Kendisi de donör olan bir okurumuz, Öykü için dua ederken, SMA Tip 1 teşhisi konulan, ilacı bakanlık tarafından yurtdışından getirilmesine rağmen devlet hastanesinde yer bulunamadığı için hayatını kaybeden Nehir bebekle ilgili duyduğu üzüntüyü bizimle paylaştı.
Bir mesleği tanımlayan kurallarıdır: Gazetecilik de meslek kuralları üzerinden şekillenir. Tam da bu nedenle haber, bir gazeteci için herhangi ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal bir nitelik taşır. Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım, felaket ya da şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda gazetecinin olaya yaklaşımı ve araştırması duygu sömürüsünden uzak ve insani olmak zorundadır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenmeli ve paylaşmalıdır.
Lösemi hastası Öykü Arin için Türkiye çapında başlatılan ilik bağışı seferberliğine Milliyet çalışanlarının da katılması bunun en güzel örneği. Öykü gibi ilik bekleyen yüzlerce çocuğa donör olabilmek için Demirören Medya çalışanlarının 3 tüp kan örneği vermesi; kök hücre ve kan bağışında bulunulması meslek sorumluluğumuzun sadece sorunu yazmak ya da kamuoyunu bilgilendirmekle sınırlı olmadığını gösteriyor.
SMA Tip 1 teşhisi konulan Nehir bebek, ilacı Sağlık
Abdi İpekçi doğru ve adil habercilik değerlerine bağlı yürüttüğü gazetecilik anlayışını bizlere miras bıraktı. Biz de sayısız dizi, makale ve haberlerle gelecek kuşaklara anlatıyoruz.
Milliyet’in sahibi kim olursa olsun okurlardan gelen mektuplar genellikle şöyle başlar; “Abdi İpekçi’nin gazetesinde…” Habere yönelik bir şikâyet söz konusuysa o zaman da “Abdi İpekçi’nin gazetesine yakışmadı…” ifadesiyle karşılaşmak kaçınılmaz olur.
Milliyet gazetesi, Abdi İpekçi’nin genel yayın yönetmenliği döneminde meslek etik kurallarıyla tanıştı. O kurallar “Milliyet Anayasası” olarak basın tarihine geçtiğinde gazete de daima “basında güven” logosuyla yoluna devam etti.
İpekçi’den devraldığımız ilkelerle Milliyet herkese eşit mesafede, olaylara soğukkanlı yaklaşan, sansasyonel başlıklardan kaçınan, ağırbaşlı, diplomatik dili olan bir gazete olarak algılandı ve bence böyle algılanmaya da devam edecek çünkü köklü bir geçmişten gelen imajı okurun gözünde hiçbir dönemde değişmedi.
Milliyet de değişmedi. Önceki gün muhteşem bir sergi ve konferansla Abdi İpekçi’yi anarak varlığını bir kez daha kanıtladı…
Bir gün bu cinayet çözülecek
Erdoğan Demirören Konferans Salonu’nda düzenlenen Abdi İpekçi 40. Yıl Anma
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Tabip Odası medya ve sosyal medyada sık sık yer alan bazı doktorları “medyatik şarlatan” olarak tanımladı. Acaba medya bu doktorlara yer vermese, bunca bilgi kirliliği yaşanır mıydı?
2015 Ağustos’unda Sağlık Bakanlığı; medyada sık sık yer bulan ve ekranlara çıkan doktorlara sağlık meslek mensuplarının uyacağı kuralları ve etik değerleri içeren bir taahhütname hazırladı. Medyatik doktorların tartışmalı sağlık önerileriyle toplumda oluşan bilgi karmaşasını ve kirliliğini önlemeyi amaçlayan bakanlık bu yazıyı RTÜK’e gönderdi.
Yani dedi ki; doğruluğu bilimsel ve klinik olarak kanıtlanmamış veya mevzuatla tıbbi işlem olarak tanımlanıp düzenlenmemiş tedavi ve yöntemler hakkında bu doktorlar görüş bildirmeyecekler.
Bakanlığın bu uygulaması sonuç vermedi. Geçtiğimiz günlerde bu kez İstanbul Tabip Odası, konuya ilişkin rahatsızlığını dile getiren bir başka metin hazırladı. Medya ve sosyal medyada sık sık yer alan bazı tıp doktorlarının sağlıkla ilgili açıklamalarının halen “ezber bozan”, “tabu yıkan”, “şoke eden” başlıklarıyla sunulduğunu hatırlatarak, bu doktorları “medyatik şarlatan” olarak tanımladı.
Bildiride kişisel çıkarları için modern tıbba güveni
Cinayet ya da şiddet haberlerini dikkat çekici hale getirmek için ‘suçu’ bıçak darbesi sayısıyla anormalleştirip, şizofren teşhisi konan bir hastayı da normalleştirmeye çalışmak ahlaki değildir.
39 yaşındaki Selçuk Bakıryapan şizofreni hastasıydı. Annesiyle birlikte yaşıyordu. 19 Ocak 2016 yılında annesini öldürdü. Tutuklanarak mahkemeye sevk edildi. İstanbul Adli Tıp Kurumu Gözlem İhtisas Dairesi de ‘şizofren’ raporu verince, mahkeme ceza ehliyeti olmadığı gerekçesiyle sanığın yüksek güvenlikli sağlık kurumunda tutuklu olarak tedavi edilmesini kararlaştırdı. Tedavi için hastaneye gönderilmek üzere Bursa E Tipi Cezaevi koğuşunda bekletildi.
Olay medyada “Cani evlat”, “Annesini 243 yerinden bıçakladı” başlıklarıyla yer buldu. Öyle ki; annesini öldürdükten sonra ablasına telefonda söylediği “Annemi tuzlayayım mı kokar mı” gibi ifadeler dahi başlıkta görüldü.
Olaydan beş ay sonra bu kez Selçuk Bakıryapan, koğuşunda bulunan kişilerce 12 Haziran’da dövülerek öldürüldü. Selçuk Bakıryapan cinayeti davasının zanlıları da geçtiğimiz hafta hâkim karşısına çıktı. Sanıklardan birinin ifadesi dikkate değer: ‘’18 kişilik koğuşta, 30 kişi kalıyorduk. Selçuk’un hemen her gün koğuşta dövülmesi rutin
Bir haberi önemli yapan nedir? Basında geniş yer bulması ya da toplumun olaya gösterdiği ilgi ve tartışmalar haberin önemini belirleyebilir mi? Medyanın dünyada yaşanan faciaların; doğaya, insana, hayvana verilen zararın bilincinde olduğunu söyleyebilir miyiz?
Medyada “doğal kaynakları tüketim biçimlerimizi değiştirmemiz” gerektiği yönünde bir haberi en son ne zaman okudunuz? Ya da geçtiğimiz aylarda sessiz sedasız yayımlanan ve neredeyse hiç ses getirmeyen Dünya Doğayı Koruma Vakfı ve Londra Zooloji Derneği’nin ortaklaşa hazırladığı Yaşayan Gezegen 2018 Raporu’nu okudunuz mu?
Rapora göre; 1970’lerden bu yana hava ve deniz kirliliği, küresel ısınma, plansız avlanma gibi nedenlerden dolayı dünyadaki memeli hayvanlar, kuşlar, balıklar ve sürüngenlerin yüzde 60’ının nesli tükendi. Günümüzde canlı türlerinin yok olma hızı, doğadaki insan etkisinin olmadığı dönemlere kıyasla 1000 kat arttı. Dünya genelindeki deniz kuşlarının midesinde 1960’larda sadece yüzde 5 olan plastik bugün yüzde 90 oldu. Bize ne diyebilir misiniz? Üstelik raporda, küresel düzeyde tehlike altında olan türlerin 2008’de Türkiye’deki sayısının da 131’den 2018’de 400’e çıktığına da dikkat çekilmişken…
Bu coğrafyayı
Son bir aylık gazete taramasında köşe yazarlarının çoğunun gündeminin neredeyse ve sadece siyaset, partiler, seçim ve dış politika olduğunu söyleyebilirim. Sorun şu ki ‘sokağın sorunlarına’ köşe yazarlarının böylesine ‘yabancı’ kalması okurların da dikkatinden kaçmıyor.
Yırtılmış, parçalara ayrılmış bir gazetede yer alan dünya haritasını tekrar birleştiren çocuğun hikâyesini bilir misiniz? Baba sorar: Bu kadar kısa sürede bu haritayı nasıl yaptın? Çocuk yanıt verir: Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan fotoğrafı vardı. İnsanı düzelttiğim zaman, bütün dünya düzeldi…
Bir ülkenin toplumsal inşasında medyanın ideolojik bir işleve sahip olduğu bilinen bir gerçek. Gazeteler çoğu kez takipçisi olduğu olaylarla gündem yaratır, köşe yazarları da gündemdeki konular üzerinden okurlarına ulaşılır, fikir üretir, çözüme yönelik öneri, değerlendirme ve uyarılarla sorunlara düşünsel katkı sağlar.
Milliyet uzun bir süredir kadınlara şiddeti, çocuklara tacizi, hayvanlara eziyeti, çevre katliamlarını ya da sağlık skandallarını manşetlerine taşıyor. Atılması gereken adımlar, alınması gereken önlemler ya da engellemeler, yeni düzenlemelerle birlikte…
Örneğin çocukların emanet edildiği
Gazetecinin görevi ‘ders’ vermek değildir, aksine o ‘dersi’ kimden alacağının yolunu göstermektir. Medyanın artık bu eski usül gazetecilikten vazgeçmesi gerekir.
Sosyal medyanın haberi sunuş biçimi, kullandığı dilin haberleri daha tehlikeli bir mecraya dönüştürmesi medyanın da kimyasını bozmuş durumda. Tecavüze uğradığını anlatarak bir çıkış yolu bulmaya çalışan bir okuruna, bir köşe yazarının “İşte bu tür olaylar, genç okurlarıma örnek oluyor, iyi bir ders oluyor. Onlara verebileceğim öğütlerden çok daha fazla işe yarıyor. Her önünüze çıkan erkeğe hemen güvenmeyin, onu çok iyi tanımadan baş başa kalmayın. Bu olay sana bir ders olsun” demesi gibi. İlginçtir bu dili ve üslubu eleştiren, bu kez medyanın sürekli eleştirilerine maruz kalan sosyal medyanın bizzat kendisi oldu.
Bir haberde cinsel istismar ya da tecavüz söz konusu ise sadece medya açısından değil evrensel hukuk, sosyoloji ve psikoloji açısından da konu önem kazanır, kazanmalıdır da. Ancak tacizi, tecavüzü meşrulaştıran “haberleri” bugün hâlâ tartışmalı hale getiren; mağdur olduğunu iddia eden kadınların ya da tacize uğrayan çocukların erkek egemen kültürün yarattığı algıyla ve kullanılan dille daha da mağdur hale
Reuters Gazetecilik Çalışma Enstitüsü’nün bu yılın başında yayımlanan raporunda gazetecilerin gündemini belirleyecek üç şey öne çıktı: Sahte haber, yapay zekâ ve platformlar.
Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışma Enstitüsü, 2012 yılından bu yana, yeni medya düzenini şekillendirecek yıllık “Dijital Haber Raporu” yayımlamakta. Dijital strateji uzmanı Nic Newman’ın hazırladığı araştırmalara dayalı bu raporlarda teknolojideki gelişmelerle bilginin nereye doğru yol aldığını görmek mümkün.
Türkiye’nin de bulunduğu 30’un üzerinde ülkeyi kapsayan raporların önemli bir bölümü medya sektöründe gazeteci olarak görev yapan insanlarla gerçekleştirildi. Raporların ortak özelliği; teknolojideki değişimin, kitlelere sunulan enformasyonun kalitesinde yarattığı etki, gücü ve büyüklüğüyle bunların nasıl regüle edileceği yönünde.
Geçen yılki raporda bir gazetenin geçmişinden gelen katılımcıların yüzde 33’ü şirketlerinin mali sürdürülebilirliği konusunda önceki yıldan daha endişeli olduğunu, yüzde 8’i ise daha az endişeli olduğunu açıklamıştı. Gazetecilerin öngörüleri ise şöyle sıralanıyordu: Habercilik sektöründe küçülme devam edecek, gazetecilerin her an sistemin dışına itilme korkusu