Nefret söylemiyle ilgili medyada yer alan haberler, toplumun kültürel kimliklerinin yanı sıra toplumsal şiddetin fotoğrafını da önümüze koyar
Ayrımcılık, ırkçılık, cinsiyetçilik ya da nefret söylemi ve suçlarıyla ilgili medyada yer alan haberler, toplumun kültürel kimliklerinin yanı sıra toplumsal şiddetin fotoğrafını da önümüze koyar. Medya sadece haberi paylaşmakla kalmaz; diliyle, manşetiyle, spotuyla yarattığı algıyla bu profilin oluşmasına da rehberlik eder.
Bir televizyon kanalında, bir sunucunun hangi semtlerde, nerelerde, kimlerin öldürülmesi gerektiği konusunda toplumda infial yaratan sözleriyle ilgili çıkan haberler, bu açıdan incelenmeye değer.
Birincisi medyanın neredeyse tamamı sunucunun nefret söylemini haberin içerisinde defalarca ve açıkça tekrar etmekle suçun yeniden üretilmesine bilinçli ya da bilinçsiz katkıda bulundu. Oysa nefret söyleminde bulunanla, bu söylemi kınamak için tekrar eden arasında niyet açısından kalın bir çizgi var gibi görünüyorsa da bu durum söylemi, nefret suçuna dönüştürme olasılığını ortadan kaldırmıyor.
İkincisi sunucu hakkında “basın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan soruşturma açılması üzerine… Bazı medya
Spor medyası taraflar arasında ayrımcılık yaparak, taraftarın coşkusunu şiddet ya da nefret diline çevirmemelidir. Üstelik futbolcunun rehberinde fair-play, rakibe saygı duyacaksın yazılıysa…
Önce hatırlatalım: 2000’li yılların başı… İstanbul, Galatasaray - Leeds United maçına hazırlanırken çıkan olaylarda iki İngiliz taraftar bıçaklanarak öldürüldü. Maç sonrası bir gazete “Two Size” manşetini attı. Haberde iki fotoğraf kullanıldı. Biri dövülen bir İngiliz taraftarı yerde gösteren fotoğraftı ve üzerine “Sokakta böyle” diye yazıldı. Diğeri takımının yediği gole üzülen İngiliz futbolcuyu gösteren fotoğraftı. Bunun üzerine de “Sahada böyle” yazılmıştı. Haberin spotu ise: “Ağzını burnunu kırdık, suratına tükürerek gönderiyoruz” oldu.
Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan holiganizm ve ırkçılıkla mücadele, sadece ulusal değil, uluslararası alanda da sporun temel sorunu olarak değerlendirilince, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bu alanda hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyuldu. Gecikmeli de olsa 2004’de spor müsabakalarında şiddetin önlenmesine dair kanun yürürlüğe girdi. Kanunun gerekçesinde yer alan “… Spor yöneticileri ve medyanın olumsuz tutumundan kaynaklanan eylemlerin
Toplumu ilgilendiren sosyal projeler, sadece ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından hayata geçirildiğinde bir habere konu olmaz, bazen bu projelerin takipçileri olarak da haberler sürdürülebilir olmalıdır.
Ocak ayında basında çıkan haberlere göre; 13 kadın öldürüldü, babasının tacizine maruz kalan bir kadın intihar etti, beş kadın tecavüz mağduru oldu, 30 kız çocuğuna cinsel istismarda bulunuldu, 41 kadın şiddet gördü… Aynı tarihlerde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kadın cinayeti ve çocuk istismarı davalarında artık “iyi hal indirimi” yapılmayacağını açıklaması ise son derece önemli bir haber. Çünkü Türkiye’de kadın cinayeti ve çocuk istismarı davalarında iyi hal indiriminin şiddet olaylarını tetiklediği artık bilinen bir gerçek…
Buna karşın şiddeti manşetine taşıyan ve her ay neredeyse benzer şiddet olaylarını sadece rakamları değiştirerek yazan medyanın önemli bir bölümünün çözüme yönelik bakanlığın söz konusu çalışmasına gerektiği gibi yer vermemesi ve yeterince değerlendirmemiş olması düşündürücüdür. Oysa Bakan Fatma Betül Sayan Kaya’nın bazı medya organlarında yer alan açıklamaları kamu bilincinin oluşmasına katkı sağlayacak bilgiler içeriyor: Örneğin; bu yıl
Okurlar çoğu kez bir köşe yazarının bir olayla ilgili değerlendirmesini, bütün bir gazetenin yayın politikasıymış gibi algılayabiliyor.
Türkiye medyasında yoruma dayalı köşe yazarlığı, objektif habercilikten daha mı fazla ilgi görüyor? Geçmiş dönemlerde bu soruya olumlu yanıt vermek mümkündü. Bugün dijital ortamda haberlerin anında yayılması ve beraberinde yaşanan bilgi kirliliği zaman içerisinde okurların doğru habere olan ihtiyacını artırdı. Ancak sorun şu ki okurlar bu kez de köşe yazıları ya da yoruma dayalı analiz yazılarla objektif haberler arasındaki ayrımı göremez hale geldi.
Yoruma dayalı habercilik sadece bizde değil dünya basınında da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. American Press Institute (API) bu konuya ilişkin yaptığı araştırmada çarpıcı sonuçlara ulaştı. Okurların haberlerle, fikirsel yazıları “içerik” ve bu içeriğin kaleme alınışı nedeniyle ayrıştıramadığı sonucuna ulaştı. Örneğin Amerikalı her on okurdan üçünün medyada bilgi temelli içeriklerle yorum içeren haberleri birbirinden ayıramadığı sonucuna varıldı.
Kuruma bakışı etkileyebiliyor
Araştırma bir okurun habere duyduğu güvensizliğin nedenleri üzerinde de duruyor. Haber ve fikir yazıları arasındaki
Kamuoyunun merakını tatmin etmek için “ünlülerin” özel yaşamına ilişkin ayrıntılar izinsiz yayımlanamaz. Ancak şiddete maruz kalanları korumak için çıkartılmış bir yasa da bir magazin dedikodusuna alet edilemez.
Bir gazeteci haber yaparken iki şeye dikkat eder: Birincisi haberin, ikincisi habere konu olan kişi ya da kurumların niteliğine. Ancak magazin haberciliğinde durum hayli farklı… Haberin niteliğine bakmaksızın “şöhretli” olanın hayatı, aşkları, kavgaları, ihanetleri üzerinden gündemini belirliyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tam da bu nedenle medyanın şöhretlerin özel hayatına nüfuz edebilme lüksüne sınırlama getirdi. Mahkemenin ‘özel hayat-mahremiyet’e ilişkin ilk ölçütü, ‘resmi görev’, ikinci ölçütü ‘mekân’ olarak belirlendi. AİHM, siyasetçinin özel yaşamı ile resmi görevi bulunmayan bir bireyin özel yaşamı arasında ayrım yapıyor. Siyasetçinin bazı durumlarda özel yaşamı hakkında da siyasal, toplumsal tartışmaya katkıda bulunabileceği gerekçesiyle haber yapılabileceğini, halkın bilgi edinme hakkı olduğunu söylüyor. Ancak ünlü dahi olsa resmi bir görevi olmayan bir bireyin özel yaşamının kamu çıkarını ilgilendirmediğini belirtiyor.
Örneğin Monako Prensesi
Görselin kamuoyu üzerindeki etkisinin, yazılı metinlerden daha fazla olduğu biliniyor. Bu yüzden eski çatışma ve savaşlara ait videolar, bilgisayar oyunları, düşürülen uçaklar, imha edilmiş tanklar “yeni” gibi paylaşılıyor
Brüksel; internet üzerinden “yalan haberle mücadele” etmek amacıyla, aralarında gazeteci ve teknoloji devlerinin de bulunduğu 40 uzmandan oluşan bir çalışma grubu oluşturduğunu açıklarken, Türkiye’de sosyal medya ve haber siteleri Afrin Harekatı’ndan olduğu iddiasıyla manipülasyon amaçlı çok sayıda yanlış görüntüyü dolaşıma soktu…
Mehmet Atakan Foça’nın kurduğu Teyit. Org’dan Gülin Çavuş, Ali Osman Arabacı, Burak Avşar son derece başarılı bir “gerçek gazetecilik” faaliyetinin altına imza atıp, söz konusu videoları ve fotoğrafları araştırdılar. Sonuçta en ciddi televizyon ve haber siteleri de dahil olmak üzere sosyal medya paylaşımlarındaki yanlış bilgileri tek tek sıraladılar. Örneğin
- YPG tarafından esir alınan Türk askerlerini gösterdiği iddiasıyla yayımlanan fotoğraf 2015 yılında Suriye’nin kuzeyinde Halep’in Rityan beldesinde ele geçirilen ve içinde Hizbullah militanlarının da bulunduğu bir gruba ait.
- Afrin’de Şeyh El Hadid bölgesindeki operasyona dair
Şiddete karşı kamu bilincini oluşturan üç şey; devletin kararlılığı, yargının adaleti ve medyanın sorumluluğudur. Birinin eksik olduğu yerde, toplum da şiddetin seyircisi durumuna düşüyor…
1990’lı yılların ortası… Yaşlı bir adam ışıkta geçmeye çalışan bir aracın içindeki gençlere kızmış, onlar da aracın içinden inip yaşlı adamı döverek öldürmüşlerdi... Döverek birini öldürmek, öldüresiye dövmek... Dehşet vericiydi; insanlar seyretmiş, kimse yaşlı adamın yardımına koşmamıştı.
Ve geçen hafta… İşitme engelli bir genç, üniversite öğrencisi dört kişi tarafından minibüste öldüresiye dövülmüş, yine olaya kimse “müdahale” etmemişti! Haber medyada geniş yer buldu… Sosyal medyada paylaşım rekoru kırdı. Öyle ki; saldırıyı yapanlardan çok, olaya tepkisiz ve seyirci kalan yolcular daha çok kınandı: “Yazıklar olsun bu olayı seyredenlere…”, “O izleyenler kendisini adam yerine koymasın”, “Ben olsam tepki gösterirdim” “Vicdansızlar, kımıldamadılar bile!” diyerek…
Tepkisizliğe tepki duymak
Bugün insanların neye, nasıl, tepki gösterdiğini, neye duyarlı olup olmadıklarını “tıklama” rekoru kıran haberlerin içeriğine bakınca anlamak ve hatta yorumlamak daha da mümkün hale geliyor. 3. sayfa haberlerine
Münir Özkul için tören düzenlendiği saatlerde, sosyal medya onun tiyatro ve sinemaya katkılarını paylaşmak yerine, “Birikmiş kira borcunu ya da hastane masraflarını kimin ödediği” bilgisini paylaşıyordu...
Doğu toplumlarında “acıma” duygusu marazidir. Bağışta bulunur, yardım eder, iyilik yapar ancak bütün bu yapılanlar, büyük bir gürültüyle dile getiren kesim için, aynı zamanda “var olma” nedeni sayılır. Dolayısıyla iyi niyetle yapılsa da sunuş ve dile getiriş biçimi çoğu kez “onur kırıcı” bir şekilde tezahür eder.
İstanbul’da hayata veda eden Türk tiyatro ve sinemasının duayen isimlerinden Münir Özkul için tören düzenlendiği saatlerde, sosyal medya onun tiyatro ve sinemaya katkılarını paylaşmak yerine, “... birikmiş kira borcunu, kendisine kimin nasıl ev aldığını ya da hastane masraflarını kimin ödediği” bilgisini paylaşıyordu. Özkul ailesi bütün bu iddiaları reddettiğinde ise sosyal medyada bu bilgiler bir yazar adıyla açılan bir sitede 71 bin 753 paylaşım ve 8 bin yorumla paylaşım rekorunu çoktan kırmıştı.
İddiaların yalanlanmasını bir tarafa bırakalım. Diyelim ki bu bilgiler doğru. Peki, bir insanın birinin yaptığı yardımseverliği överken, yardım gören insanları ya da