Dünyada sosyal medyadaki haberlere güven yüzde 23 oranında. Türkiye’de ise bu oran yüzde 33. Yani dünya ortalamasının üstünde. Buna karşın kullanıcılar kamuya açık platformlarda fikir beyan etmek yerine WhatsApp gibi kapalı platformlara yöneldi.
Türkiye, bugün yeni dönem milletvekillerini ve beş yıllığına görev yapacak cumhurbaşkanını seçmek üzere sandık başında olacak. Seçim sürecinde sosyal medya yalan ve çarpıtılmış haberlerle seçmenin tercihlerini etkilemeye çalıştı. Bu sadece bizde değil, dünyada da ciddi bir sorun olarak algılanıyor. ABD’de başkanlık seçimleri ve Fransa’da cumhurbaşkanı seçimi öncesi, yanıltıcı ve/veya kışkırtıcı haberin kullanılması bunun en iyi örneği.
Ciddi etkileri oluyor
İletişim bilimcilere göre; sanal haber platformları ve sosyal medyada küresel çapta bir artış yaşayan sahte ve yanıltıcı haberlerin pek çok ülkede ciddi etkileri oluyor. Ancak siyaset, ekonomi ve toplumsal olaylarda “tahribat gücü yüksek kitlesel bir silaha dönüşen” sahte habercilikle mücadelede alınan önlemler yetersiz… Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü’nün 37 ülkede yaptığı son araştırma da yine dezenformasyon ve yanıltıcı haber üzerine. Türkiye, sahte habere maruz kaldığını
Birleşmiş Milletler ve dünya medyasının üzerine düşen sorumluluk, Yemen’deki trajedinin sadece istatistiğini tutmak olmamalıdır. 18 milyon Yemenlinin açlık dramına çözüm üreterek katkı sağlamak zorundayız.
Dünya medyası, son birkaç yıldır defalarca yazdı: Yemen’de, milyonlarca insan açlıktan ölecek! Son olarak Birleşmiş Milletler (BM) yıl sonuna doğru açlıktan ölme tehlikesi altındaki Yemenlilerin sayısının 8.4 milyondan 18.4 milyona çıkacağını bildirdi. Bu, Holokost sırasında öldürülen Yahudilerin tahmini sayısının üç katı büyüklüğünde. Görünen o ki; dünya medyası Yemen’de yaşanan insanlık dramını defalarca gündeme getirse de, her yıl önümüze konulan rakamlar bu sorunun giderek büyüdüğünü gösteriyor.
Demek ki, bir felaketi sadece istatistiklerle anlatamazsınız... Hele ki sürekli kapılarını savaşa, felakete, açlığa, ölümlere aralayan bir ülkede, gerçek sorumlular, dramatik insan hikâyelerinin arkasına saklanıyorsa… Yemen’deki trajediyi hemen her yıl kamuoyu ile paylaşan BM’nin ve dünya medyasının üzerine düşen sorumluluk, işin sadece istatistiğini tutmak değildir, bu insanlık dramına çözüm üreterek de katkı sağlamak zorundadır. İstatistikleri verirken, gerçek sorumluları satır
Türkiye’deki Facebook kullanıcıları şüphelendiği haberleri Facebook’a bildirecek. Facebook, doğrulanması için teyit.org’a iletecek. Sahte haber paylaşan sitelerin linkleri “asılsız haber” olarak işaretlenecek. Kullanıcıların sahte haberleri görme olasılığı yüzde 80 azalacak.
Facebook sahte haberlerin platform içinde yayılmasını önlemek için 10’dan fazla ülkede üçüncü taraf haber doğrulama programını uyguluyor. Artık buna Türkiye de dâhil. Teyit.org dünyanın önde gelen medya kuruluşlarından Poynter’ın bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Doğruluk Kontrolü Ağı tarafından yayımlanan İlkeler Kılavuzu’nu imzalayarak Facebook’un üçüncü taraf doğrulama programının Türkiye uygulayıcısı oldu. Programın amacı; Facebook’ta şüpheli bulunan haberleri incelemek, haberlerin bulgularını kontrol ederek doğruluğunu tespit etmek. Bu, asılsız haberlerin önüne geçmek için önemli bir adım.
Teyit.org kurucusu Mehmet Atakan Foça, Türkiye’de insanların haber ve bilgi tüketmek için ağırlıkla sosyal medyaya yönelmesinin, yanlış bilginin hayatımızdaki etkisini daha fazla hissettirdiğini hatırlatarak bu işbirliğinin, Türkiye’de insanların doğru bilgiye ulaşması ve asılsız haberin yayılmasının önüne geçmek
Okulunda arkadaşlarına “teşhir edilerek” cezalandırıldığı için utanan bir çocuk, olayı kınamak için bile olsa medyada da teşhir edildiğinde sizce nasıl bir duygu yaşıyor olabilir?
Kadınlar, sadece uğradıkları şiddet üzerinden medyanın sorunlu, cinsiyetçi haberlerine konu olmuyor. Erkek egemen ideolojinin yarattığı, kadınları değersizleştiren, itibarsızlaştıran cinsiyetçi dil, kadınların da kendi cinsine ya da erkeğe aynı “şiddeti” uygulamasına, aynı algıyla bir haberin konusu olmaya devam ediyor. Bir İngilizce öğretmeni Gülsüm U., 12 yaşındaki bir öğrencisini saçları uzun olduğu gerekçesiyle cezalandırdı. Saçına toka takarak. Öğrencilerin karşısına çıkararak teşhir etti. Kameraya yansıyan görüntüler medyada yayınlandı. Görüntülerde, saçındaki tokadan utanan bir erkek çocuğunun, kendisini cezalandıran öğretmeninin arkasına saklanmaya çalışması üzüntü verici. Bir kadın öğretmenin hem kendi cinsiyetini aşağılamaya yönelik eylemi hem de bir öğrenciyi bu şekilde cezalandırma yoluna gitmesi ise son derece düşündürücü…
Bir annenin bayrak bağışı için tesadüfen okula gitmesi ve oğlunun diğer öğrenciler önünde saçına toka takılmış bir şekilde teşhir ediliyor oluşuna tanık olması, öğretmenin
Bir dedikodu üzerinden genç bir kız hakkında tek bilgiye sahip olmadan bir ay boyunca sürdürülen habercilik, kimliğini yitirmiş gazetecilikten başka bir şey değildir.
Haber sadece bilgilendirmek için değildir. Bir toplumu içinde bulunduğu çağa uygun bir biçimde her defasında yeniden formüle etmek demektir. Dolayısıyla bilginin kaynağı, haberin içeriği ve size nasıl sunulduğu önemlidir. Çorum’da bir kadına ait mezarın başında ağlayan ‘gizemli kız’ haberi, ne toplum olarak ne de medya olarak bu konuda pek de doğru yol almadığımızın en iyi örneği.
Bir mezarlık görevlisinin, mezarlığı ziyaret eden genç bir kadına yönelik kuşkusu, toplumun “fitne fücur” yaklaşımıyla birleştiğinde gazetecinin görevi bu “densizliğe” alet olmak olmamalıydı. Oysa bir ay boyunca medya, vatandaşla birlikte genç bir kızı korkuttu, ağır biçimde taciz etti. Haberler; araştırmadan, sorgulamadan, bilgiye ulaşmadan kahvehane ağzıyla sunuldu. Öyle ki; “Yine geldi, yine gitti, kaçtı, peşinden koştuk, yakalayamadık, halk nöbet tutuyor” ifadeleri bir gazetecilik ayıbıdır. Bir ay boyunca sürdürülen bu “taciz haberciliğinin” haliyle milyonlarca izleyicisi oldu. Sadece YouTube’da yayınlanan bir videoyu bir haftada 1
Ülkenin tarihini hafızasına kaydeden Basın Müzesi’nin varlığını sürdürmesi için desteklenmesi şart!
Basın Müzesi’nin kütüphanesinde gazetecilik ve iletişimle ilgili 30 bin kitap bulunuyor. Her yıl 15 bin kişinin ve 5 bin araştırmacının ziyaret ettiği müze sadece gazetecilere değil, kamuya da yararlı bir kuruluş. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) çabalarıyla ayakta duruyor ve şimdi desteğe ihtiyacı var.
Basın Müzesi’nin 30. yılı… Gidip görmelisiniz; basın teknolojisi ve o teknoloji ile üretilen eserleri bünyesinde barındırmasıyla dünyadaki sayılı müzeler arasında neden yer aldığını anlayabilmek için. Müzede Türkiye’deki ilk basım olayı olarak bilinen 1729’da İbrahim Müteferrika’nın kurmuş olduğu matbaanın maketi ve bastığı örnekler, taşbaskı, düz baskı makinesi, rotatif, giyotin ve çeşitli dönemleri yansıtan baskı makineleri yer alıyor.
Türk gazetecilik tarihinin başlangıcı olan 1828 tarihli Vakayi-i Mısriye gazetesi ile basın tarihinin ilk basamaklarını anlatan belgeler ve gazeteleri bulmanız da mümkün. İkinci Meşrutiyet’le birlikte gerçekleşen basın patlaması, Meclis’in açılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Latin harflerine geçiş ve günümüze kadarki süreci içeren
“Afrika Atasözü” ortalığı karıştırdı. Artık hangi sözün, hangi kitabın, hangi yazara ya da kime ait olduğunu sosyal medyadan anlamak mümkün değil. Bir yarışma düzenlense bir nesil genel kültürden sıfır çekecek!
Aslında komik bir hikâye... Ama gerçekte içinde mizah barındıran bütün hikayeler gibi son derece düşündürücü…
Erken seçim kararından sonra birbiriyle birçok konuda ayrışan muhalefetin bir araya gelmesi medya ve sosyal medyada en çok tartışılan konulardan biri olunca Mimar Emin Akkuyu Twitter’dan “Afrika Atasözü: Aslan, ceylan, sırtlan, zebra yan yana koşuyorsa, orman yanıyor demektir!” diye yazdı.
Parti liderlerinden eski bakanlara, milletvekillerinden gazetecilere kadar çok sayıda sosyal medya kullanıcısı bu ifadeleri “Afrika Atasözü” olarak paylaştı, yorum yaptı. Hatta cümleyi tersinden yazanlar “Doğrusunu yaz, o bir Afrika Atasözü” diye uyarıldı. Söz Twitter’dan sonra Facebook’ta da geniş yer buldu. Ancak Afrikalıların böyle bir atasözü yok.
Söz Emin Akkuyu’nun bizzat kendisine ait. Kendisine “Twitter’da size ait bir sözün altına neden ‘Afrika Atasözü’ yazma ihtiyacı duydunuz?” sorusunu yönelttiğimde verdiği yanıt hayli çarpıcıydı: “İki nedenle. Birincisi sosyal medya
Sosyal medya kullanıcılarının neyi paylaştıkları ve nelere tepki verdikleri iletişim bilimcilerin ve birçok internet şirketinin araştırma konusu. İki soruya yanıt aranıyor: İnsanları ne motive ediyor? Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kullanıcılar arasındaki farklılıklar neler?
Türkiye’de sosyal medya kullanıcıları arasında tartışmalar sadece siyasete ve toplumsal değerlere yönelik fikir ayrılıkları üzerinden sürdürülmüyor. Artık neyi, niçin paylaşmadığınız da kullanıcıların kendisine “dert” edindiği konular arasında. Örneğin bir sosyal medya kullanıcısı herkese açık bir paylaşımında şöyle diyor: “Üç binin üzerinde arkadaşım var. ‘Faytona binme atlar ölüyor’ diye paylaştığım kampanyaya iki kişi tepki verdi. Ama biri çıkıyor ‘Annemin annesinin teyzesinin kızı öldü’ diyor aynı anda yüzlerce insan başsağlığı diliyor. Biri kedisiyle fotoğrafını yayınlıyor bin kişi beğeniyor. Biri görüntüsünü mü değiştirdi? Bin beş yüz kişi beğenmek için sıraya giriyor. Bir at ölmesin diye imza vermeye üşeniyorsunuz. Neden?” Bugün sosyal medya kullanıcılarının neyi paylaştıkları ve nelere tepki verdikleri iletişim bilimcilerin ve birçok internet şirketinin de araştırma konusu. İki nedenle;