüyor. Hatta biri bu sözlerini “boşboğazlık” olarak değerlendirmiş. Artık iddia olmaktan çıkmış bir olayı, iddia olarak verirseniz o zaman görüşüne başvurduğunuz uzmanların açıklamalarının ne değeri var?” diye soruyor.
Ombudsman Görüşü: Boğaziçi Köprüsü’ndeki intiharla ilgili gözaltına alınan kadınların savcılıkta değil, polisteki
Ergene’de araştırma yapan uzmanlar; nehrin siyah bir çamur deryasına dönüştüğünü, bölgedeki sanayi tesisleri atıklarıyla nehrin bir kanalizasyon haline geldiğini, nehirde tespit edilen siyanür nedeniyle dalgıçların bile suya giremediğini belirtince Milliyet haberi, ‘Dalgıçlar bile suya giremiyor’ başlığıyla verdi.
Haberde ayrıca Çerkezköy’den, Uzunköprü’ye kadar uzanan bölgede deri, kimya, organize sanayi, tekstil ve ilaç olmak üzere 2 bin 100 civarında sanayi tesisinin bulunduğu da belirtilmekte...
* * *
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği haberle ilgili gönderdiği açıklamada kısaca şöyle diyor:
“Ergene Havzasında 1990’lı yıllardan itibaren başlayan kontrolsüz sanayileşme neticesinde oluşan kirliliğin giderilmesi ve nehrin su kalitesinin iyileştirilmesi maksadıyla 06.05.2011 tarihinde Ergene Havzası Koruma Eylem Planı uygulanmaya başlanmıştır....
Tekirdağ ilinde inşa edilmekte olan ileri biyolojik atıksu arıtma tesisinde yaklaşık 400.000 m3/gün’lük sanayi atıksuyu arıtılacaktır. Deşarjlarında siyanür ve bileşiklerini ihtiva eden ve potansiyel kirlilik unsurları arasında yer alan kimya, plastik, tekstil, ilaç, metal ve otomotiv sanayii ile
Türkiye’de cinsel şiddet, tecavüz ve tehditlere maruz kalanlar olay sonrasında ya bir cinayete kurban gidiyor ya da başına gelenlerden ötürü yaşam alanı daraltıldığı, tecrit ve tehdit edildiği için intihar ediyor. Uzmanlara göre; intihar karmaşık bir olgudur.
Dolayısıyla bir intiharı bir ya da birkaç nedene indirgeyerek açıklamak hem zordur hem de yanıltıcıdır... Tam da bu nedenle intihar olaylarını haber yaparken uyulması gereken prensiplere dikkat etmek, sunuluş biçimine özen göstermek, mağdur edenin, mağdur olanın yakınlarını, ailelerini teşhir etmemek, onur kırıcı ifadelerden kaçınmak, kamuoyu üzerindeki olası etkilerini ve benzer sorunları yaşayan insanları bu tür eylemlerin cesaretlendirebildiğini unutmamak gerekir .
Türkiye medyasının en önemli sorunlarından biri bu tür haberlerde soğukkanlılığını yitirmesi.. Kamuoyunda haber nasıl bir infial yaratıyorsa, hangi travmalar üzerinden şekilleniyorsa medya kamuoyunda oluşan bu tepkilere göre haberi biçimlendiriyor. Oysa medyanın görevi: gerçeği yazmaktır, kamuoyunun duygusal travmatik tepkilerine göre haber yapmak değil.
-
Kayseri’de bir lise öğrencisi...
Okulunda son derece başarılı... Geleceğe ilişkin planları var…
Türkiye’nin ‘geçmiş’ tarihi; bir dönem devletin her olayda bir ‘İngiliz parmağı’ aramasına medyanın da neredeyse her olayı eninde sonunda ‘derin devlet’e bağlamasına neden olmuştur. Ancak geldiğimiz nokta daha vahim. Bir dava dosyasında, bir bürokratın, bir kurumun adı mı geçiyor! Bir gazeteci bu davaları hiçbir yere bağlamadan “olduğu gibi” haber yapsa bile, gelen tekzipler genellikle medyanın “karalama kampanyası” yürüttüğü yönünde... Elbette medyanın ‘karalama kampanyası” sicilinin temiz olduğu söylenemez. Ancak yapılan her haberi, haber yapan her gazeteciyi ve gazeteleri bu şekilde suçlamak adaletin terazisini de yanıltmak demektir.
Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 2010 KPSS davasıyla ilgili haberimize gönderilen tekzip bunun son örneği. Mahkeme; 52’si tutuklu 230 sanık hakkında 2010 KPSS sonucuna göre atanan sanıkların görev yaptıkları kurumlara yazı yazarak maaş bilgilerini isteyince Milliyet haberi “Usulsüz atananların maaşı incelenecek” başlığı ile verdi. Türker Karapınar’ın haberinde, davanın “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” kapsamında hazırlanan iddianamesinde yer alan sanıklardan Prof. Dr Şerif Ali Tekalan, Fatih Üniversitesi
Geçtiğimiz hafta “Bir iddiayı belgelemek suç mudur” başlıklı yazımda bazı haberler belgeleriyle yayımlandığında, haberi yapan gazeteciler hakkında “kamu görevlisini hedef göstermek” gibi gerekçelerle soruşturma ve davalar açılmasını eleştirmiş, “Hiçbir gazeteci birini hedef göstermek kastıyla haber yapmaz” demiştim...
Ombudsmanlar da eleştirilir. Okurumuz Adem Erdemli konuya ilişkin yorumuma itiraz ediyor.
“Köşe yazınızda ‘Hiçbir gazeteci birini hedef göstermek kastıyla haber yapmaz’ ifadeleriniz gerçeği yansıtmamaktadır. Elbette suç teşkil etmeyen bir belgede kamu görevlisinin sırf adı görünüyor diye ‘hedef gösterilmiştir’ diyen yargı kararlarını tartışabilmeliyiz. Ancak bazı gazetecilerin ve gazetelerin sadece kamu görevlisini değil, azınlıkları, etnik ve dini kimlik üzerinden sokaktaki insanı hatta kendi meslektaşlarını nasıl hedef haline getirdiği bilinen bir gerçek. Arşivleriniz bunun örnekleriyle dolu. Bugün hiçbir gazete ya da gazeteci, insanları farklılıkları, değerleri, yaşamları yüzünden hedef almıyor diyebilir misiniz? Bunca “tetikçi” gazeteci varken, ‘Bazı gazeteciler’ demeniz daha yerinde olurdu.”
Ombudsman Görüşü: Okurumuz haklı. Bir kelime bir meselenin bütün
Bir gazeteci bir olayı iddia olmaktan çıkartan bir belge yayınladığında bu mesleki bir başarı, güvenir ve sorumlu gazeteciliğin bir gereği olarak kabul edilir. Yargının medyaya yönelik yaptırımları, gazeteciler hakkında açılan soruşturmalar, davalar ise tam aksi yönde...
Bir haber gazetelerde belgesiyle yer alırsa, ya da belgede bir kamu görevlisinin imzası varsa; yargının itirazı genellikle haberinize olmuyor. Kamu görevlisinin ihmali var mı yok mu diye de bakmıyor. İki şeye bakıyor: Haberi desteklemek amacıyla kullanılan belgede gizlilik unsuru var mı? Belgede gizli olsun ya da olmasın kamu görevlisinin adı var mı?
Oysa araştırmacı gazetecilik belge gerektirir. Belgelere dayalı bir haber yaptığınızda, habere konu olan belgeyi yayınlayıp yayınlamamak yazı işlerinin sorumluluğundadır. Yazı işlerinin bu tür belgeleri yayınlama kararı da genellikle haberin önemine ve doğruluğuna vurgu yapmak gerekçesiyle okurla paylaşılır.
Bu tür davalar giderek çoğalıyor.
Bunun son örneği araştırmacı gazeteci İdris Emen’e üç yıl hapis istemiyle açılan davadır.
* * *
Diyarbakır’da HDP mitingine bomba koyarak; dört yurttaşın ölümüne neden olduğu iddiasıyla aranan sonrasında yakalanan IŞİD’çi Orhan Gönder’i
RTÜK, kanun ve yönetmeliklere aykırı yayın yapan televizyonlar hakkında bir inceleme raporu hazırladı. 150 televizyon yayınının; izin almadığı, korsan yayın yaptığı, telif ödemediği gibi hususlara yer verilen raporda hukuki işlem başlatılınca Milliyet haberi “Çiğnenmedik yasak kalmamış” başlığıyla verdi.
Haberde ayrıca raporda yer alan “Kanuna ve yönetmeliklere aykırı olarak yayın yapan bu kişilerin haksız kazanç elde ettiği, dolayısıyla haksız rekabet oluşturdukları, işini hukuka uygun yapanların reklam gelirlerinin düşmesine ve dolayısıyla zarar etmesine neden oldukları Üst Kurul tarafından belirlenmiştir” denilmekte.
***
Söz konusu habere raporda adı geçen Başak Vizyon Radyo ve Televizyon Yayıncılık San. Tic. A.Ş. itiraz etmekte. Avukat Nazan Akçay gönderdiği açıklamada şöyle diyor;
“Habere konu olan şirket, RTÜK yayın lisansı sahibi olup RTÜK üst kurulu yayın yönetmeliği gereğince TÜRKSAT A.Ş. ile yaptığı sözleşme ile bireysel kapasite kiralama kapsamında şirket ve şirketin ortağı olduğu şirketler için yayın yapma hakkı sahibidir.
Müvekkil şirket ile ortak olduğu şirketler bu sözleşme şartlarına ve saatlerine uymak suretiyle yayına çıkmadan önce Türksat A.Ş. Genel Müdürlüğü’nden
Toplumsal hayatın şiddeti; erkek, kadın, çocuk, engelli, mülteci tanımıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Sema Ramazanoğlu bu insanların yaşadığı dramları paylaşmak, sorunlara çözüm üretmek ve bakanlık bünyesinde hayata geçirilen ve geçirilecek olan projeleri anlatmak için Beykoz Sabancı Öğretmen Evi’nde gazeteci kadın yazarlarla buluştu.
Toplantıda kadın gazetecilerin soru ve önerilerini not alan Bakan Ramazanoğlu; hepimizin sorularını tek tek yanıtladı. Ramazanoğlu’nun verdiği yanıtlar siyasetin arka kapısını da aralıyor. Öyle ki; bir partinin siyasi kimliği üzerinden siyaset yapmak yerine, insan odaklı politikalarla “vicdan ve adalet” üzerinden konuşturmayı tercih etmesi toplantıyı daha da anlamlı hale getirdi.
Destek programı
Bakanlığın artan yüzde 35 bütçesiyle araştırma uygulama ve yeni politikaların temelleri atılacak. Bakan Ramazanoğlu bu politikaları belirlerken ‘zihniyet değişimi’nin önemine vurgu yapıyor. Cinsiyet eşitliğindense fırsat eşitliği açısından cinsiyet adaleti kavramını tercih eden Bakan Ramazanoğlu aile içerisinde kadına daha ayrıcalıklı davrandıklarını belirtiyor.
Örneğin Diyarbakır’da 600 ev ziyaret edilmiş. 6.200 kişiyle tek tek yüz yüze görüşülmüş.