Gümüşhane’deki köylülere göre çalınan, valiliğe göre yıkılan Kınalı Kemer Köprüsü’yle ilgili söylenenler, dehşet verici bir bilgisizlikle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor
Akşam randevu veriyorsun; “Yarın saat 09.00’da şu heykelin yanında buluşalım” diye, sabah gidiyorsun heykel yok!.. 2015 böyle bir yıldı. Ankara Yüksel Caddesi’ndeki heykellerin neredeyse tamamı çalındı. Her gün bir heykel! Önce “Çiçekçi kız” heykeli, ardından “Oturan yorgun amca” heykeli, sonra “Oturan kadın” heykeli çalındı. Medya çalınanları yazmakla başa çıkamayınca, sonunda “Ayakkabı boyacısı adlı heykel çalınmadı” diye yazmak zorunda kaldı. Yetmedi; dünyaca ünlü piyanist ve besteci Frederic Chopin’in bronz büstü çalındı. Tarımcı Atatürk Anıtı’nın rölyefleri çalındı. Seğmenler Parkı’nda ünlü heykeltıraş İlhan Koman’a ait bronz heykel de çalınınca tepkiler üzerine yerine yenisini koydular. Artık bir galerinin bahçesinde, elinde altın varaklı güneş tutan,140 kilo ağırlığındaki bronz “Hemera” heykelini çalmamak olmazdı, haliyle onu da çaldılar…
Bir toplum kendi tarihini çalmaya, yağmalamaya başlamışsa orada ‘bağıra çağıra’ haberciliğinizi konuşturmak zorundasınız. Ama bu çalıp çırpma haberleri hava durumu
Bugün, altı öğrencinin isminin karıştığı ‘öpücük davası’nın, yıllar önce baklava çalan çocukların davasından çok da farklı olmadığını anlayamadığımız için tepki bile gösteremiyoruz .
20 yıl önce baklava çalan çocukların davasını hatırlıyor musunuz? Baklava yüzünden o çocuklara yapılan eziyeti, işkenceyi, hukukçuları bile isyan ettiren cezaları? O tarihlerde dava baklava hırsızlığından vicdan davasına dönüştü. Çocuklar medyanın ve kamuoyunun daha da önemlisi hukukçuların gündeminden aylarca düşmedi. Araya psikologlar sosyologlar, eğitim bilimciler girdi; çünkü o güne ve o olaya kadar, mağdur çocukları korumak için cezaların artırılması gerektiğini tartışmaktan, suça itilen ve çoğu kez “haksız” bir şekilde cezalandırılan çocukları unutmuştuk…
Hâlâ unutuyoruz… Bir okul bahçesinin arkasında buluşan iki öğrencinin öpüşmesini bir başka öğrenci cep telefonuyla kaydetti. Sosyal medyada paylaştı. Aynı okuldan iki öğrenci de bu görüntüleri birbirleriyle paylaştı.
Görüntünün yayılmasının ardından önce okul müdürü ve sınıf öğretmenleri devreye girdi. Ardından polis ve savcılık duruma el koydu. Soruşturma sonunda müstehcen yayınların üretiminde çocukları kullanmak, çocuğun cinsel istismarı,
Gazeteci; tüm bilgi kaynaklarına serbestçe ulaşma ve kamu yaşamını belirleyen, halkı ilgilendiren tüm olayları izleme, araştırma hakkına sahiptir. Gazetecinin karşısına çıkarılacak gizlilik ve sır gibi engeller, hukuk ve uluslararası normlara uygun olmalıdır.
Gazeteci ne yapamaz? Örneğin yazılı basının intihar haberleri ile ilgili kuralları var. Kamusal kimliği olan, ünlü ya da kriminal açıdan tartışmalı intihar haberlerinin dışında, intihar vakalarını haber yapamaz. Medyanın bu yöndeki kararını destekleyen intihar haberlerinin sakıncaları üzerine yazılmış yüzlerce makale bulabilirsiniz… Türkiye Gazeteciler Cemiyeti adına Etik Kurul olarak yaptığımız bir çalışmada biz de bu konudaki görüşümüzü şu ortak kararla belirledik: Gazeteci sadece kamuoyunu ilgilendiren politik ya da ünlü kişilerin intiharı ile kriminal öneme sahip intihar vakalarını haber yapabilir. Bu tür istisnai durumlarda bile intiharın yöntemine ilişkin özendirici ve öğretici ayrıntılara yer verilmemeli, intihara ilişkin fotoğraf ve görsel malzeme kullanılmamalı…
Geçtiğimiz günlerde bir babanın intiharı bazı medya organlarında yer buldu, internet haber siteleri yayımladı, yazılı basın yer vermese de haber sosyal
Tarihi binaların restorasyonu; sadece haberlerin değil, mizahın da konusu olmayı sürdürüyor. Medya, binaların tarihi ve kültürel dokusunu bozan restorasyonları hangi firmaların üstlendiğini, hangi şartlarla ihale yapıldığını da araştırmalı
Restorasyonun anlamı; eski, tarihi bir eserin yıkılmış, bozulmuş olan bölümlerini aslına uygun bir biçimde onarmaktır. Ülkemizde tarihi eserlerin korunması, onarımı, aslına uygun olup olmadığı ve bunların sonuçları üzerine hep beraber inanılmaz kötü bir sınav veriyoruz. Öyle ki; bir kitaba konu olacak kadar çok sayıda “tarihi eser restorasyonu’ haberlerini alt alta getirdiğinizde durumun vahameti daha da anlaşılır hale geliyor:
- 1685 yılında yapılan İshak Paşa Sarayı tarihi dokusuna aykırı bir şekilde, cam tavanla kaplandı.
- 435 yıllık Sinan Paşa Külliyesi’ne restorasyon yapılırken, yük taşıyan kamyonların girip çıkabilmesi için tarihi duvarlarından biri yıkıldı.
- 1591 yılında yapılan Süheyl Bey Camii camla kaplandı, sekizgen yapısı bozuldu.
- Tarihi M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanan Ayasofya Orhan Camii’nin eski tuğla duvarlarına cam kapı monte edildi. Aynı zamanla kubbeleri de betonla sıvandı.
- Seyyid Battal Gazi Külliyesi’ne yenileme sırasında bir A
Kağıt sorunu sadece yayıncıları değil, kamuoyunu da ilgilendiriyor, çözüm üretilemezse toplumun haber alma hakkı da sekteye uğrayacak.
Medyanın görevi; okurun bilgi edinme, haber alma hakkını korumaktır. Dolayısıyla bir toplumun aydınlanması ve gelişmesinde yayıncılığın ve medyanın rolü büyüktür. Böylesine önemli bir ‘misyon’u kurumsal olarak üstlenirseniz, ülke ekonomisine bağlı olarak gelişen maliyetlerdeki artış, sadece yayıncıları ya da medyayı etkilemez, doğuracağı sonuçlar açısından okuru daha fazla etkiler.
Türkiye medyası ve yayıncılarının neredeyse bütün girdileri ithal. Kâğıdı, matbaası, boyası, kalıbı, tutkalı… Ve haliyle bugün yükselen kur, bazı yayın organlarının sektöründen çekilmelerine, gazetelerin zam yapmalarına, sayfa sayılarını azaltmalarına ya da gazete eklerini kapatmalarına yol açıyor. Bu bir gazetenin ya da yayınevinin kendi girdisine çıktısına bağlı, tek başına oluşan bir sorun değil. Bu sektörün ortak sorunu. Tam da bu nedenlerle; soruna çözüm üretilememesi örneğin kısa vadede yüzde 18’lere varan yüksek KDV’nin aşağıya çekilememesi halinde, pek çok gazete ve derginin yayın hayatına son vereceği, kitapların ise basılamayacağı endişesi meslek örgütlerini de
Unutmamak ya da unutturmamak, öç almak için değil; yüzleşmek, benzer olayların tekrarlanmasının önüne geçmek içindir. Sadece medya değil, kamuoyu da atılan bir manşetin olası sonuçlarını düşünmek, sorumlulukla hareket etmek zorundadır
Bütün dünya ülkelerinin tarihinde karanlık bir sayfa vardır. Türkiye’de de gazetecilerin ajandaları, karanlık, yağmalanmış kanlı tarihin ağır tahribatlarıyla doludur. Geride bıraktığımız yıllara ait sayfaları her çevirdiğinizde neredeyse hemen her olayın altına bir dip not düşüldüğünü görürsünüz: “Dava açılmadı, görevi ihmal dendi, dosyalar kayboldu, birbirlerini suçladılar, unutuldu gitti… ”
İnsanlık tarihinde yaşanan katliamların, cinayetlerin, yağmalamaların üzerine çekilen perdeyi ne zaman aralasanız ülke tarihinde yer alan olaylarda organize suçların en “olağan” suçluların birinin de medya olduğunu görürsünüz. İnsan hakları üzerine hazırlanan her raporda da medyanın ve hatta kamuoyunun bu olaylardaki rolü sorgulanır.
1955’de yaşanan 6 -7 Eylül olaylarında olduğu gibi… O dönemin gazetelerinin “Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı” iddiasını manşetlerine çekmesi sonrasında patlak veren olayların trajik sonuçları oldu: Gayrimüslimlerin ev
Piyanist Fazıl Say’ın, annesinin cenaze töreninde namaz kılması ile ilgili sosyal medyada yapılan çirkin yorumlar, kendini hep haklı görenin, her türlü haksızlığı yapmaya da hakkı olduğunu düşünmesinin sonuçlarıdır
Felsefeci Prof. Dr. Ahmet İnam ötekilerle ilgili bir değerlendirmesinde şöyle demişti: “Nietzsche ‘mağdurlardan korkun’ der. Çünkü sürekli olarak ‘öteki’ edebiyatından beslenen mağdur insan, her şeyi yapabilme hakkını kendinde hak görür. İnsanların ‘benim dilim, benim dinim, benim etnik kimliğim’ demesi çok büyük bir tehlikedir. Demokrasi bir terbiye işidir, edepsizden, saygısızdan demokrat olmaz. Öteki olan kendini hep haklı gördüğü için her türlü haksızlığı yapmaya da hakkı olduğunu düşünür.”
Türkiye medyasının tarihi; bu ötekileştirmeden ve farklılıklardan doğan çatışmalarla doludur. Akıl ve vicdan tutulması olarak yorumlanabilecek çok sayıda haber bulabilirsiniz. Oysa toplum olmak; farklılıkları da içinde barındırmak demektir. İnsanın bu farklılıklardan kendisine ‘düşman’ yaratması ise toplum olamama halinin bir tezahürüdür.
Zihniyet değişmiyor
Bir siyasetçinin annesinin mezarına yapılan saldırılar, bir başka milletvekilinin oğlunun intiharına yönelik ırkçı paylaşımlar
Gazete okumayan, kütüphaneye gitmeyen, araştırmayan, sorgulamayan, internette kendisine dayatılan yanlış bilgilerle donanan “cahil” bir nesil yetişiyor. İnternette bilgi güncellenmiyor, zaman kavramı işlemiyor. Anında ama çoğu kez yanlış bilgiye ulaşılıyor
Günümüzde mobil teknolojilerin yaygınlaşması; gazeteci olmayanların da kendi içeriklerini üretebilmesine, haber üretim sürecine dâhil olmasına, haberin toplanması, yazılması, yayımlanması, yorumlanması gibi haberin tüm aşamalarında aktif rol üstlenmelerine olanak sağlıyor. Ancak beraberinde teknoloji çağı, bilgisizlikle beslenen bir çağa dönüştürülüyor. Kısacası, bilgiye sadece kütüphanelerden, kitaplardan, dergilerden, gazetelerden ulaştığımız zamanları geride bıraktık. Bugün teknoloji çağında bilgiye anında ulaşıyoruz. Artık bilgi bir tık ötemizde sanıyoruz. Peki, internet üzerinden edindiğimiz bu bilgiler doğru mu? İşte bunu bilmiyoruz. Elbette sosyal medya kullanıcılarının bir bilginin kaynağını araştırma ve bilgiyi sorgulama konusunda yeterli birikime sahip olmaması anlaşılır bir şey ama ya bunca yanlış bilgiyi üretenler?
İnternet üzerinden bilginin doğruluğunu araştırdığınızda “hakkında doğru olmayan bilgilerden” en çok