Yıl 1990...
Polis Harbiye Şehir Tiyatrosu’nun etrafını çevirip abluka altına alıyor.
Niye?
Ankara Birlik Tiyatrosu (ABT), Erol Toy’un yazdığı Pir Sultan Abdal adlı oyunu sahnelemesin diye...
Oyunun konusu; Osmanlıya başkaldıran, halktan yana bir ozanın, Pir Sultan Abdal’ın bu uğurda ölümü göze alarak asılmasının hikâyesi... Oyun önce “halkı isyana teşvik”ten yasaklanıyor, ardından idari mahkeme kararıyla sahneleniyor. Anadolu’nun da tüm kentleri sıraya girmiş, Pir Sultan bekliyor... Gittikleri her yerde, aynı süreç işliyor. Muğla’da da Pir Sultan Abdal oyunu gösterimine 24 saat kala yasaklanıyor, yine bölge idare mahkemesine gidiliyor, mahkeme yasak iptal kararı verince oyun sahneleniyor...
Buna rağmen Muğla Emniyeti tiyatrocuların hepsini gözaltına alıyor. 35 kişilik dev bir kadro… Emniyet müdürü bu kadar insanı nasıl sorgulayacaklarını düşünürken, araya bir sivil polis giriyor. Sanatçılara bakıyor, sonra dönüp yanındaki komisere bir öneride bulunuyor.
“Komiserim, ben oyunu izledim. Hızır Paşa ve Devlet Erkânını oynayanlar (kadılar, asesbaşı, aşarcı, boğos, molla vb) gitsin. Biz isyankâr Pir Sultan’ı ve başkaldıran köylüleri oynayanları gözaltına alalım...
Emniyet bir anda tiyatro sanatçılarının kahkahalarıyla inlese de, emniyet müdürü bu fikri beğeniyor:
Oyunda devlet görevlisini oynayanlar gitsin. Pir Sultan Abdal’ı ve isyankâr halkı oynayanlar kalsın!
Bu ülkenin suça ve suçluya bakışı hiç değişmedi. Halen önce suçlu tespit ediliyor. Ardından suçluya göre suç yaratılıyor.
Bir tiyatrocuyu oynadığı role göre, bir şairi çalıştığı gazeteye göre suçlu tayin edenlerin zihniyetiyle, bir gazeteciyi yaptığı habere, sorduğu soruya, sorguladığı konuya göre meselelerin tarafı ilan edenler arasında hiçbir fark yok.
***
İşin ilginç yanı bazı meslektaşımızın algısı da bu yönde… Darbeye ve darbecilere karşı hükümetin operasyonlarını sonuna kadar desteklerseniz ‘darbeye karşılar ama diktaya da seslerini çıkartamıyorlar’ diye eleştiriliyorsunuz. Yapılan operasyonların gerekli olduğuna inanıp tiyatrocuların, yazarların, şairlerin ya da bazı gazetecilerin niye gözaltına alındığını sorgularsanız eğer bu kez de sizi darbecilerin yanında cemaatçi olmakla suçlayabiliyorlar.
Türkiye’de objektif olmanın, vicdan ve akılla gazetecilik yapmanın zor olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Basın özgürlüğünü korumak, sorumlu ve yüksek kalitede gazetecilik yapmaktan geçer.
Dolayısıyla şu soruyu kendimize sürekli sormamız gerekiyor: Türkiye medyası toplumun çatışmalardan nasıl etkilendiğini sorgulamayan ve giderek çatışmanın yeniden üretilmesine hizmet eden bir güce mi dönüşüyor acaba?
OHAL kendisini sokakta hissettirmiyor ama son bir aydır operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar daha da kötüsü terör ve şehit cenazeleri medya gündeminden düşmüyor. Gazetelerin manşetlerinden okur da bunaldı ve soruyor.
Türkiye 15 Temmuz’daki darbeden sonra daha mı kötüye gider yoksa bütün bu gelişmelerle demokrasinin yolu açılır mı? Bir okurumuzun da ‘Acaba bu operasyonlar gözaltı ve tutuklamalar istihbarat çalışması mı yoksa ihbarlar sonucu mu?’ sorusu bence bütün meslektaşlarımızın sorması ve araştırması gereken öneme sahip bir sorudur?
***
Bu sorunun önemi şurada:
1930’lı yıllarda bir dönem o kadar çok insan Türklüğe hakaretten gözaltına alınmış ki; son olarak sevgilisini bıçaklayan bir adam da ‘Türklüğe hakaret etti’ deyince 1933’de kendisinin de kurucusu olduğu Haber gazetesinde Vâlâ-Nurettin “Vay! Türklüğü Tahkir Etti Ha!” başlığıyla söz konusu davaları gündemine alıyor ve şöyle diyordu:
“...Türklüğü tahkir? Kanun, bu küstahlığı yapacak olanları cezalandırdığı için, pek çok kimseler de buna dayanarak çapraşık vaziyetlerden zeytinyağı gibi üste çıkmak maksadıyla attıkları tokadın, soktukları bıçağın, kırdıkları her türlü potun, hatta kıydıkları canın mubahlığını böylece izah ediyorlar:
- Efendim, Türklüğü tahkir etti de, hamiyetim kabardı. O alçağa, onun için haddini bildirdim!’
Düşmanını, rakibini, alacaklı yahut vereceklisini, kendisini sorguya çeken mektepteki hocasını, hulâsa hoşlanmadığı, zıtlaştığı, korktuğu veya ezmek istediği insanı, karakol köşelerinde süründürmek isteyen pek çok cebbar, zalim ve ceberrutlar aynı bahaneyi buluyorlar:
- Ben seni bir kere Türklüğü tahkir ettin diye lekeleyeyim, başına çorabı öreyim de, sen sonra aksini ispat için, düştüğün ağdan kurtulmak üzere çırpın, çabala dur!”
Evet sormak lazım… Bu operasyonların gözaltına alınanların kaçı ihbarlar sonucu gerçekleşti? Bu ihbarların dayanağı nedir?