Sürekli kanayan, giderek derinleşen sorunlara çözüm üretemediğimizde; ‘vicdan’ patlamasına yol açacak olayların aktörlerini simgeleştirerek insanlık onurumuzu kurtarmaya çalışıyoruz.
Bu dünyada da böyle...
Savaşlar ve çatışmalar yüzünden yerinden yurdundan olan, çil yavrusu gibi dört bir yana dağılmış mültecilerin yaşadığı drama yıllardır sessiz kalanlar, bugün üç yaşında bir çocuğun kıyıya vurmuş cesedi üzerinden soruna çözüm üretmeye çalışıyor.
Elbette bazen bir fotoğrafla savaşların, çatışmaların, sürgün yemiş hayatların özetini çıkartır, ülkelerin profilini çizebilirsiniz. Eğer onca yazıya rağmen bir fotoğraf bütün insanlığı silkeleyecekse o fotoğraf kullanılmalıdır. Savaşın çocuklar üzerinde yarattığı travmaları bilmeyen yok. Vietnam savaşında üzerlerine yağan bombalardan dehşet içinde korkuyla kaçan çırılçıplak küçük kız çocuğunun fotoğrafı bunun içindi. Sudan’da açlıktan bütün kemikleri dışarıda, ölmek üzere olan bir çocuk ve onun ölümünü bekleyen akbabanın aynı kareye düşmesi de... Cesedi kıyıya vuran bir mülteci çocuğun fotoğrafı da mülteciler konusunda ülkelerin izlediği politikaların yanlışlığının bir özeti olmalıdır.
Avrupa kapıyı araladı
Sonuçta çok ikna edici olmasa da
Meslektaş-larım hatırlar. 1990’lı yıllarda Emniyet gibi kurumlarda çalışan ve hatta mafya gibi oluşumlarda yer alan insanlara usulsüz bir şekilde basın kartı verildiği ortaya çıkınca ‘basın kartının işlevi’ ciddi tartışmalara neden olmuştu. O günden beri benim içinde basın kartının hiçbir önemi olmadı.
25 yıldır basındayım; mesleğimi yaparken meslek örgütlerinden ve çeşitli kurumlardan sayısız ödül aldım, gazeteci kimliğimle kitaplar yazdım ve savaş bölgelerine bile askeri uçaklarla basın kartı sahibi olmadan gittim...
Peki, nedir bu kartı özellikli yapan? Devletin, resmi kurumların haberlerini takip edebilme özgürlüğü, ulaşım araçlarında ise kolaylık sağlar... Bu kartı alabilmek için basın yayın sektöründe çalışmanın yanı sıra bazı özel şartları da yerine getirmiş olmanız gerekir. Basın Kartları Komisyonu başvuruları değerlendirir, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürü imzalar ve kartınızı alırsınız.
‘Kapı aralamak’
Ancak Aralık 2014’ten beri 100 kadar gazetecinin başvurusu onaylanmadan bekletiliyor. Sebebi Basın Kartları Yönetmeliği’nin meslek örgütlerinin görüşü bile alınmadan değiştirilmiş olması... Yeni Yönetmelik Resmi Gazete’de geçtiğimiz günlerde yayımlandı ve
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana var olan Kürt sorunun çözümsüzlüğüne sadece terör ya da siyaset değil, çatışmacı, kışkırtıcı söylem ve nefret dilini kullanan basın da ön ayak oldu... Geçmiş yıllarda hesap soran, hedef gösteren, ötekileştiren, olayları çarpıtan tehlikeli haberciliğin sonuçlarını hepimiz biliyoruz. O yıllarda atılan başlıklar sorunu çözmedi; aksine her gün daha fazla şehit cenazeleriyle bu coğrafyada yaşayan insanlarımızı ayrıştırdık, sorunları öteledik, etnik kimlikleri yüzünden insanları karşı karşıya getirdik. Bugün yine aynı oyunlar oynanıyor.
Barış dili kullanılmalı
Dolayısıyla medyanın üzerine düşen ‘barış gazeteciliği’ yapmaktır. Medya barışa katkı sağlayacaksa diline ve üslubuna dikkat etmelidir. Hatırlarsanız barış görüşmeleri sürecinde taraflar; çatışmacı dil yerine barış dilini kullandığı için medya da dilini değiştirmiş görünüyordu.
Ancak son olayların medyada yer alışı gösteriyor ki; medya kışkırtıcılıktan uzak barış dilini henüz içselleştiremedi. İki tarafa da eşit mesafede durması gerektiğini, iki tarafı da dinlemesi gerektiğini, çözüm üreten bir dil üzerinden olayları çarpıtmadan kamuoyu ile paylaşması gerektiğini çabuk unuttu. Bugün hala Kürt
5 Ağustos 2015... Gece saat 12.30 suları... Oto galeri sahibi Yahya Tellioğlu adlı şahıs, Bakırköy D-100 karayoluna çıkan yan yolda, aracıyla seyir halindeyken başka bir araçta bulunan kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısına uğrayarak öldürüldü. 14 kurşunun isabet ettiği otomobilde bulunan ancak kimliği açıklanmayan bir başka şahıs da yaralı olarak kurtuldu. Polis saldırının alacak verecek kavgası sonucu oluşan bir husumetten kaynaklanabileceği ihtimali üzerinde duruyor.
Haber bu. Ancak olayın kendisi tam olarak bu mudur bilmiyoruz. Bir gazeteci olarak siz bu olayı haberleştirirken neyi öne çıkartırsınız? Kurşun yağmuruna tutulmuş arabayı mı? Şahısların kimliğini mi? Yoksa cinayetin sebeplerini mi? Peki, olayın bağlantılarını ve sonrasında yaşanan gelişmeleri araştırır mısınız ?
Milliyet söz konusu haberin devamını getirmediği gibi, olayda arabanın markasını öne çıkartarak, “Lüks araca kurşun yağmuru” başlığını atması da okurlarımızın dikkatinden kaçmadı... Milliyet okuru Bayram Ekinci “Haberinizde bir kişi ölmüş, bir kişi yaralı ama siz aracın markasıyla ilgilisiniz. Arabanın lüks olmasının ne gibi bir önemi var? ‘Lüks araç’ ifadesiyle yaratılmak
Türkiye’de hemen her dönemde, siyasi davalara ilişkin birçok yargı kararı; yargı bağımsızlığını ve yargının siyasallaşması yönündeki tartışmaları da beraberinde getirdi. Ancak yargının siyasallaşması, dolandırıcılık iddiasıyla yargılanan bir sanığın, kendisini yargılayan hâkime yönelik bir takım suçlamalarına dönüşünce Milliyet yazarı Mehmet Tezkan “Korkulan oldu yargı sıfırlandı” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Tezkan; siyasi davaların nasıl bir ‘kumpas’ olduğunu siyasi iktidarın kabul ettiğini, buna karşın gelinen noktada dolandırıcılıkla suçlanan bir sanığın, kendisini yargılayan hâkime yönelik “paralel yapı’ gibi birtakım iddialarla yargıyı nasıl itibarsızlaştırdığına dikkat çekti.
Tezkan yazısında “Dolandırıcılık iddiasıyla yargılanan sanık, hâkimi ‘Pensilvanya hâkimi’ olmakla suçlamış... Cemaatin hâkimi demiş... Paralel yapının adamı yapmış... HSYK bu iddiayı ciddiye almış, hâkim hakkında inceleme başlatmış... İnceleme başlatılınca sanık reddihâkim talebinde bulunmuş... Hâkim davadan el çektirilmiş... Yargı sıfırlandı dediğim olay bu...” diyor.
Yazarın durum tespiti
Tezkan çok daha önemli bir şey söylüyor: “Bundan sonra olacakları siz hesap edin... Başı sıkışan,
Bağdat Cadde-si’nde arabasıyla kaldırımdaki çiçekçi Mehmet Emin Kaya’ya çarparak ölümüne neden olduğu iddiasıyla hakkında arama kararı bulunan Murathan Öztürk’ün bir notere vekâletname verdiği ortaya çıkınca Milliyet haberi “Öldürdükten 3 gün sonra notere gitmiş” başlığıyla verdi. Haberi yapan arkadaşımız Esra Alus, haberinde işlemi yapan noter hakkında da suç duyurusunda bulunulacağı yönündeki bilgiyi düzeltmek amacıyla Okur Temsilcisi’ne bir açıklama gönderdi. “Avukat İlknur Tunç yakalama kararı bulunan firari Öztürk’ün noterdeki işlemleri sırasında kişi ya da kişilerin tespitinin ardından TCK bakımından “yardım ve yataklık, suçluyu kayırma” suçunu işleyen kişiler hakkında suç duyurusunda bulunacağını belirtmiştir. Ancak haberde bu konu “İşlemi yapan Noter hakkında suç duyurusu yapılacak” şeklinde yer almıştır. Avukat Tunç, Noterlerin UYAP sistemine bağlı olmadıkları için zaten kişinin yakalaması olup olmayacağını bilmesine imkân olmadığını belirterek mevcut hatanın düzeltilmesini istemiştir. Avukat Tunç’un hakkında suç duyurusunda bulunacağını belirttiği kişilerin, hakkında yakalama kararı bulunan Öztürk’ün noterlik işlemleri sırasında yanında olan kişi ya da kişiler
Türkiye medyası ‘haber değeri’ olmayan bir olayı; bazen küçük bir ayrıntıyla, attığı bir başlıkla ya da kullandığı dille çarpıcı bir haber haline getirebiliyor. Bazen de son derece iyi bir haber; içeriğe uygun olmayan spotlar, konuyu tam olarak anlatmayan başlıklar, keserek kırparak eksik bırakılan bilgilerle kocaman bir soru işaretine dönüşebiliyor. Her iki durumda sadece meslek etiği açısından değil, okur açısından da tartışmalı bir durum yaratır. Geçtiğimiz hafta gelen okur şikâyetleri; her iki durumu da dikkate almamızı gerektirecek öneme sahip. Okurlarımız bazı haberlerin içeriği ile başlıklarının uyuşmadığını belirtirken, önemli pek çok haberin ‘geçiştirilerek’ okurla paylaşıldığı görüşünde.
Haber spotu yalanlıyor
Yeni Delhi’de kitap tanıtımına alınmayan bir kadının polisi tokatladığı, polisin şikâyetçi olduğu ve kadının Türk Büyükelçisi görevlisi olduğu iddiasını Milliyet ‘Hint polisine Türk tokadı’ başlığıyla verdi. Haberin spotunda da kadının Türk Büyükelçiliği görevlisi olduğu bilgisi yer aldı. Deniz Burkay adlı okurumuz şöyle diyor:
“Haberinizde kadının Türk Büyükelçiliği’nde çalıştığı iddia edilmesine karşın bunu doğrulayan tek bir bilgi yok. Aksine haberde kadının
Şiddet kültürüyle beslenmiş ve hemen her dönemde, bir şekilde, çeşitli gerekçelerle kendisi de haksız muamelelere maruz kalmış bir toplumun, insanlık onurunu hiçe sayan olaylar karşısında gösterdiği tepkiler ve protesto amaçlı eylemleri düşündürücüdür.
Doğu Türkistan’da Müslümanlara yapılan zulmü protesto etmek için sokakta Çinli sanılan turistleri dövmek gibi…
İdama karşı olup, ama bazılarının idam edilmesi gerektiğini düşünmek gibi …
Ya da kadınların öldürülmesine karşı çıkıp, bir erkeği öldüren kadının işlediği cinayete gerekçe üretmek gibi…
Şiddete karşı çıkan birinin bunu ‘şiddet’, ‘nefret’, ‘öç almak’ gibi duygularla protesto etmesinde medyanın özellikle sosyal medyanın önemli bir rolü var. Sosyal medya sürekli bir biçimde yalan ve çarpıtılmış bilgilerle nefreti büyütürken, medya kullandığı dille bu linç kültürünü, yapılan protesto amaçlı şiddet eylemlerini meşrulaştırıp, olağan hale getiriyor. Son örneği Adana’da genç bir kadının, boşandığı kocası tarafından fuhuşa zorlandığı iddiasıyla işlediği cinayettir. Cinayet sonrası genç kadının “Hep kadınlar mı ölecek biraz da erkekler ölsün” şeklindeki sözleri Milliyet dâhil birçok gazete ve internet sitelerinin başlığı oldu.
Söz