ABD’nin New York kentinde Stony Brook Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, kanser oluşmasında genlerin değil, yaşam tarzının etkili olduğu öne sürülünce Milliyet haberi “Kanser genetik değilmiş” başlığıyla verdi.
Haberde “Güneş ışığı, sağlıksız beslenme, sigara gibi faktörlerin DNA’dan daha büyük bir rol oynadığı ortaya çıkarken, görülen kanser vakalarının yüzde 90’dan fazlasının dış etkenlerle bağlantılı olduğu belirtiliyor.
Okurumuz Doktor Adem Şentürk şöyle diyor: “Her kanser vakası, kendi içinde değerlendirilmesi gereken bir konudur. Her birinde ‘etken faktörler’ değişiktir. Örneğin öyle kanser türleri var ki, sadece genetik nedenlerle geçebiliyor. Dolayısıyla “Kanser genetik değilmiş” demek aşırı iddialı bir başlık. Ayrıca genetik üzerine yapılmış onca çalışmayı yok mu sayacağız? Sizin iki kelimeyle özetlediğiniz bu iddia tıp dünyasını ayağa kaldıracak öneme sahip. Haberinizde araştırma hangi kanser türü üzerine hangi amaçla, neyi hedef alarak yapılmış bilmiyoruz ama atılan başlık kabul edilebilir bir başlık değil. Bu tür araştırmalar ya bilgiyi de içeren bir şekilde verilmeli ya da tıp alanında uzman hocalardan görüş alınmalı. Aksi halde insanlar gazetelerde okuduğu bu
Türkiye ile İsrail arasında Mavi Marmara baskınının neden olduğu krizin aşılmasına yönelik temaslar ve uzlaşma arayışları İsrail basınında yer alınca Milliyet haberi “İsrail ile dört yıl sonra normalleşme sinyali” başlığı ile verdi.
Milliyet’in Haaretz gazetesini kaynak göstererek verdiği habere göre; “Mavi Marmara” mağdurlarına tazminat ödenmesi, Hamas’ın bazı isimlerinin sınır dışı edilmesi, İsrail askerlerine açılan davalardan vazgeçilmesi, geri çekilen büyükelçilerin tekrar gönderilmesi ve doğalgaz odaklı enerji alanında işbirliği... İsrail yetkililerine göre taslak anlaşmaya imza atılmış, ön mutabakat sağlanmış. Milliyet söz konusu anlaşmayı Türk yetkililerine de sordu: Ankara, bu maddelerin ana hatlarıyla İsrail’in tekliflerini içerdiğini, iki ülke arasında görüşmelerde önemli bir aşamaya gelindiği ancak henüz nihai mutabakatın sağlanmadığı belirtiliyor.
Okurumuz Sude Karacan söyle diyor: “Diplomaside bir taslağa imza atılmışsa bu ön mutabakatın sağlandığını gösterir. Nihai mutabakat ise bu ön anlaşmanın nasıl hayata geçirileceğine ilişkin ayrıntılardır, daha tekniktir diye biliyorum. Ancak haberde İsrail’in ön mutabakatı imzaladık demesine karşın Türkiye’nin ‘Bunlar İsrail’in
Türkiye’de gazetecilerin her birinin kendi kişisel tarihi, mesleki birikimi; sadece basının değil, aynı zamanda ülke tarihinin de özetidir. Meslekte 65. yılını dolduran Altan Öymen bu tarihin en önemli tanıklarından...
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Konrad Adenauer Stiftung ile ortaklaşa düzenlediği yerel medya seminerinde Öymen soğuk savaş yıllarından bugüne uzanan gazetecilik anılarını anlattı. 1950’li yılların Türkiye’si... Yirmi yedi yıl süren bir iktidar değişikliği... İsmet Paşa’lı yılların ardından Bayar-Menderes dönemi... Ordu dâhil, her yerde “değiştirme” operasyonları ve sonrasında gelen darbe yılları...
En zor koşullarda, her türlü baskıya rağmen sürdürülen gazetecilik!
Öymen özellikle mesleğe olan inancını yitiren gazetecilere kısaca “Geçmişi bilmek, geleceği anlamak” diyordu...
Bugün medyada yaşananlar da aslında tarihin tekerrür etmesinden başka bir şey değil...
Medyada kuşak farkı
Belki dün, bugünden daha kötüydü ama bugünü dünden daha kötü gösteren şey mesleğe olan inancımızın kalmamasıyla ilgili olabilir mi?
Seminerde TGC Başkanı Turgay Olcayto ve TGC Etik Kurulu Başkanı Altan Öymen daha önceki yıllarda da gazetecilere ‘gazetecilik faaliyeti dışında’ bir takım suçlamala
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü… Meclis’in gündemi çocuklardı. İllerden gelen çocuklar, mülteci çocuklarla tanışırken, aynı saatlerde 12 yaşında bir çocuk kendisinden birkaç yaş büyük üç çocuğun tecavüzüne uğrayıp, feci şekilde öldürüldü. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü... Kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerce düzenlenen panellerin konusu da yine çocuklardı. Bu toplantılarda da çocuk grupları içinde görünür olmayan engelli çocukların yaşadıkları hak ihlalleri anlatıldı, uğradıkları ayrımcılığa dikkat çekildi, sorun alanlarını tanımlayıp çözüm önerileri sunuldu…
Medya panelleri görmüyor!
Bazı okurlarımız ve sivil toplum kuruluşlarına göre; birbiriyle trajik bağlantısı olan bu tür haber ve toplantılara medya ya hiç ya da yeterince yer vermiyor. Panel, sempozyum, atölye çalışmalarının medyaya yansıması hep aynı: Toplantılara katılanları biliyoruz ama tartışılan sorunları bilmiyoruz, sorunu bilsek de çözüm önerilerini öğrenemiyoruz. Hiçbir konunun yeterince takipçisi olamıyoruz. Medya bu tür toplantıları ‘akademik bir çalışma’ gibi algılayıp bunlara gereken önemi vermediği sürece de bu çocuklar, hep en çok mağdur edilenler arasında yer almaya devam edecek...
Bu
Kostas Vaxevanis...Yunanlı bir gazeteci...
IMF Başkanı Christine Lagarde’nin vergi kaçakçılığını önlemek amacıyla Yunanistan eski bakanlarından, Başbakan danışmanlarına kadar uzanan bir listeyi Yunanlı yetkililere teslim ettiğini ortaya çıkardı.
İsviçre’deki bankalarda hesap açarak Yunanistan’dan vergi kaçıranların listesinin tamamını Hot Doc Dergisi’nde yayımlamakla kalmadı, iki yıl boyunca listenin neden örtbas edildiğini de sorguladı.
Söz konusu haberden dolayı 1.5 saat gözaltında kalınca ülkede ‘kıyamet’ koptu... Vaxevanis o sırada basına şu açıklamayı yapıyordu: “Vergi kaçıranları ve listeyi ellerinde bulunduranları tutuklayacak yerde, gerçekleri ve basın özgürlüğünü tutuklamaya çalışıyorlar”
***
Dünyanın her yerinde gazetecilik mesleği zordur. Türkiye medyasında da durum farklı değil. Hemen her dönemde gazeteciler öldürüldü, yargılandı, tutuklandı, itibarsızlaştırıldı, işsiz kaldı. Bunun son örneği Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanması olayıdır.
Gelen eleştiriler Milliyet’te dâhil, söz konusu tutuklamalara bazı basın organlarının yeterince yer vermemiş olması üzerine. Okurlardan gelen eleştirilerin, çoğu kez haklılık
Beş yıl önce... İsrail ordusu, Gazze’ye insani yardım götürmek amacıyla 750 aktivistle yola çıkan Mavi Marmara gemisine ‘ablukayı ihlal ettikleri’ gerekçesiyle saldırdı; 10 kişinin ölümüne 55 kişinin yaralanmasına yol açan bir operasyonla gemiye el koydu. Bu saldırının hukukî yönden meşru olup olmadığı tartışmaları, Uluslararası Ceza Mahkemesi ile BM İnsan Hakları Konseyi’ne taşındı. Türkiye’nin açtığı davada 37 ülkeden 490 kişi müşteki ve mağdur sıfatıyla yer alırken, gemide saldırıya uğrayan aktivistlerden bir kısmı da ABD, Güney Afrika, İngiltere’de dava açtı...
Davalar ve kararlar
Bu tür davalar uluslararası ilişkiler açısından diplomatik krizlere yol açabilecek öneme sahip davalardır. Dolayısıyla bir gazeteci olarak davaların takibini yaparken, mahkeme kararlarını doğru okumak, kararları yerinde görmek, dava dosyasına hâkim olmak ama daha da önemlisi hukuki sonuçlarını ve yorumunu mahkemelere bırakmak gerekir. Sorun şu ki Mavi Marmara gemisiyle ilgili açılan davalar ve bu davalara ilişkin kararlarla ilgili haberler ‘haber’ olmaktan çıktı. Söz konusu olaya ilişkin davalar hukuki bilgi eksikliğinden ve ‘tek kaynaktan’ gelen bilgiler nedeniyle çelişkilerle dolu. Tam da bu
Önce soralım...
Fransa’nın başkenti Paris’te 129 kişinin hayatını kaybettiği, 99’u ağır, 352 kişinin yaralandığı eş zamanlı terör saldırıları, Ortadoğu’da sürdürülen kirli bir savaşın uzanan gölgeleri olabilir mi?
Öyle görünüyor. Arşivleri açıp bakın. Dünyanın her yerinde çatışmalar ve savaşlar yaşanıyor; sınırlar değişiyor, yeniden çiziliyor, bazıları haritadan siliniyor... Daha da vahimi bazı devletler bu yeniden paylaşımın göbeğine Ortadoğu’yu oturtunca, savaşın stratejik ahlaki boyutu da ‘el’ değiştirmiş görünüyor. Militer yapılar, yerini terör örgütlerine bırakıyor. Örneğin Musul’da üç bin yıllık tarihi kent Nimrud’u bir gecede haritadan silen asker değil terördü. Böylece kirli savaşların arkasına saklananlar, yarattıkları terörle giderek böyle böyle hepimizi vuruyor.
Bugün amacı, eylemi, hedefi farklılaşmış yepyeni terörist oluşumlarla karşı karşıyayız. Bu noktaya sadece devletlerin savaş politikalarıyla gelinmedi. Bu sürecin oluşumunda dünya medyası da önemli bir rol oynadı. Bir örgütün bu kadar kısa bir sürede büyümesini araştırmadı, üzerine gitmedi, eylemlerine sessiz kaldı, kirli savaşı sürdürmek isteyenlerin duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmek pahasına gazetecilik
Röportaj yapmak, bir haberin peşinde koşmaktan daha zordur; daha derin bir birikim ve tecrübe gerektirir. Röportajın başarısı bir gazetecinin haberini ‘konuşturması’ demektir... Ünlülerle röportaj yapmak sizi de ‘ünlü’ yapmaz. Başarılı gazeteci olmak soru sormak, soruların peşinde gitmek, doğru soruyu asıl muhattabına sormak demektir...
Bir dönem yaptığı röportajlarla ‘ünlenen’ Oriana Fallaci’yi gazetecilerin gözünde efsane yapan da budur... Ayetullah Humeyni, Golda Meir, Henry Kissinger, Şah Rıza Pehlevi, Ariel Sharon, İndira Gandhi, Zülfikar Ali Butto, Muammer Kaddafi, gibi pek çok ünlü liderle yaptığı çarpıcı röportajlarla sadece adını duyurmakla kalmamış, bir gazetecinin ancak sorularla var olabileceğini de ispatlamıştı...
Haber ve kaynak arkada
Türkiye’de durum biraz farklı gelişti. “Başarılı” gazeteci olmakla “ünlü” gazeteci arasındaki o ince çizgi 1980’lı yıllardan itibaren “sahte Fallaciler” yaratılınca ortadan kalktı. Her gazetenin mutlaka işi bilsin bilmesin “star” bir röportajcısı oldu... Böylece röportaj yapan gazeteciler, yaptıkları haberlerin veya röportaj yaptıkları kişilerin önüne geçti.
Hâlâ Milliyet’te dahil birçok gazete haber kaynağı arkada, haberi ya da röportajı