Savaştan kaçanların sığınağı olmuş ölüm sessizliğindeki bir arazide Reuters Haber Ajansı’ndan Ümit Beştaş’ın rehberliğinde yürüyoruz... Otlar, çalılar bodur ağaçlarla kaplı bir tepeye doğru tırmanıyoruz... Yerde henüz yarısı dolu bir diş macunu görüyorum... Biraz ilerleyince açılmamış bir süt kutusu, sağa sola atılmış battaniyeler, çocuk ayakkabısı, montu, şapkası, tencere kapağı, boş pet şişeleri, yırtılmış kimlikler... Burada yaşamışlar. Çalıların arasına saklanmış, umutla beklemişler... Sonra artık bir çöp yığını haline gelmiş bütün bu eşyaları arkalarında bırakıp o tepeden, kayalardan aşağı inmiş, botlara koşmuşlar... Onların gelecek umudunu ellerinden alan, yolun yarısında batan botlara... Ve bu kez sular onlardan geriye kalanı, yanlarına aldıkları ne varsa hepsini tekrar kıyıya sürüklemiş... En çok da ayakkabıları...
Sorunu anlamak
Artık sadece Türkiye’de değil, dünyada da “mülteci sorunu’ gazeteciler için başlı başına bir alan. Savaştan kaçan, çeşitli nedenlerle yerinden yurdundan olan milyonlarca insan... Bu nedenle öncelikle bu insanların mülteci mi sığınmacı mı göçmen mi olup olmadığını bilmek, ülkelerin politikalarıyla, yasalarıyla, sorunu doğru bir şekilde ifade
İstanbul’daki Alman Başkonsolosluğu’na yönelik canlı bomba eylemini yapacağı iddiasıyla yakalanan Iraklı Jumah Alshalawey’e sınırdan geçişi sırasında Muhammed Nas’ın yardım ettiği istihbarat bilgileri arasında yer alınca Milliyet haberi “IŞİD’li Bombacı PKK ile Ortak” başlığıyla manşetten verdi.
Tolga Şardan imzalı haberde Alshalawey’in, terör örgütü IŞİD tarafından görevlendirildiği, gözaltına alınan Muhammed Nas’ın iki kardeşinin ise PKK içinde etkin konumda görev aldığının tespit edildiği, Nas’ın, Alshalawey’in sınırdan geçişi için lojistik destek ve barınma konularında destek verdiği bilgisine yer verilmekte. Haberde ayrıca Alshalawey’in İstanbul’da yaşayan Suriye uyruklu Ali Al Faraç ile temas kurduğu Faraç’ın ın ise İstanbul’da yaklaşık 1.5 yıldır yaşadığı ve Muhammet Nas’ın yanında tesisat işi yaptığının belirlendiği belirtilmekte.
Nas ailesinin itirazı
Nas ailesi söz konusu habere önce telefon, ardından üç yazılı açıklama ve noter kanalıyla itiraz ediyor. Neşe Nas gönderdiği açıklamada kısaca şöyle diyor:
“Eşim ve eşimin ailesi hakkında yazılan haberler asılsızdır. Vatan millet sevgisiyle büyümüş saygın bir ailedir. Çocuklarımızı da bayrak vatan sevgisiyle
Bundan bir iki yıl önce; bir öğretmen öğrencisine cinsel tacizde bulununca müdür öğretmeni tokatlamış, öğrenciyi de başka bir okula göndermişti... Çocuk nasıl bir yara aldı, öğretmen sonrasında başka öğrencileri de taciz etti mi bilmiyoruz...
Türkiye’de bu konudaki araştırmalar yaygınlık, görünme sıklığı, önleme ve tedavi gibi başlıkları ele almıyor. Ancak bu sorun üzerinde hassasiyetle düşünülmesi gereken toplumsal bir yara ve giderek büyüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2014’teki bir araştırmasında 11 bin 98 çocuğun cinsel suçlara maruz kaldığı sadece bilinen... Ceza istatistiklerine göre de; çocukların cinsel bütünlüğe karşı en az 19 bin 757 suç davası açılmış...
Mesleği lekeliyor
Medya devlet himayesinde ya da değil; çeşitli kurumlarda, okullarda, yurtlarda, çocuklara cinsel saldırı haberlerini hemen her gün rutine bağlamış gibi geçince okurlarımızdan gelen tepkiler artıyor. Bazı okurlarımız “çözüm üretin çözüm” diyerek özellikle çocuklara yönelik cinsel saldırıları görmezden gelen kurumlara, normal karşılayan siyasetçilere, yargıya ve bu tür haberlerin üzerine gitmeyen basına veryansın ediyor. “Bu haberlerin dünyanın en kutsal mesleği öğretmenliği lekelediğini”
Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla yapılan operasyonlarda tutuklanıp sonra serbest bırakılan Reza Zarrab’ın uygulanan ambargoyu delmek, dolandırıcılık ve kara para aklamak iddiasıyla ABD’de gözaltına alınması ülke gündemine oturunca medya uzun süredir olduğu gibi iki kampa ayrıldı. Haberin yansımasından sonra medyada türlü senaryolar üretildi.
Zarrab’ın ABD’de gözaltına alınmasını bir taraf, olayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye yapacağı ziyaretle ilişkilendirip gözaltı girişiminden iktidar değişikliğine kadar vardırdı.
Diğer taraf ise Zarrab’ın göz altına alınmasını Türkiye’ye karşı bir darbe girişimi olarak değerlendirmeye başladı.
Milliyet ise geleneksel çizgisine uygun olarak her iki tarafta da yer almadı. Fırsattan istifade hemen harekete geçen medya tetikçileri ise Milliyet’in haberi kullanmadığını iddia edecek kadar hayal mahsulü bir kampanya başlattılar.
Türkiye zor günler geçiriyor... Çatışmalar, operasyonlar, patlayan bombalar, giderek artan terör eylemleriyle...
Antalya’da, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Konrad Adenauer Stiftung ile ortaklaşa düzenlediği meslek içi eğitim seminerinde meslektaşlarımızla gazeteciliği konuşuyoruz; medyanın dili, şiddeti, barış gazeteciliği, terör ve çatışma bölgelerinde gazetecilerin yaşadığı travmalar üzerine... Cemiyet Başkanı Turgay Olcayto’nun, “Demokrasi farklı görüşlere tahammül rejimidir” dediği sırada, ajanslar Ankara’dan sonra İstanbul’un göbeğinde patlayan bir canlı bomba haberi geçiyor...
Medya yine aynı hataya düşüyor: İnternet haber siteleri anında dehşet verici görüntüleri yayımlıyor. Etrafa saçılmış ceset parçaları, kopan kollar, bacaklar...
Terörün istediği de bu. Terör manşet olmak ister, korkutmak ister, toplumda yarattığı panikten, kaos ortamından beslenerek büyümeyi hedefler.
Yasak çözüm değil
Dönüp dolaşıp aynı sorular ve sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz...
İntihar için köprü korkuluklarına çıkan bir vatandaşa, ‘Atlayacaksan atla, senin yüzünden trafikte saatlerdir bekliyoruz’ denildiği iddiasıyla iki kadının yargılanması toplumsal tahammüle ilişkin tartışma başlatınca, Milliyet insanların empati kurmadığı ve toplumu bir arada tutan vicdanın kalmadığı konusunda birleşen uzmanların görüşünü “Empati kurulmuyor vicdan yok oluyor!” başlığıyla yayımladı.
Selahattin Beycan adlı okurumuz şöyle diyor: “Haberinizi büyük bir takdirle okudum. İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak hayatına son veren bir adamın intiharı sırasında iki kadının “Atlayacaksan atla” sözlerini uzman görüşleriyle tartışmaya açtığınız için kutlarım sizi. Ancak haberinizde iki kadının bu sözlerini hem yazı da hem de spotta iddia olarak veriyorsunuz. Oysa kadınlar bu sözleri söylediklerini savcılıktaki ifadelerinde kabul etmiş görünüyor. Hatta biri bu sözlerini “boşboğazlık” olarak değerlendirmiş. Artık iddia olmaktan çıkmış bir olayı, iddia olarak verirseniz o zaman görüşüne başvurduğunuz uzmanların açıklamalarının ne değeri var?” diye soruyor.
Ombudsman Görüşü: Boğaziçi Köprüsü’ndeki intiharla ilgili gözaltına alınan kadınların savcılıkta değil, polisteki
Ergene’de araştırma yapan uzmanlar; nehrin siyah bir çamur deryasına dönüştüğünü, bölgedeki sanayi tesisleri atıklarıyla nehrin bir kanalizasyon haline geldiğini, nehirde tespit edilen siyanür nedeniyle dalgıçların bile suya giremediğini belirtince Milliyet haberi, ‘Dalgıçlar bile suya giremiyor’ başlığıyla verdi.
Haberde ayrıca Çerkezköy’den, Uzunköprü’ye kadar uzanan bölgede deri, kimya, organize sanayi, tekstil ve ilaç olmak üzere 2 bin 100 civarında sanayi tesisinin bulunduğu da belirtilmekte...
* * *
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği haberle ilgili gönderdiği açıklamada kısaca şöyle diyor:
“Ergene Havzasında 1990’lı yıllardan itibaren başlayan kontrolsüz sanayileşme neticesinde oluşan kirliliğin giderilmesi ve nehrin su kalitesinin iyileştirilmesi maksadıyla 06.05.2011 tarihinde Ergene Havzası Koruma Eylem Planı uygulanmaya başlanmıştır....
Tekirdağ ilinde inşa edilmekte olan ileri biyolojik atıksu arıtma tesisinde yaklaşık 400.000 m3/gün’lük sanayi atıksuyu arıtılacaktır. Deşarjlarında siyanür ve bileşiklerini ihtiva eden ve potansiyel kirlilik unsurları arasında yer alan kimya, plastik, tekstil, ilaç, metal ve otomotiv sanayii ile
Türkiye’de cinsel şiddet, tecavüz ve tehditlere maruz kalanlar olay sonrasında ya bir cinayete kurban gidiyor ya da başına gelenlerden ötürü yaşam alanı daraltıldığı, tecrit ve tehdit edildiği için intihar ediyor. Uzmanlara göre; intihar karmaşık bir olgudur.
Dolayısıyla bir intiharı bir ya da birkaç nedene indirgeyerek açıklamak hem zordur hem de yanıltıcıdır... Tam da bu nedenle intihar olaylarını haber yaparken uyulması gereken prensiplere dikkat etmek, sunuluş biçimine özen göstermek, mağdur edenin, mağdur olanın yakınlarını, ailelerini teşhir etmemek, onur kırıcı ifadelerden kaçınmak, kamuoyu üzerindeki olası etkilerini ve benzer sorunları yaşayan insanları bu tür eylemlerin cesaretlendirebildiğini unutmamak gerekir .
Türkiye medyasının en önemli sorunlarından biri bu tür haberlerde soğukkanlılığını yitirmesi.. Kamuoyunda haber nasıl bir infial yaratıyorsa, hangi travmalar üzerinden şekilleniyorsa medya kamuoyunda oluşan bu tepkilere göre haberi biçimlendiriyor. Oysa medyanın görevi: gerçeği yazmaktır, kamuoyunun duygusal travmatik tepkilerine göre haber yapmak değil.
-
Kayseri’de bir lise öğrencisi...
Okulunda son derece başarılı... Geleceğe ilişkin planları var…