Türkiye’yi bir felakete, bir uçuruma ve hatta bir iç savaşa doğru sürüklemeye çalışan terör örgütlerinin saldırıları manşetlerden inmiyor.
Bomba yüklü araçlar, ağır silahlar, roketlerle saldırıyorlar…
Kısır bir döngü… Özellikle Güneydoğu ve Doğu yine sil baştan! Yaşanan çatışmalar ve terör eylemleri yüzünden onlarca ilçe, mahalle yerle bir oldu, yüzlerce insan hayatını kaybetti, yüzbinlerce insan yerinden yurdundan oldu. Bölge halkı terör yüzünden o ilçeden bu ilçeye göç edip duruyor…
Terör örgütleri bölgesel ve küresel birtakım aktörler de devreye girince şimdi her yerdeler… Her saldırıları, ülkeyi derinden yaralayacak bir katliama dönüşüyor.
***
PKK’nın terör eylemlerinden duyduğu öfke ve üzüntüsünü dile getiren bir okurumuz devamında ayrıca soruyor: “Bu Kürtler ne istiyor!”
Okurumuzun bu sorusu belki geçmişte Kürtlerin etnik kimlik, hak ve özgürlük talepleri üzerinden yorumlandığında bir anlam ifade edebilirdi. Ama bugün küresel güçlerin kullandığı PKK’nın terör eylemlerine bakıp ‘Bu Kürtler ne istiyor?” sorusu artık bir anlam ifade etmediği gibi, doğru bir soru da değil.
Yıl 1990...
Polis Harbiye Şehir Tiyatrosu’nun etrafını çevirip abluka altına alıyor.
Niye?
Ankara Birlik Tiyatrosu (ABT), Erol Toy’un yazdığı Pir Sultan Abdal adlı oyunu sahnelemesin diye...
Gazetecilerin arşivi faili meçhul cinayet dosyalarıyla doludur.
Kapatılmış, unutturulmuş binlerce dosya ve hemen hepsi ‘derin devlet’e işaret ediyor.
Derin devlet; ülkenin tehdit algılamaları değiştikçe, aktörleri ve mağdurları değişen, ‘devlet zihniyeti’nin bir tetikçide vücut bulmuş hali olunca cinayetlerin gerçek azmettiricileri hiçbir zaman bulunamadı.
Medyada derin devlet ‘gövdesi var başı yok, sureti var yüzü yok’ bir yapı olarak varlığını sürdürdü. Halen de sürüyor.
Önce geriye gidelim.
Uğur Mumcu cinayetini hatırlayın. Mumcu’yu öldürmeyen kalmadı.
İslami Hareket Örgütü’nden İsrail Gizli Servisi’ne, JİTEM’den, PKK’ya, Susurluk Çetesi’nden Çekiç Güç’e kadar hemen hepsi öldürdü.
36 yıl önce...
12 Eylül’de darbe yapanlar “Bu tarih kitaplarındaki bir darbe değildir. Cumhuriyeti koruma ve kollama harekâtıdır.” diye basına açıklamalar yapıyordu; yeni bir anayasayla anarşi ve terör önlenecek, yargı organlarını kuvvetlendirecek kanunlar hazırlanacak, ceza kanunu ıslah edilecekti…
Hiç öyle olmadı…
Darbeci askerler; hâkim ve savcıları orduevinde toplayarak ‘hukuku unutacaksınız’ dedi… Mahkeme başkanlarının önüne de bir yazı koydu: “Bugüne kadar mahkemeye intikal etmiş hakkında karar verilemeyen sanıkların kimliklerinin bildirilmesine…”
Böylece suçlu suçsuz birbirine karıştı; insanlar işinden oldu, vatandaşlıktan çıkartıldı, gözaltında kayboldu, cezaevlerinde unutuldu, işkencede öldü, öldürüldü kimse itiraz edemedi, basın susturuldu. Koca bir ülkeye ‘kelepçe’ takıldı.
Hiçbir darbenin hukuku yoktur. Dolayısıyla bugün nasıl ki bir darbeyle, başımıza gelebilecek her türlü hukuksuzluğu binlerce vatandaşımız tankların önüne ‘ölümüne’ çıkarak engellediyse, darbe girişiminde bulunan, bunlara yardım ve yataklık edenleri hukuk karşısına çıkartarak biz de nasıl bir hukuk devleti olduğumuzu kanıtlayacağız.
Buna rağmen bazı okurlarımız soruşturma, operasyon, gözaltı
15 Temmuz’da kanlı bir darbe girişimini tankların önünde durarak, altında ezilerek, üzerine çıkarak önleyen halkın ortak toplumsal refleksi; darbeden değil, seçilmiş hükümetten yana olduğu içindir ki, demokrasi nöbeti tutanların sayısı gün geçtikçe artıyor.
Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki; toplumsal anlamda bir yapının kendisini yeniden tanımlayabilmesi için mutlaka ötekine de ihtiyacı var. Siyaset bir eksikle de olsa birbiriyle uzlaşıyor. Partilerin tabanları da bir araya gelerek tek bir bayrak altında her gece nöbet tutuyor.
Tam da bu nedenle; devletin ele geçirilen kurumlarının yeniden inşasını sağlamak, darbecileri yargı karşısına çıkartmak ve hep beraber yaşadığımız bu travmayı bir an önce atlatabilmek için medyaya büyük sorumluluk düşüyor.
Buna rağmen, yabancı basın bile darbe teşebbüsünde bulunan darbecilerin para kaynaklarını araştırırken, darbe teşebbüsüne ilişkin onca soruya yanıt aramayı bir tarafa bırakan bazı gazeteciler birbirlerini hedef gösteren habercilik anlayışını sürdürüyor. ‘OHAL uygulamalarını darbeden daha beter’ diye yorumlayarak cesaretli olmayı akılcı ve soğukkanlı olmaya tercih etmekle kalmıyor kamuoyunu korku ve endişeye sürüklüyor.
Jean-Paul Sartre
15 Temmuz’daki ‘darbe’ şokunun hemen ardından başlayan toparlanma süreci ve bakanlıklar bünyesinde alınan bazı kararlar; sorunlarına çözüm arayışında olan ve bürokraside muhatap bulamayan vergi mağdurlarına da moral oldu.
Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın, vergi, prim veya gümrük vergisi borçlarının yeniden yapılandırılacağına ilişkin açıklamaları, darbe girişimi ve olağanüstü hal uygulamalarına kilitlenen kamuoyunun gündemini normalleştirdi. Bakan Ağbal’ın bir televizyon programında yeniden yapılanma getirileceğine ilişkin sözleri basında geniş yer buldu. Milliyet haberi, ‘Tüm vergi borçlarına yeniden yapılandırma’ başlığıyla verdi.
Haber anlaşılmıyor!
Habere göre kayıtlı 90 milyar, SGK primleri olarak da 72 milyarlık tutar yani kabaca 160 milyarlık tutar ihtilaflı vergi ve prim alacakları yeniden yapılandırılacak. Son 5 yıla ilişkin matrah artırma düzenlemesi yapılacak.
Peki ama nasıl yapılandırılacak?
İstanbul Zihinsel Engelliler için Eğitim ve Dayanışma Vakfı (İZEV) Başkanı Berti Erbeş gönderdiği açıklamada şöyle diyor:
“Gerek Milliyet gerekse merkez medyada Maliye Bakanımızın beyanına istinaden, vergi ve SGK borçlusu mükellefler için yeni bir yapılandırma imkânı tanınacağına ilişkin
Türkiye’de siyasete yönelik en kestirme ‘çözüm’ yolları; hemen her dönemde apoletleri, postalları, tankları, kendi hukuku, kendi yasası, kendi anayasasıyla askerden geldi. Şiddet ve baskıyı meşrulaştırarak geldi. 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de... Tek başına gelmedi; medyanın darbeyi öven, komutanları alkışlayan, sonrasında siyaseti ve sokaktaki insanı kutuplaştıran manşetleriyle geldi...
Türkiye’de demokrasi kültürünün oluşmamasında medyanın günahı büyüktür.
Bugün 36 yıl sonra medya, tarihinde ilk kez, kendisini korkutan, sindiren, cezalandıran darbecilere karşı farklı bir duruş sergiledi:
Darbe girişimini ciddiye almadı, halkı sokağa çıkması konusunda cesaretlendirdi, gazetesini basan asker karşında soğukkanlılığını korudu, siyasi direnci alkışladı, siyasilerin halka ‘darbeye karşı meydanlara çıkın’ çağrılarını defalarca yineledi. Siyaset ve medyanın darbeye karşı ortak tavrı karşısında insanlar da sokaklara aktı, meydanları doldurdu, tankların üstüne çıktı, askerlerin üzerine yürüdü ‘dur’ dedi ve durdu...
***
Sadece Türkiye’de değil dünyada da ‘güç’ dengesi değişti. Bu nedenle Türkiye’de ilk kez; seçmen iktidara taşıdığı partisi için askere karşı ayaklanıyor, medya
Tornacılık yapan bir baba...
Biri down sendromlu, iki oğlunu; geliri down sendromlu çocuklara bırakılacak basketbol maçına götürüyor.
Down sendromlu dokuz yaşındaki Emircan, oturduğu koltukta sürekli hareket ederken, yanında oturan ve maçta görevli polis memurunun pantolonunun paçasını ayağıyla vurup kirletiyor.
Polis memuru yüksek sesle babaya “Oğlunu al diğer tarafa oturt” diyerek tepki gösterince Emircan korkup ağlıyor. Baba polis memuruna “Bu çocuk özel bir çocuk, niye böyle davranıyorsun, terbiyesiz” diyerek karşılık veriyor.
Polis memuru daha da sertleşiyor ve oğullarının yanında babayı yukarıya çağırıyor. Tribünde oturan diğer aileler de müdahale edince olay büyümeden yatıştırılıyor.
Ama Emircan yatışmıyor. Şimdi gördüğü bütün polislerden korkuyor.
***