Okulunda arkadaşlarına “teşhir edilerek” cezalandırıldığı için utanan bir çocuk, olayı kınamak için bile olsa medyada da teşhir edildiğinde sizce nasıl bir duygu yaşıyor olabilir?
Kadınlar, sadece uğradıkları şiddet üzerinden medyanın sorunlu, cinsiyetçi haberlerine konu olmuyor. Erkek egemen ideolojinin yarattığı, kadınları değersizleştiren, itibarsızlaştıran cinsiyetçi dil, kadınların da kendi cinsine ya da erkeğe aynı “şiddeti” uygulamasına, aynı algıyla bir haberin konusu olmaya devam ediyor. Bir İngilizce öğretmeni Gülsüm U., 12 yaşındaki bir öğrencisini saçları uzun olduğu gerekçesiyle cezalandırdı. Saçına toka takarak. Öğrencilerin karşısına çıkararak teşhir etti. Kameraya yansıyan görüntüler medyada yayınlandı. Görüntülerde, saçındaki tokadan utanan bir erkek çocuğunun, kendisini cezalandıran öğretmeninin arkasına saklanmaya çalışması üzüntü verici. Bir kadın öğretmenin hem kendi cinsiyetini aşağılamaya yönelik eylemi hem de bir öğrenciyi bu şekilde cezalandırma yoluna gitmesi ise son derece düşündürücü…
Bir annenin bayrak bağışı için tesadüfen okula gitmesi ve oğlunun diğer öğrenciler önünde saçına toka takılmış bir şekilde teşhir ediliyor oluşuna tanık olması, öğretmenin
Bir dedikodu üzerinden genç bir kız hakkında tek bilgiye sahip olmadan bir ay boyunca sürdürülen habercilik, kimliğini yitirmiş gazetecilikten başka bir şey değildir.
Haber sadece bilgilendirmek için değildir. Bir toplumu içinde bulunduğu çağa uygun bir biçimde her defasında yeniden formüle etmek demektir. Dolayısıyla bilginin kaynağı, haberin içeriği ve size nasıl sunulduğu önemlidir. Çorum’da bir kadına ait mezarın başında ağlayan ‘gizemli kız’ haberi, ne toplum olarak ne de medya olarak bu konuda pek de doğru yol almadığımızın en iyi örneği.
Bir mezarlık görevlisinin, mezarlığı ziyaret eden genç bir kadına yönelik kuşkusu, toplumun “fitne fücur” yaklaşımıyla birleştiğinde gazetecinin görevi bu “densizliğe” alet olmak olmamalıydı. Oysa bir ay boyunca medya, vatandaşla birlikte genç bir kızı korkuttu, ağır biçimde taciz etti. Haberler; araştırmadan, sorgulamadan, bilgiye ulaşmadan kahvehane ağzıyla sunuldu. Öyle ki; “Yine geldi, yine gitti, kaçtı, peşinden koştuk, yakalayamadık, halk nöbet tutuyor” ifadeleri bir gazetecilik ayıbıdır. Bir ay boyunca sürdürülen bu “taciz haberciliğinin” haliyle milyonlarca izleyicisi oldu. Sadece YouTube’da yayınlanan bir videoyu bir haftada 1
Ülkenin tarihini hafızasına kaydeden Basın Müzesi’nin varlığını sürdürmesi için desteklenmesi şart!
Basın Müzesi’nin kütüphanesinde gazetecilik ve iletişimle ilgili 30 bin kitap bulunuyor. Her yıl 15 bin kişinin ve 5 bin araştırmacının ziyaret ettiği müze sadece gazetecilere değil, kamuya da yararlı bir kuruluş. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) çabalarıyla ayakta duruyor ve şimdi desteğe ihtiyacı var.
Basın Müzesi’nin 30. yılı… Gidip görmelisiniz; basın teknolojisi ve o teknoloji ile üretilen eserleri bünyesinde barındırmasıyla dünyadaki sayılı müzeler arasında neden yer aldığını anlayabilmek için. Müzede Türkiye’deki ilk basım olayı olarak bilinen 1729’da İbrahim Müteferrika’nın kurmuş olduğu matbaanın maketi ve bastığı örnekler, taşbaskı, düz baskı makinesi, rotatif, giyotin ve çeşitli dönemleri yansıtan baskı makineleri yer alıyor.
Türk gazetecilik tarihinin başlangıcı olan 1828 tarihli Vakayi-i Mısriye gazetesi ile basın tarihinin ilk basamaklarını anlatan belgeler ve gazeteleri bulmanız da mümkün. İkinci Meşrutiyet’le birlikte gerçekleşen basın patlaması, Meclis’in açılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Latin harflerine geçiş ve günümüze kadarki süreci içeren
“Afrika Atasözü” ortalığı karıştırdı. Artık hangi sözün, hangi kitabın, hangi yazara ya da kime ait olduğunu sosyal medyadan anlamak mümkün değil. Bir yarışma düzenlense bir nesil genel kültürden sıfır çekecek!
Aslında komik bir hikâye... Ama gerçekte içinde mizah barındıran bütün hikayeler gibi son derece düşündürücü…
Erken seçim kararından sonra birbiriyle birçok konuda ayrışan muhalefetin bir araya gelmesi medya ve sosyal medyada en çok tartışılan konulardan biri olunca Mimar Emin Akkuyu Twitter’dan “Afrika Atasözü: Aslan, ceylan, sırtlan, zebra yan yana koşuyorsa, orman yanıyor demektir!” diye yazdı.
Parti liderlerinden eski bakanlara, milletvekillerinden gazetecilere kadar çok sayıda sosyal medya kullanıcısı bu ifadeleri “Afrika Atasözü” olarak paylaştı, yorum yaptı. Hatta cümleyi tersinden yazanlar “Doğrusunu yaz, o bir Afrika Atasözü” diye uyarıldı. Söz Twitter’dan sonra Facebook’ta da geniş yer buldu. Ancak Afrikalıların böyle bir atasözü yok.
Söz Emin Akkuyu’nun bizzat kendisine ait. Kendisine “Twitter’da size ait bir sözün altına neden ‘Afrika Atasözü’ yazma ihtiyacı duydunuz?” sorusunu yönelttiğimde verdiği yanıt hayli çarpıcıydı: “İki nedenle. Birincisi sosyal medya
Sosyal medya kullanıcılarının neyi paylaştıkları ve nelere tepki verdikleri iletişim bilimcilerin ve birçok internet şirketinin araştırma konusu. İki soruya yanıt aranıyor: İnsanları ne motive ediyor? Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kullanıcılar arasındaki farklılıklar neler?
Türkiye’de sosyal medya kullanıcıları arasında tartışmalar sadece siyasete ve toplumsal değerlere yönelik fikir ayrılıkları üzerinden sürdürülmüyor. Artık neyi, niçin paylaşmadığınız da kullanıcıların kendisine “dert” edindiği konular arasında. Örneğin bir sosyal medya kullanıcısı herkese açık bir paylaşımında şöyle diyor: “Üç binin üzerinde arkadaşım var. ‘Faytona binme atlar ölüyor’ diye paylaştığım kampanyaya iki kişi tepki verdi. Ama biri çıkıyor ‘Annemin annesinin teyzesinin kızı öldü’ diyor aynı anda yüzlerce insan başsağlığı diliyor. Biri kedisiyle fotoğrafını yayınlıyor bin kişi beğeniyor. Biri görüntüsünü mü değiştirdi? Bin beş yüz kişi beğenmek için sıraya giriyor. Bir at ölmesin diye imza vermeye üşeniyorsunuz. Neden?” Bugün sosyal medya kullanıcılarının neyi paylaştıkları ve nelere tepki verdikleri iletişim bilimcilerin ve birçok internet şirketinin de araştırma konusu. İki nedenle;
Western Sydney Üniversitesi’den araştırmacı Joanne Orlando çocuğunuzla sosyal medya kullanımı ve yalan haber tespiti konusunda kuracağınız açık iletişimde kullanmanız gereken beş soruya işaret ediyor.
Çocukların internet kullanımı engellenmemelidir. Aksine; yetişkinler, çocukların dijital dünyayı kavraması, yalan haber ve yanlış bilgiyi anlamalarını sağlamak için birer rehber rolü üstlenmelidir. Sosyal medya kullanıcılarının yaş düzeyi giderek düşerken, çocukların yalan, yanlış haberlere veya destekleyici içeriklere maruz kalması birçok araştırmanın da konusu olmaya devam ediyor. Boğaziçi Üniversitesi’nden Bilimfili internet sitesinin kurucusu Gürkan Akçay’ın “Çocukların yalan haberleri ve yanlış bilgileri saptamasına nasıl yardımcı olabiliriz?” başlıklı makalesi buna en iyi örneklerden biri.
Akçay’a göre; çocukları sürekli gözetim altında tutarak, yasaklayarak bu soruna çözüm üretemeyiz. Bilginin ayırt edilmesi ve değerlendirilmesi noktasında çocukla açık iletişim kurmak daha etkili. “Sahte haberleri saptayabilme işi, ‘farklı olanı bul’ oyunlarına benzer” diyen Akçay “Amacımız; çocukların bu karmaşık çevrimiçi dünyadan yalnızca sağ kurtulmalarına yardımcı olmak olmamalıdır.
İntihara ilişkin haberlerde en doğrusu; haberin kullanılmasına ilişkin çok sağlam bir gerekçe yoksa hiç kullanılmaması. Türk Psikologlar Derneği bu tür haberlerde uzmanların bilgilendirici ve tedaviye yönelik açıklamalarına yer verilmesini öneriyor.
Türkiye medyasının intihar haberleriyle ilgili etik kuralları var: Gazeteci sadece kamuoyunu ilgilendiren politik ya da ünlü kişilerin intiharı ile kriminal öneme sahip intihar vakalarını haber yapabilir. Bu tür istisnai durumlarda bile intiharın yöntemine ilişkin özendirici ve öğretici ayrıntılara yer verilmemeli, intihara ilişkin fotoğraf ve görsel malzeme kullanılmamalıdır. Dünya medyasında da durum farklı değil. The Guardian, BBC gibi birçok medya kuruluşunun toplu intiharlar veya kamuya mal olmuş kişilerin intiharlarının dışında intihar haberlerinin verilmemesi yönünde kararı var.
Ortak görüş; intihara ilişkin bir haberin görülmesi gerekiyorsa da öncelikle intiharın haber değerinin mutlaka sorgulanması, olası etkilerinin ve sonuçlarının düşünülmesi ve toplumu etki altında bırakacak genişlikte yayın yapılmaması gerekiyor. Olay çok dikkatli bir üslupla aktarılmalı, haberlerde intihar yönteminden bahsedilmemeli, kullandığı ilaçların
Üniversitelerin medyadaki hak ihlalleri konulu atölye çalışmaları medya ombudsmanlarının görevinin sadece çalıştıkları kurumun haberleri ve okur şikayetleriyle sınırlandırılamayacak bir öneme sahip olduğunu ortaya koyuyor
Türkiye medyası “Ombudsman”ı, görev alanı ve tanımı daraltılmış “Okur Temsilcisi” olarak benimsedi. Ancak dünya medyasının önemli bir bölümünde ombudsmanlık artık okur şikayetlerinin çok ötesinde yeni medya düzeninin yeniden yapılanması, yeni kavramlar ve sürekli güncellenen meslek etiği kurallarıyla birlikte değerlendiriliyor. Özellikle sosyal medyadaki bilgi kirliliği gibi sorunlu alanlar kurumu daha da işlevsel hale getiriyor. Dolayısıyla medyadaki hak ihlalleri ve bunun olası sonuçları değerlendirildiğinde, ombudsmanlığın sadece kurumun kendi haberleriyle sınırlandırılamayacak bir öneme sahip olduğu ortada.
Ombudsmanlar bir arada
Kıbrıs’ı ombudsmanlık kurumuyla ilk tanıştıran, KKTC’de oluşturulan Medya Etik Kurulu üyelerinden Üsküdar Üniversitesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, üniversitenin “Yeni medya” etkinliğinde gazetelerin okur temsilcilerini bir araya getirdi. Hürriyet Gazetesi’nden Faruk Bildirici, Sabah Gazetesi’nden