Türkiye’nin ‘geçmiş’ tarihi; bir dönem devletin her olayda bir ‘İngiliz parmağı’ aramasına medyanın da neredeyse her olayı eninde sonunda ‘derin devlet’e bağlamasına neden olmuştur. Ancak geldiğimiz nokta daha vahim. Bir dava dosyasında, bir bürokratın, bir kurumun adı mı geçiyor! Bir gazeteci bu davaları hiçbir yere bağlamadan “olduğu gibi” haber yapsa bile, gelen tekzipler genellikle medyanın “karalama kampanyası” yürüttüğü yönünde... Elbette medyanın ‘karalama kampanyası” sicilinin temiz olduğu söylenemez. Ancak yapılan her haberi, haber yapan her gazeteciyi ve gazeteleri bu şekilde suçlamak adaletin terazisini de yanıltmak demektir.
Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 2010 KPSS davasıyla ilgili haberimize gönderilen tekzip bunun son örneği. Mahkeme; 52’si tutuklu 230 sanık hakkında 2010 KPSS sonucuna göre atanan sanıkların görev yaptıkları kurumlara yazı yazarak maaş bilgilerini isteyince Milliyet haberi “Usulsüz atananların maaşı incelenecek” başlığı ile verdi. Türker Karapınar’ın haberinde, davanın “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” kapsamında hazırlanan iddianamesinde yer alan sanıklardan Prof. Dr Şerif Ali Tekalan, Fatih Üniversitesi
Geçtiğimiz hafta “Bir iddiayı belgelemek suç mudur” başlıklı yazımda bazı haberler belgeleriyle yayımlandığında, haberi yapan gazeteciler hakkında “kamu görevlisini hedef göstermek” gibi gerekçelerle soruşturma ve davalar açılmasını eleştirmiş, “Hiçbir gazeteci birini hedef göstermek kastıyla haber yapmaz” demiştim...
Ombudsmanlar da eleştirilir. Okurumuz Adem Erdemli konuya ilişkin yorumuma itiraz ediyor.
“Köşe yazınızda ‘Hiçbir gazeteci birini hedef göstermek kastıyla haber yapmaz’ ifadeleriniz gerçeği yansıtmamaktadır. Elbette suç teşkil etmeyen bir belgede kamu görevlisinin sırf adı görünüyor diye ‘hedef gösterilmiştir’ diyen yargı kararlarını tartışabilmeliyiz. Ancak bazı gazetecilerin ve gazetelerin sadece kamu görevlisini değil, azınlıkları, etnik ve dini kimlik üzerinden sokaktaki insanı hatta kendi meslektaşlarını nasıl hedef haline getirdiği bilinen bir gerçek. Arşivleriniz bunun örnekleriyle dolu. Bugün hiçbir gazete ya da gazeteci, insanları farklılıkları, değerleri, yaşamları yüzünden hedef almıyor diyebilir misiniz? Bunca “tetikçi” gazeteci varken, ‘Bazı gazeteciler’ demeniz daha yerinde olurdu.”
Ombudsman Görüşü: Okurumuz haklı. Bir kelime bir meselenin bütün
Bir gazeteci bir olayı iddia olmaktan çıkartan bir belge yayınladığında bu mesleki bir başarı, güvenir ve sorumlu gazeteciliğin bir gereği olarak kabul edilir. Yargının medyaya yönelik yaptırımları, gazeteciler hakkında açılan soruşturmalar, davalar ise tam aksi yönde...
Bir haber gazetelerde belgesiyle yer alırsa, ya da belgede bir kamu görevlisinin imzası varsa; yargının itirazı genellikle haberinize olmuyor. Kamu görevlisinin ihmali var mı yok mu diye de bakmıyor. İki şeye bakıyor: Haberi desteklemek amacıyla kullanılan belgede gizlilik unsuru var mı? Belgede gizli olsun ya da olmasın kamu görevlisinin adı var mı?
Oysa araştırmacı gazetecilik belge gerektirir. Belgelere dayalı bir haber yaptığınızda, habere konu olan belgeyi yayınlayıp yayınlamamak yazı işlerinin sorumluluğundadır. Yazı işlerinin bu tür belgeleri yayınlama kararı da genellikle haberin önemine ve doğruluğuna vurgu yapmak gerekçesiyle okurla paylaşılır.
Bu tür davalar giderek çoğalıyor.
Bunun son örneği araştırmacı gazeteci İdris Emen’e üç yıl hapis istemiyle açılan davadır.
* * *
Diyarbakır’da HDP mitingine bomba koyarak; dört yurttaşın ölümüne neden olduğu iddiasıyla aranan sonrasında yakalanan IŞİD’çi Orhan Gönder’i
RTÜK, kanun ve yönetmeliklere aykırı yayın yapan televizyonlar hakkında bir inceleme raporu hazırladı. 150 televizyon yayınının; izin almadığı, korsan yayın yaptığı, telif ödemediği gibi hususlara yer verilen raporda hukuki işlem başlatılınca Milliyet haberi “Çiğnenmedik yasak kalmamış” başlığıyla verdi.
Haberde ayrıca raporda yer alan “Kanuna ve yönetmeliklere aykırı olarak yayın yapan bu kişilerin haksız kazanç elde ettiği, dolayısıyla haksız rekabet oluşturdukları, işini hukuka uygun yapanların reklam gelirlerinin düşmesine ve dolayısıyla zarar etmesine neden oldukları Üst Kurul tarafından belirlenmiştir” denilmekte.
***
Söz konusu habere raporda adı geçen Başak Vizyon Radyo ve Televizyon Yayıncılık San. Tic. A.Ş. itiraz etmekte. Avukat Nazan Akçay gönderdiği açıklamada şöyle diyor;
“Habere konu olan şirket, RTÜK yayın lisansı sahibi olup RTÜK üst kurulu yayın yönetmeliği gereğince TÜRKSAT A.Ş. ile yaptığı sözleşme ile bireysel kapasite kiralama kapsamında şirket ve şirketin ortağı olduğu şirketler için yayın yapma hakkı sahibidir.
Müvekkil şirket ile ortak olduğu şirketler bu sözleşme şartlarına ve saatlerine uymak suretiyle yayına çıkmadan önce Türksat A.Ş. Genel Müdürlüğü’nden
Toplumsal hayatın şiddeti; erkek, kadın, çocuk, engelli, mülteci tanımıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Sema Ramazanoğlu bu insanların yaşadığı dramları paylaşmak, sorunlara çözüm üretmek ve bakanlık bünyesinde hayata geçirilen ve geçirilecek olan projeleri anlatmak için Beykoz Sabancı Öğretmen Evi’nde gazeteci kadın yazarlarla buluştu.
Toplantıda kadın gazetecilerin soru ve önerilerini not alan Bakan Ramazanoğlu; hepimizin sorularını tek tek yanıtladı. Ramazanoğlu’nun verdiği yanıtlar siyasetin arka kapısını da aralıyor. Öyle ki; bir partinin siyasi kimliği üzerinden siyaset yapmak yerine, insan odaklı politikalarla “vicdan ve adalet” üzerinden konuşturmayı tercih etmesi toplantıyı daha da anlamlı hale getirdi.
Destek programı
Bakanlığın artan yüzde 35 bütçesiyle araştırma uygulama ve yeni politikaların temelleri atılacak. Bakan Ramazanoğlu bu politikaları belirlerken ‘zihniyet değişimi’nin önemine vurgu yapıyor. Cinsiyet eşitliğindense fırsat eşitliği açısından cinsiyet adaleti kavramını tercih eden Bakan Ramazanoğlu aile içerisinde kadına daha ayrıcalıklı davrandıklarını belirtiyor.
Örneğin Diyarbakır’da 600 ev ziyaret edilmiş. 6.200 kişiyle tek tek yüz yüze görüşülmüş.
Bir gazeteci bir haberi oluştururken haber kaynaklarını yönlendiremez; kaynağın ne söylemesi gerektiğine iyi niyetli de olsa karar veremez, bir olaya kendiliğinden ‘gerekçe’ üretemez...
Batman’ın Balpınar beldesinde çadırda yaşayan Suriyeli ailenin en küçük çocuğu olan dört aylık Faris Hıdır Ali hayatını kaybedince bazı ajanslar haberi “Suriyeli bebek donarak öldü” bilgisine yer vererek geçti. Bunu kim diyor? Baba Ayd Hıdır Ali…
Milliyet dâhil birçok gazete, televizyon ve haber sitelerinde yer bulan, ajans haberine göre; Suriyeli baba, ölmemek için savaştan kaçtıklarını ama soğuktan dolayı canlarından bir parçayı toprağa verdiklerini, eğer yakacak bulamazsa 3 yaşındaki çocuğunun da öleceğini belirtiyor. Ailenin yakınları da şöyle diyor: “Çok perişan durumdayız. Çocuklarımız tek tek ölüyor. Ölmeden bu kışı atlatmak için Allah’a dua ediyoruz.”
Batman Valisi Azmi Çelik, söz konusu haberi derinlemesine araştırdıklarını, bebeğin donarak öldüğü iddiasının asılsız olduğunu, bebeğin basına yansıdıktan yaklaşık 20 gün önce hastaneye kaldırıldığını, yüksek ateş nedeniyle hayatını kaybettiğini belirtiyor.
Ajanslara bebeğin ‘donarak öldüğü’ söyleyen babayı anne Berivan Ali de yalanlıyor.
Diyarbakır’da 12 yaşındaki engelli kız çocuğuna bakkal dükkânında cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan bir şahsa, mahkeme 3 yıl 18 ay hapis cezası verdi. Mahkemenin kararı Milliyet dâhil birçok gazete, televizyon ve haber sitelerinde ‘engelli çocuğa cinsel saldırıya alt sınırdan ceza’ olarak değerlendirildi.
Mahkeme: Alt sınırdan vermedik
Kararı veren Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi söz konusu haberde yanlış bilgilendirmeye dayalı hususlar bulunduğunu belirterek kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla gönderdiği tekzipte şöyle diyor: “Haber sitenizde belirtilen haller gerçek dışıdır. Mahkemece verilen cezalar alt sınırdan verilmemiş ve takdiri hiçbir indirim uygulanmamış olup TCK da öngörülen şartlara uygun olarak verilmiştir.”
Öncelikle hatırlatalım; TCK’nın 103. Maddesine göre cinsel istismar suçunun cezası 3 ile 8 yıl arasında iken iki yıl önce yapılan değişiklikle bu ceza 8 yıl ile 15 yıl arasında yeniden düzenlendi. Ancak bu olayda sanığın suçu işlediği tarih göz önüne alınmış, karara konu olay kanun değişikliğinden önce meydana geldiği için mutat olan lehe kanun uygulaması nedeniyle sanık eski kanundaki düşük ceza uygulamasından faydalanıyor. Yani 3
Albert Camus ‘’Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” der. Bu sözü şöyle de söylemek mümkün mü bilmiyorum, ama belki de bir ülkeyi tanımak için o ülkede öncelikle çocuklara neler yapıldığına bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bu ülkede her türlü şiddete maruz kalan çocuklar büyümüyor; Bu çocukları ‘elbirliği’ ile ya öldürüyoruz ya da ömür boyu ‘sakat’ bırakıyoruz...
Terör kurbanı çocuklar
Doğu ve Güneydoğu’da çözüm sürecinin bitmesiyle başlayan çatışmalı ortamdan en çok çocukların etkilendiğini; 58 çocuğun hayatını kaybettiğini, 56’yı aşkın çocuğun sakat kaldığını, binlerce çocuğun da okula gidemez hale gelmesine neden olunduğunu biliyor muydunuz?
Oysa devlet, şiddet ve silâhlı çatışma koşullarında uluslararası hukukun insanî kurallarına uymak ve uyulmasını sağlamak zorunda. Çocukların yaşama ve korunma hakları başta olmak üzere tüm haklarını ve güvenliklerini güvence altına almak, zarar gören bütün çocukların beden ve ruh sağlığını korumak ve bundan sonraki yaşamlarında bu sürecin olumsuz etkilerini en aza indirmek için önlem almak görevi bulunmaktadır.
Türkiye’de Kadın, Engelli ve Çocuk Ombudsmanı Serpil Çakın ’ın bu konudaki çalışmalarının