Tarihi binaların restorasyonu; sadece haberlerin değil, mizahın da konusu olmayı sürdürüyor. Medya, binaların tarihi ve kültürel dokusunu bozan restorasyonları hangi firmaların üstlendiğini, hangi şartlarla ihale yapıldığını da araştırmalı
Restorasyonun anlamı; eski, tarihi bir eserin yıkılmış, bozulmuş olan bölümlerini aslına uygun bir biçimde onarmaktır. Ülkemizde tarihi eserlerin korunması, onarımı, aslına uygun olup olmadığı ve bunların sonuçları üzerine hep beraber inanılmaz kötü bir sınav veriyoruz. Öyle ki; bir kitaba konu olacak kadar çok sayıda “tarihi eser restorasyonu’ haberlerini alt alta getirdiğinizde durumun vahameti daha da anlaşılır hale geliyor:
- 1685 yılında yapılan İshak Paşa Sarayı tarihi dokusuna aykırı bir şekilde, cam tavanla kaplandı.
- 435 yıllık Sinan Paşa Külliyesi’ne restorasyon yapılırken, yük taşıyan kamyonların girip çıkabilmesi için tarihi duvarlarından biri yıkıldı.
- 1591 yılında yapılan Süheyl Bey Camii camla kaplandı, sekizgen yapısı bozuldu.
- Tarihi M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanan Ayasofya Orhan Camii’nin eski tuğla duvarlarına cam kapı monte edildi. Aynı zamanla kubbeleri de betonla sıvandı.
- Seyyid Battal Gazi Külliyesi’ne yenileme sırasında bir A
Kağıt sorunu sadece yayıncıları değil, kamuoyunu da ilgilendiriyor, çözüm üretilemezse toplumun haber alma hakkı da sekteye uğrayacak.
Medyanın görevi; okurun bilgi edinme, haber alma hakkını korumaktır. Dolayısıyla bir toplumun aydınlanması ve gelişmesinde yayıncılığın ve medyanın rolü büyüktür. Böylesine önemli bir ‘misyon’u kurumsal olarak üstlenirseniz, ülke ekonomisine bağlı olarak gelişen maliyetlerdeki artış, sadece yayıncıları ya da medyayı etkilemez, doğuracağı sonuçlar açısından okuru daha fazla etkiler.
Türkiye medyası ve yayıncılarının neredeyse bütün girdileri ithal. Kâğıdı, matbaası, boyası, kalıbı, tutkalı… Ve haliyle bugün yükselen kur, bazı yayın organlarının sektöründen çekilmelerine, gazetelerin zam yapmalarına, sayfa sayılarını azaltmalarına ya da gazete eklerini kapatmalarına yol açıyor. Bu bir gazetenin ya da yayınevinin kendi girdisine çıktısına bağlı, tek başına oluşan bir sorun değil. Bu sektörün ortak sorunu. Tam da bu nedenlerle; soruna çözüm üretilememesi örneğin kısa vadede yüzde 18’lere varan yüksek KDV’nin aşağıya çekilememesi halinde, pek çok gazete ve derginin yayın hayatına son vereceği, kitapların ise basılamayacağı endişesi meslek örgütlerini de
Unutmamak ya da unutturmamak, öç almak için değil; yüzleşmek, benzer olayların tekrarlanmasının önüne geçmek içindir. Sadece medya değil, kamuoyu da atılan bir manşetin olası sonuçlarını düşünmek, sorumlulukla hareket etmek zorundadır
Bütün dünya ülkelerinin tarihinde karanlık bir sayfa vardır. Türkiye’de de gazetecilerin ajandaları, karanlık, yağmalanmış kanlı tarihin ağır tahribatlarıyla doludur. Geride bıraktığımız yıllara ait sayfaları her çevirdiğinizde neredeyse hemen her olayın altına bir dip not düşüldüğünü görürsünüz: “Dava açılmadı, görevi ihmal dendi, dosyalar kayboldu, birbirlerini suçladılar, unutuldu gitti… ”
İnsanlık tarihinde yaşanan katliamların, cinayetlerin, yağmalamaların üzerine çekilen perdeyi ne zaman aralasanız ülke tarihinde yer alan olaylarda organize suçların en “olağan” suçluların birinin de medya olduğunu görürsünüz. İnsan hakları üzerine hazırlanan her raporda da medyanın ve hatta kamuoyunun bu olaylardaki rolü sorgulanır.
1955’de yaşanan 6 -7 Eylül olaylarında olduğu gibi… O dönemin gazetelerinin “Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı” iddiasını manşetlerine çekmesi sonrasında patlak veren olayların trajik sonuçları oldu: Gayrimüslimlerin ev
Piyanist Fazıl Say’ın, annesinin cenaze töreninde namaz kılması ile ilgili sosyal medyada yapılan çirkin yorumlar, kendini hep haklı görenin, her türlü haksızlığı yapmaya da hakkı olduğunu düşünmesinin sonuçlarıdır
Felsefeci Prof. Dr. Ahmet İnam ötekilerle ilgili bir değerlendirmesinde şöyle demişti: “Nietzsche ‘mağdurlardan korkun’ der. Çünkü sürekli olarak ‘öteki’ edebiyatından beslenen mağdur insan, her şeyi yapabilme hakkını kendinde hak görür. İnsanların ‘benim dilim, benim dinim, benim etnik kimliğim’ demesi çok büyük bir tehlikedir. Demokrasi bir terbiye işidir, edepsizden, saygısızdan demokrat olmaz. Öteki olan kendini hep haklı gördüğü için her türlü haksızlığı yapmaya da hakkı olduğunu düşünür.”
Türkiye medyasının tarihi; bu ötekileştirmeden ve farklılıklardan doğan çatışmalarla doludur. Akıl ve vicdan tutulması olarak yorumlanabilecek çok sayıda haber bulabilirsiniz. Oysa toplum olmak; farklılıkları da içinde barındırmak demektir. İnsanın bu farklılıklardan kendisine ‘düşman’ yaratması ise toplum olamama halinin bir tezahürüdür.
Zihniyet değişmiyor
Bir siyasetçinin annesinin mezarına yapılan saldırılar, bir başka milletvekilinin oğlunun intiharına yönelik ırkçı paylaşımlar
Gazete okumayan, kütüphaneye gitmeyen, araştırmayan, sorgulamayan, internette kendisine dayatılan yanlış bilgilerle donanan “cahil” bir nesil yetişiyor. İnternette bilgi güncellenmiyor, zaman kavramı işlemiyor. Anında ama çoğu kez yanlış bilgiye ulaşılıyor
Günümüzde mobil teknolojilerin yaygınlaşması; gazeteci olmayanların da kendi içeriklerini üretebilmesine, haber üretim sürecine dâhil olmasına, haberin toplanması, yazılması, yayımlanması, yorumlanması gibi haberin tüm aşamalarında aktif rol üstlenmelerine olanak sağlıyor. Ancak beraberinde teknoloji çağı, bilgisizlikle beslenen bir çağa dönüştürülüyor. Kısacası, bilgiye sadece kütüphanelerden, kitaplardan, dergilerden, gazetelerden ulaştığımız zamanları geride bıraktık. Bugün teknoloji çağında bilgiye anında ulaşıyoruz. Artık bilgi bir tık ötemizde sanıyoruz. Peki, internet üzerinden edindiğimiz bu bilgiler doğru mu? İşte bunu bilmiyoruz. Elbette sosyal medya kullanıcılarının bir bilginin kaynağını araştırma ve bilgiyi sorgulama konusunda yeterli birikime sahip olmaması anlaşılır bir şey ama ya bunca yanlış bilgiyi üretenler?
İnternet üzerinden bilginin doğruluğunu araştırdığınızda “hakkında doğru olmayan bilgilerden” en çok
Bir hukuk devletinde suç sizin “rahatsız” olduğunuz, hoşlanmadığınız konularla oluşan bir şey değildir; yani önce “suçlu” bulup sonra “suç” yaratılmaz
Nişantaşı Üniversitesi Psikoloji bölümünden bir grup öğrenci kadına şiddet konusunda toplumsal duyarlılığı gözlemlemek adına birkaç ay önce sosyal deney hazırladı. Senaryo gereği Taksim Meydanı’nda erkek arkadaşı tarafından zorla sürüklenen kadının uğradığı şiddeti yoldan gelip geçenler izlemekle yetindi. Ancak engelli bir vatandaş duruma müdahale etmek için akülü arabasını şiddet gösteren erkeğin üzerine doğru sürdü.
Kız arkadaşına “şiddet” uygulayan delikanlı ile engelli vatandaş arasında çıkan tartışmaya ise bazı vatandaşlar ve bir sivil polis kimliğini göstererek müdahale etti. Sivil polis, şiddet uygulayan genci hem kadına hem de engelli vatandaşa davranışının yanlış olduğunu söyleyerek azarladı, yanındaki genç kıza da şikâyetçi olup olmadığını sordu. Kalabalığın artmasının ardından olayın “sosyal deney” olduğu açıklandı.
Bu iyi bir örnek… Ancak toplumsal yaşam alanına müdahale edenler, siyasetin muhafazakâr kimliğinden güç alanlar, kadına ya da çocuğa yönelik şiddete sessiz kalanlar son dönemde kıyafet özgürlüğüne müdahalenin de
Bir kurumun bir yarışmayla ilgili “cinsiyetçi” kararını eleştirmek için bir çizgi filmin sizde yarattığı “cinsel” algıyı gerçekmiş gibi sunmak, aynı zamanda sizin gerçeklik algınızın da nasıl deforme olduğunun bir göstergesi sayılır
Bir kurumun kararlarını eleştirebilirsiniz. Ancak eleştirinin; kurgulanmış haber metinleri ya da üzerinde oynanmış, çarpıtılmış video ve fotoğraflarla yanlış ve kasıtlı olarak yayılan bir başka bilgiye dönüştürülmesi ahlaken sorgulanması gereken bir durumdur. Bu aynı zamanda şüpheli, çarpıtılmış içeriklere maruz kalan sosyal medya platformlarının manipülasyona ne kadar açık olduğunun da bir göstergesi.
Bunun son örneği geçtiğimiz hafta TRT’nin Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayı düşünmediklerini açıklaması üzerine yaşandı. TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’in, “Kamu yayıncısı olarak Avusturyalı birinci olan sakallı, etekli, cinsiyet kabul etmeyen, herhangi bir cinsiyeti olduğunu söylemeyen, ‘Aynı anda hem erkeğim hem kadınım’ diyen birini saat 21.00’de, çocukların seyrettiği bir zamanda canlı yayınlayamam” sözlerini bazı kesimler tepkiyle karşıladı. Bir Twitter kullanıcısı TRT Çocuk’ta yayınlanan bir çizgi filmde bir eşeğin cinsel istismara uğradığını
Medya, bariz yalan ve dolandırıcılık üzerine kurulu sponsorlu reklam ya da makaleleri yayımlamama hakkına da sahip olmalıdır.
John Berger’e göre reklamın ulaşma alanı geniş, sundukları sınırlıdır ama muazzam bir etkileme ve ele geçirme gücü vardır. Öyle ki; tüm umutları toplar, birbirine uydurur ve yalınlaştırır. Sonunda ürünle birlikte; yoğun ama belirsiz, büyülü ama yinelenebilir bir umut sunar. Dijital çağ bazı tanıtım reklamlarının kitleler üzerindeki etkisini, kamuoyunu “aldatmaya” yönelik bir güce dönüştürmüş olabilir mi?
Bir süredir, bazı haber sitelerinde “Science&Education Global News” adı altında bir makale yayımlanmakta. Makalede, 30 günlük otomatik dil öğrenme yöntemiyle dil okullarının sonunu getirecek bir çalışmadan söz edilmekte, 597 bin 158 Avrupalının işe yaramayan zor dil öğrenme yöntemlerinden vazgeçerek bu etkili dil öğrenme yöntemine nasıl katıldıkları ise örneklerle anlatıyor. Sponsorlu makale çok şey vadediyor: Yaşınıza, eğitiminize ve daha önceki dil öğrenme tecrübelerinize bakılmaksızın 4 hafta içerisinde ailenizi, dostlarınızı ve iş arkadaşlarınızı şoke edecek, 30 günlük öğrenim sonrasında yabancı bir dili sorunsuz ve rahat bir şekilde konuşabileceksiniz.