LEONARDO DA VİNCİ EĞİTİMİNİ KÖTÜYE KULLANMAK!

4 Temmuz 2016

Leonardo da Vinci Programı; Avrupa Birliği’nin fonlarıyla üye ya da aday ülkelerin mesleki eğitime yönelik politikalarını desteklemek ve gelişmek amacıyla oluşturuldu. Türkiye’de çeşitli illerden öğrenci ve öğretmenler de bu eğitimlerden yararlandı. Ancak 2013’de bu programdan yararlanan bazı öğrencilerin eğitimi, bir terör örgütünü ziyaret etmek gibi farklı amaçlarla suiistimal etmesi, iki yıl sonra bir soruşturmaya konu olunca olay medyaya yansıdı. Milliyet internet sitesinde de haber “AB fonuyla gidip bu pozu verdiler” başlığıyla yer buldu. Haberde; proje kapsamında Berlin’e götürülen bazı öğrencilerin, PKK’nın kontrolündeki dernekleri ziyaret ettiği, örgütün flamaları önünde poz verdiği, bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşan öğrenciler hakkında soruşturma başlatıldığı, bundan da bir okul müdürünün sorumlu tutulduğu bilgilerine yer verildi.
***
Bu haliyle bu bir haber midir? Elbette haberdir. Soruşturmaya konu olan fotoğraflar insana, bilime, geleceğe yatırım yapmak yerine, eğitimle ilgili bir fırsatın nasıl suiistimal edildiğinin fotoğrafıdır. Peki bundan kim sorumlu? Haberde Diyarbakır Burhanettin Yıldız Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencilerinin PKK’nın

Yazının Devamı

Habercilikte son nokta: Mahalle dedikoducusu

27 Haziran 2016

Bir insanın kendine yönelik cinsel bir eyleminin tıbbi bir müdahaleyle sonuçlanması bizi ilgilendirir mi? Ya da şöyle soralım: Medyanın özellikle imam olduğuna vurgu yaparak, tıbbi bir müdahale gerektiren durumunu ayrıntılarıyla kamuoyuyla paylaşılmasında ne gibi bir yarar görüyorsunuz? Peki hastanın bilgilerini basına teşhir edenler hakkında bir işlem yapılıp yapılmadığını merak ediyor musunuz?
Bir olay; halkın sağlığını ve güvenliğini tehdit ettiği ölçüde haberdir... Hasta mahremiyetinde ise gizlilik esastır. Bir insanın tıbbi müdahaleye maruz kaldığı olay genel ahlaka uymuyor diye kamuoyunda teşhir edilemez, alay konusu yapılamaz. Dolayısıyla kamuoyuyla paylaşılmaması gereken bir olay, insanın mahremiyetini hedef alıyorsa, bu durum sadece meslek etiği ya da hukuku açıdan değerlendirmez. Medya aracılığıyla yaratılan toplumsal algının, olası trajik sonuçlarını da hesaba katmanız gerekir.
***
Fakat görünen o ki; haber kültürü zayıfladıkça, dedikodu haberciliğimiz giderek yaygınlaşıyor. Küçük kasabalarda; kahvehanelerde başlayan, mahallere ‘bilgi’ gibi yayılan, sonrasında cinayetlere, intiharlara neden olan dedikoducular gibiyiz. Bu yüzden bazı haberler çirkindir; Bir kamu

Yazının Devamı

NEFRETLE TETİKLENEN SUÇLAR!..

20 Haziran 2016

Toplumsal nefret eğitim ve zihniyet sorunudur. Bu konuda en büyük görevlerden biri de medyaya düşüyor. Medya kutuplaşmaların önüne geçmek, kelimeleri ve imgeleri doğru yerde, doğru şekilde kullanmak zorunda… Üstelik bir arada yaşama ve öğrenme kültürüne hepimizin en çok ihtiyacı olduğu bir dönemdeyken…
Buna rağmen görünen o ki; herkes kendisine bir çatışma alanı yaratmış: Herkes bir diğerini hizaya sokmaya çalışıyor. Siyaset çatışma ortamından, sokaktaki vatandaşı da linç kültüründen besleniyor. Dolayısıyla
nefret suçunun çıkış noktası nefret söylemidir.
Bakın tarihimize… Arşivler nefret söyleminin suça nasıl dönüştüğünün sayısız örnekleriyle dolu. Bir grubun, diğer grubu nasıl hedef haline getirdiğini, “kimlikler” üzerinden nasıl algı yaratıldığını, nefret söylemlerinin toplu katliam gibi eylemlere nasıl dönüştüğünü, dönüştürüldüğünü artık hepimiz biliyoruz.
Tehlike hala geçmiş sayılmaz..
Medyada son günlerde ayrımcı, ırkçı, nefret söylemi ve nefret suçu içeren haberlerdeki artış nefret söyleminin olası sonuçları bakımından önemini ortaya koymakta…
Birbirinden bağımsız gibi gözükse de birbirini tetikleyen örnek çok…

Yazının Devamı

Hem şantaj hem haber mağduru olmak!

13 Haziran 2016

Toplumu ilgilendiren bir konuda halkın bilgilendirilmesindeki çıkarın, kişilik haklarının korunmasından daha önemli olduğu sonucuna varan uluslararası hukuk, buradaki dengeyi basın özgürlüğü üzerinden kuruyor. Ancak habere konu olan olaylar eğer özel hayatın gizliğini ihlal ediyorsa bu kez ‘resmi görev’ ve ‘mekân’ dikkate alınıyor.
Örneğin siyasetçinin özel yaşamı ile resmi görevi bulunmayan bir bireyin özel yaşamı arasında ayrım yapıyor.
Bir siyasetçinin bazı durumlarda özel yaşamı hakkında da siyasal, toplumsal tartışmaya katkıda bulunabileceği gerekçesiyle haber yapılabileceğini, halkın bilgi edinme hakkı olduğunu söylüyor.
Oysa resmi bir görevi olmayan bir bireyin özel yaşamı kamu çıkarını ilgilendirmez.
Kamunun tanıdığı halkın bilgi alma hakkına sahip olduğu tanınmış bir kişi mi değil mi? Kamu yararı var mı yok mu? Basın özgürlüğü ile özel hayat arasındaki denge nerede kırılıyor?
İşadamına şantaj!
Kendisini eski istihbaratçı “Irmak Berkman” diye tanıtan Seher T. adlı kadın, işadamı Nadir Güllü’ye eşinin kendisini aldattığı iddiasıyla şantaj yaptı. Güllü ailesi, ellerindeki ses kayıtlarıyla polise şikâyette bulundu. Mahkeme Seher T.’ye 10 ay hapis cezası verdi.

Yazının Devamı

BARONUN CİNSEL AF TEKLİFİ YOK!

6 Haziran 2016

Son dönemlerde çocuklara yönelik cinsel istismardaki artışa rağmen, suçların önlenmesinde yasaların yetersiz olması, şikâyete bağlı olması, daha da önemlisi çocuk istismarına evlilik ekseninde çözüm arayışları, bu durumdan rahatsız olan baroları da harekete geçirdi.

İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Genel Sekreteri Avukat Selmin Cansu Demir, TBMM Çocuk İstismarını Önleme Komisyonu’na iki saatlık bir sunum yaparak, TCK’nın “Reşit olmayanla cinsel ilişkiyi” düzenleyen 104. maddesinin revize edilmesi gerektiğini, bu durumun dini nikâh veya çocuk yaşta evlilikleri tetiklememesi gerektiğinin altını çizdi…

Milliyet haberi “15 yaş üstündeki çocuklar için cinsel af teklifi” başlığıyla yayımladı. Önder Yılmaz imzalı haberin içeriği ise tamamen farklı.

***

Haberde TCK’nın “Reşit olmayanla cinsel ilişkiyi” düzenleyen 104. maddesinin revize edilmesi gerektiğini belirten Demir Türk Ceza Kanunu (TCK), Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki (CMK) eksiklikleri anlatırken, failin cezalandırılması veya cezaları daha çok attırılmasının çocukların gerçek problemini çözmekten uzak olduğunu kaydederek yargılama sürecinde yaşanan mağduriyetleri şu ifadelerle dile getiriyor:

“Çalışmalarımızda mağdurların

Yazının Devamı

DAHA İYİ GAZETECİLİK MÜMKÜN!

30 Mayıs 2016

Günümüzde küresel haberleşme araçlarıyla bilgiye erişim ve bilgiyi yaymak kolaylaştıkça; manipülasyon, dezenformasyon ve bilgi kirliliği yaygınlaşıyor. Buna karşı okur bilinci de giderek artıyor. Okurun doğru ve güvenilir kaynak arayışı, analitik ve sorgulayıcı tüketim ihtiyacı, yeni medya düzeninde, özellikle yazılı basının meslek ilkeleriyle uyumlu haberciliğini kaçınılmaz kılıyor.

Peki ne yapmak gerekiyor?

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Meslek İlkelerini İzleme Komisyonu; yeni dönemin ilk toplantısında bu soruya yanıt aradı. Komisyon medyanın meslek ilkelerine aykırı habercilik anlayışını, etik kurallar çerçevesinde değerlendirecek. Türkiye medyasının; ötekileştiren, nefret söyleminde bulunan, ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik yapan, hedef gösteren, mesleği itibarsızlaştıran yayın politikalarını, meslek etiği açısından incelemeye alacak, yapılan değerlendirmeler kamuoyuyla da paylaşılacak.

Komisyonun amacı belli:

Doğru habercilik, sorumlu gazetecilik ve mesleğin saygınlığını korumak...

Meslek İlkelerini İzleme Komisyon başkanlığına ikinci kez seçilen Altan Öymen, Komisyonu’nun bu dönemdeki görevinin daha da ağırlaştığını hatırlatarak şöyle diyor: “Bir yandan basın özgürlüğünün

Yazının Devamı

BİZ NE ZAMAN BARIŞACAĞIZ!..

23 Mayıs 2016

Medyada yer alan haberlere bakın! Atılan manşetlere, başlıklara, ifadelere… Hiç değişmeyen hep aynı sorunlar… Sorunlarımızın niye hiç değişmediğini, biri bitmeden diğerinin nasıl başladığını, neden çözümsüz bırakıldığını sorgulayın. Bunca kutuplaşmanın bu ‘cinnet’ halinin sorumlusu kim: Siyaset mi? Medya mı? Kamuoyu mu? Bu sorunları alt alta yazın. Ülkeyi uçuruma sürükleyen bütün bu kavgalara, hesaplaşmalara, bu çatışmacı, kışkırtıcı söylem ve nefret diline neyin neden olduğunu anlamaya çalışın ve şu soruyu sorun.
Peki biz ne zaman ve ne olursa barışacağız?
Bu ülkeyi felakete sürükleyen siyaset dilini bir tarafa bırakıyorum. Medyanın kamuoyunda yarattığı algıyla bu sürece olumlu katkı sağlaması beklenebilir mi?
***
Laiklik tartışması bunun bir örneği…
Yaklaşık bir aydır Milliyet’te dâhil Türkiye medyası; TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “Laiklik anayasada olmamalı... Dindar anayasa olmalı” sözlerini tartışmaya açmış görünüyor. Bazı okurlarımız bu haberlere ‘din devletine meşru zemin’ yaratılıyor diyerek tepki gösteriyor. İsmini vermek istemeyen bir okurumuz şöyle diyor: “Bölgede savaş var. Etrafımız terör örgütleriyle çevrilmiş. Her yerden şehit cenazeleri kalkıyor. Daha

Yazının Devamı

Önce dosyaları İnceleyin

16 Mayıs 2016

Ombudsman olarak sadece Milliyet Gazetesi’nin haberlerinden sorumluyum. Ancak son zamanlarda bana gelen okur şikâyetleri, ‘alanımı’ genişletti.
Bazı okurlar; siyasetin ürettiği sorunları, mevcut ya da olası politikaları doğuracağı sonuçlar açısından medyanın yeterince sorgulamadığı düşüncesinde. Yani okurlara göre eleştirel gazetecilik yapılamıyor. Bir kısmı da bir ‘haberin tamamını görebilmek, gerçekte ne olduğunu anlayabilmek için birçok gazeteyi okumak zorunda kaldıklarını söylüyor. Neden? Çünkü okur sizin haberinizdeki bir bilgiyi, başka bir gazetede göremiyor ama o gazetelerde gördüğünü de sizde göremiyor…
Bu bizim de sorunumuz… Ombudsmanlarla ilgili bir seminerde bir meslektaşım şöyle diyordu: “Gazetecilik yoluyla “silahlı örgüt üyesi olmak”, “örgüte yardım etmek” veya “örgüt kurmak, sevk ve idare etmek” suçlamaları devam ediyor ve biz hiçbir şey yapamıyoruz…”
Her dönem kendi koşullarında değerlendirilir. Dolayısıyla gazeteciler için ‘bugün dünden daha kötü’ değerlendirmesine katılmıyorum. Ancak ‘bugün dünden daha iyi’ demek de gerçekçi olmaz. Bianet’in Medya Gözlem raporu da bunu doğruluyor: Rapora göre; son dönemde çok sayıda gazeteci “casus”, “darbeci”, “terörist”

Yazının Devamı