Suriyelilerle ilgili, medyanın kamuoyunda “ekmek elden su gölden” şeklinde yarattığı algı sosyal medyada ırkçı söylemlere dönüşüyor.
Dünya politikasında ciddi bir ağırlığı olan Suriye derin bir konu. Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi’nde Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, Suriye halkına yardım gibi konularda mutabık kalınırken, birçok ülke de kendi bünyesinde yer alan çoğu Suriyeli göçmenlerin uyum politikaları üzerine raporlar hazırlıyor. Bu ülkelerden bir de Türkiye.
Ancak medya göçmenlerle ilgili hazırlanan uyum raporlarını yayımlamak yerine, konuyu sadece sayısal sonuçları üzerinden değerlendiriyor. Toplum bilimcilere göre; bu durum sosyal medyada göçmenlere yönelik ırkçı ve nefret söylemlerinde iyileştirici bir etki yaratmıyor. Aksine göçe yönelik sadece rakamlardaki tırmanışı haber yapmak, göçmenlere yönelik tepkilerin giderek artmasına sebep oluyor. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Mülteci Hakları Alt Komisyonu’nun hazırladığı “Göç ve Uyum Raporu”nu bazı gazetelerin sadece “Türkiye’ye yerleşenlerin sayısının 3 milyon 424 bine ulaştığı” bilgisiyle haber yapmaları gibi.
Göçmenler üzerine yaptığı çalışmalarla adını duyuran Prof. Dr. Cem Terzi de toplumda özellikle
26 bin AB vatandaşına sahte haber hakkındaki kanaatleri ve haber kaynaklarına olan güvenleri soruldu. Katılımcılara göre en güvenilir haber kaynağı yine geleneksel medya.
Sahte haberin Avrupa’da da giderek yaygınlaşması çeşitli kurum ve kuruluşların araştırmalarına konu olmaya devam ediyor. Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü, Google’ın desteğiyle geçtiğimiz günlerde sahte haberlerin etkisini ölçmeyi amaçlayan bir rapor yayımladı. “Avrupa’daki sahte haberlerin ve çevrimiçi dezenformasyonun ölçülmesi” başlıklı rapor, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümü öğretim üyesi ve Sarphan Uzunoğlu’nun çevirisiyle Journo haber sitesinde yayımlandı. Rapora göre yalan haber yayınlayan sitelerin trafiği tanınmış haber platformlarına göre çok daha az; ancak bu içerikler sosyal medyada daha fazla etki yaratıyor. Yani “Yalan haberi okuyan yok paylaşan çok.”
Araştırmada İtalya ve Fransa’nın medya alanları baz alınıyor. Yalan haber üreten sitelerin etkilerini ölçmek için sitelerin Facebook’ta elde ettiği etkileşimlerin sayısı, web sitesi trafikleri gibi değişkenlere bakıldığında sosyal ağlarda yalan haberin güçlü ancak web sitelerinde zayıf olduğu dikkat çeken sonuçlardan
Beyninin sağ tarafında oluşan hava boşluğu sebebiyle şiddetli baş ağrıları çeken bir hastayı “beyinsiz” olarak tanımlamak, haberi ‘laubali’ bir dil üzerinden okurla paylaşmak gazetecilik değildir.
Türkiye medyasında bazı gazete ve haber siteleri, dış kaynaklı bir sağlık haberine yer verdi. Söz konusu haberi kullanan medya organlarının attığı ortak başlık şöyle: “Baş ağrısıyla hastaneye gitti beyinsiz olduğunu öğrendi”. Haberde “İrlanda’da yaşayan 84 yaşındaki bir hastanın baş ağrısı şikayetinin yanı sıra sol tarafından bir ağrı ve yürümede güçlük çekme gibi şikayetlerle hastaneye başvurduğu bunun sonucunda çekilen MRI görüntüsünün ardından hastanın beyninin sol tarafının olmadığı belirtildi” ifadelerine yer veriliyor. Türkçede “beyinsiz” aşağılamak, alay etmek, küçümsemek anlamında kullanılan argo bir deyim…
İnsan sağlığı ile ilgili haberler bir mizaha konu olabilir ama insan sağlığını ilgilendiren bir haberi “beyinsiz olduğunu öğrendi” gibi ‘laubali’ bir dil üzerinden okurla paylaşmak gazetecilik midir? Üstelik tıp literatüründe “beyinsiz” gibi bir ifadeye rastlamak mümkün bile değilken, haberi bu şekilde yorumlamak kişiyi rencide etmenin ötesinde, benzer sorunları yaşayan okura da
Bir uçak kazasında 11 genç kadının hayatını kaybetmesine yönelik cinsiyetçi nefret söylemleri sadece ayrışmanın değil, toplumsal çürümüşlüğümüzün de bir göstergesi sayılmalı.
Türkiye son yıllarda acılarını yarıştırıyor; herkes kendi kaldırdığı cenazesine duyarlı, başkalarının başarısına, sevincine, kayıplarına ise kin ve nefret kusuyor. İkisi de çok tehlikeli. Her türlü aşırılık; kendisine saygısını yitirmiş ezik bir toplumun, başkalarının hayatına imrenme ya da haset etmenin bir tezahürü, toplumsal kutuplaşmanın da bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Bir uçak kazasında 11 genç kadının hayatını kaybetmesine yönelik cinsiyetçi nefret söylemleri sadece ayrışmanın değil, toplumsal çürümüşlüğümüzün de bir göstergesi sayılmalı. Buna karşın Milliyet muhteşem bir başlık atmış. Hepsi başarı hikâyesi… Hepsi iyi eğitimli, çoğu kendi markalarının kurucusu… Geride bıraktıkları başarı hikâyeleriyle anılacaklar…
Ve Türkiye medyası ilk defa hayatının baharında yaşamını yitiren bu kadınlarla ilgili sosyal medyanın cehaletle beslenen saldırgan, acımasız, ağır hakaretlerine karşı sesini yükseltti. “Ölenin etnik kimliğine, dini inancına, yaşam biçimine, ideolojisine, ekonomik gücüne bakarak mı neye
Amerikan Basın Enstitüsü’nde Hesap Verebilirlik Gazeteciliği Müdürü olarak görev yapan Jane Elizabeth, Mediashift için kaleme aldığı araştırmasında sosyal medya gazetecilerine başarının yolunu çiziyor.
Amerikan Basın Enstitüsü’nde Hesap Verebilirlik Gazeteciliği Müdürü olarak görev yapan Jane Elizabeth, Harvard Üniversitesi’nin de desteği ile sosyal medya üzerine çok önemli bir çalışmaya imzasını attı. Özetle şunu diyor: “Evet medya değişti ama sosyal medya da hızla değişiyor. Bilgiye ulaşma kaynağı tamamen değişiyor. Dolayısıyla sosyal medya gazetecilerinin de öğrenmesi gereken çok şey var.”
Daha önceki benzer çalışmalar da bu yönde. Örneğin 2008’de dünyanın yüzde 24’ü sosyal medyayı kullanıyordu. Bugün, bu oran yüzde 81’lere ulaştı ve bu büyüme hızla devam ediyor. Yanlış bilgilendirme, bu platformların çoğunu kirletiyor ve sahte içeriği dağıtmak için var olan web siteleri büyüyor. Sadece Google’da 2016 yılında bu tür en az 340 site vardı.
Sosyal medya endüstrisi büyüdükçe pek çok haber merkezinde sosyal medya gazetecilerinin önemine vurgu yapan Elizabeth, ancak sosyal medya gazetecilerinin hâlâ gazetecilik misyonunun ayrılmaz bir parçası olarak görülmediğini de belirtiyor. Yine de
Nefret söylemiyle ilgili medyada yer alan haberler, toplumun kültürel kimliklerinin yanı sıra toplumsal şiddetin fotoğrafını da önümüze koyar
Ayrımcılık, ırkçılık, cinsiyetçilik ya da nefret söylemi ve suçlarıyla ilgili medyada yer alan haberler, toplumun kültürel kimliklerinin yanı sıra toplumsal şiddetin fotoğrafını da önümüze koyar. Medya sadece haberi paylaşmakla kalmaz; diliyle, manşetiyle, spotuyla yarattığı algıyla bu profilin oluşmasına da rehberlik eder.
Bir televizyon kanalında, bir sunucunun hangi semtlerde, nerelerde, kimlerin öldürülmesi gerektiği konusunda toplumda infial yaratan sözleriyle ilgili çıkan haberler, bu açıdan incelenmeye değer.
Birincisi medyanın neredeyse tamamı sunucunun nefret söylemini haberin içerisinde defalarca ve açıkça tekrar etmekle suçun yeniden üretilmesine bilinçli ya da bilinçsiz katkıda bulundu. Oysa nefret söyleminde bulunanla, bu söylemi kınamak için tekrar eden arasında niyet açısından kalın bir çizgi var gibi görünüyorsa da bu durum söylemi, nefret suçuna dönüştürme olasılığını ortadan kaldırmıyor.
İkincisi sunucu hakkında “basın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan soruşturma açılması üzerine… Bazı medya
Spor medyası taraflar arasında ayrımcılık yaparak, taraftarın coşkusunu şiddet ya da nefret diline çevirmemelidir. Üstelik futbolcunun rehberinde fair-play, rakibe saygı duyacaksın yazılıysa…
Önce hatırlatalım: 2000’li yılların başı… İstanbul, Galatasaray - Leeds United maçına hazırlanırken çıkan olaylarda iki İngiliz taraftar bıçaklanarak öldürüldü. Maç sonrası bir gazete “Two Size” manşetini attı. Haberde iki fotoğraf kullanıldı. Biri dövülen bir İngiliz taraftarı yerde gösteren fotoğraftı ve üzerine “Sokakta böyle” diye yazıldı. Diğeri takımının yediği gole üzülen İngiliz futbolcuyu gösteren fotoğraftı. Bunun üzerine de “Sahada böyle” yazılmıştı. Haberin spotu ise: “Ağzını burnunu kırdık, suratına tükürerek gönderiyoruz” oldu.
Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan holiganizm ve ırkçılıkla mücadele, sadece ulusal değil, uluslararası alanda da sporun temel sorunu olarak değerlendirilince, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bu alanda hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyuldu. Gecikmeli de olsa 2004’de spor müsabakalarında şiddetin önlenmesine dair kanun yürürlüğe girdi. Kanunun gerekçesinde yer alan “… Spor yöneticileri ve medyanın olumsuz tutumundan kaynaklanan eylemlerin
Toplumu ilgilendiren sosyal projeler, sadece ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından hayata geçirildiğinde bir habere konu olmaz, bazen bu projelerin takipçileri olarak da haberler sürdürülebilir olmalıdır.
Ocak ayında basında çıkan haberlere göre; 13 kadın öldürüldü, babasının tacizine maruz kalan bir kadın intihar etti, beş kadın tecavüz mağduru oldu, 30 kız çocuğuna cinsel istismarda bulunuldu, 41 kadın şiddet gördü… Aynı tarihlerde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kadın cinayeti ve çocuk istismarı davalarında artık “iyi hal indirimi” yapılmayacağını açıklaması ise son derece önemli bir haber. Çünkü Türkiye’de kadın cinayeti ve çocuk istismarı davalarında iyi hal indiriminin şiddet olaylarını tetiklediği artık bilinen bir gerçek…
Buna karşın şiddeti manşetine taşıyan ve her ay neredeyse benzer şiddet olaylarını sadece rakamları değiştirerek yazan medyanın önemli bir bölümünün çözüme yönelik bakanlığın söz konusu çalışmasına gerektiği gibi yer vermemesi ve yeterince değerlendirmemiş olması düşündürücüdür. Oysa Bakan Fatma Betül Sayan Kaya’nın bazı medya organlarında yer alan açıklamaları kamu bilincinin oluşmasına katkı sağlayacak bilgiler içeriyor: Örneğin; bu yıl