Sağlık uzmanları, zeytinyağının içerdiği bileşenlerle âdeta ilaç niteliğinde olduğunu belirtiyor, ancak o ilaç maalesef çiftçiye “ilaç” diye satılan pestisitlerle kirleniyor. Hasat dönemi olmasına rağmen, hâlâ zeytin bahçelerinde ilaçlama yapanlar var. Hatta bizzat bazı Tarım İl Müdürlükleri, “Sonbahar sürgünlerinin uzamasıyla Zeytin Halkalı Leke Hastalığı’na karşı zirai mücadele dönemi başlamıştır” yolunda duyurular yaparak, çiftçileri pestisit uygulamasına yönlendiriyor. Bu uyarıya eşlik edecek çiftçinin kullanacağı zehirlerin, doğrudan zeytin ve zeytinyağına yansıyacağı ise apaçık ortada. Peki, soframıza gelen zeytinyağında pestisit analizleri yapılıyor mu?
Zeytin üreticisi ve Edremit Zeytin-Zeytinyağı Derneği Yönetim Kurulu üyesi Hasan Güçlü Sakallı’ya göre, zeytin sektöründe pestisit kalıntısına yönelik analiz söz konusu değil; o yüzden kimsenin çekinmeden kimyasal kullanabildiğini söylüyor. Zeytinliklerde
Doğanın bilmediğimiz pek çok yönü var. Doğanın şifrelerini çözmek için başlatılan “Hayvanların interneti” projesi, ekosistemin gizemini anlamamıza yarayacak veriler sunmayı hedefliyor.
Günümüzde hepimiz artık birer veri sağlayıcıyız. Tüketim alışkanlıklarımız, seyahat ettiğimiz rotalar, yediklerimiz ve günlük faaliyetlerimiz, dijital teknoloji vasıtasıyla günbegün kaydediliyor. Ve biz farkında olmasak da işlenen verilerimiz, birçok değişime ön ayak oluyor. Hem iyi hem de kötü yönde.
Şimdi bilim insanları benzer bir süreci, doğanın şifrelerini çözmek için başlatıyor. Alman ornitolog Martin Wikelski’nin tohumunu attığı “Hayvanların interneti” projesi, ekosistemin gizemini daha iyi anlamamıza yarayacak veriler sunmayı hedefliyor. Proje kapsamında binlerce hayvan, güneş enerjisiyle çalışan uydu vericileriyle takip edilecek ve vericiler, hayvanların ulaştığı noktalardaki, hava basıncı, yükseklik, sıcaklık ve nem gibi çevresel faktörleri ölçecek. Ayrıca hayvanın davranışını yorumlamaya yardımcı
Meğer dolmaya da zehir bulaşmış. Hem de öyle böyle değil! AB Gıda Alarm Sistemi’ne geçtiğimiz günlerde art arda düşen 3 uyarı, Türkiye’den Almanya’ya gelen yaprak dolmalarında 10 farklı tür, tarım zehrinin saptandığını gösteriyor. Neredeyse dolmanın içindeki malzeme kadar, tarım kimyasalı çıkmış. Üstelik tarım zehirlerinin birçoğunda kalıntı miktarları, tolere edilebilir limitin 20-30 katı. Hele bir tanesi var ki, limiti yaklaşık 100 kat aşan oranda tespit edilmiş.
Böcek öldürücü olarak kullanılan o kimyasalın adı methoxyfenozide. Düşük toksisiteye sahip bir etken madde olarak çalışmalara yansısa da yarılanma ömrünün uzun olması nedeniyle oldukça kalıcı bir kimyasal olarak anılıyor. Dolmadaki diğer zehirlerin birçoğu da sistemik etkili. Yani aynı antibiyotik gibi kullanıldığı organizmanın bütün hücrelerine sirayet ediyor. Ne yıkamakla ne de kabuk soymakla çıkmayan türden.
Etkileşim tehlikesi
Bir diğer endişe verici yön de 10 ayrı pestisitin aynı anda tek bir gıdada yer alması. Bu
Yapılan akademik araştırmalar zeytin ve zeytinyağı üretiminde zehir kullanımının hem çok yaygın olduğunu hem de tarlalarda pestisit uygulamasının bilinçsizce yapıldığını gösteriyor.
Geçtiğimiz günlerde Facebook’taki “Zeytin Yetiştiricileri” grubunda paylaşılan fotoğrafta bir masa üzerinde 5 ayrı tarım zehri yer alıyor. Zeytin yetiştiricisi, zeytinlerinin siyahlaşıp dökülmesi nedeniyle ziraatçıya danıştığını ve ziraatçının reçetesi sonrasında masasının “ilaç”la (!) dolduğunu yazmış. Kendisine, pestisitleri karıştırarak 45 gün arayla ağaçlara uygulaması salık verilmiş.
Grupta benzer çok sayıda yazı ve yorum var. Kimi zeytin güvesine hangi zehir atması gerektiğini sormuş kimi her türlü böcek öldürücüyü uygulasa da zeytinlerinin zarar görmesinden dert yanmış. Çiftçilerin birbirlerine etkili zehirler önerdiği platformda, “Sinek ilacı kaç defa atılıyor. Ben 1 Ağustos’ta attım. Tekrar atmam gerekiyor mu” sorusuna, “15 günde bir, üç sefer”
Altın kaplamalı etler, altı tozu dökülen kahveler ve altın görünümlü pastalar. Meğer epey bir süredir yenilebilir altın yaprak ve altın tozları satılıyormuş bu coğrafyada.
Tuhaf bir ülkeyiz! Bir yanda gıda fiyatlarındaki astronomik artışı konuşuyoruz diğer yanda zeytinleri altınla kaplayıp yüzlerce dolara satan üreticinin ticari zekâsını... Üstelik sofradaki bu altın sevdası yeni de değil. Altın kaplamalı etler, altı tozu dökülen kahveler ve altın görünümlü pastalar bir zümre için âdeta trende dönüşmüş durumda.
Glütensiz altın!
Meğer epey bir süredir yenilebilir altın yaprak ve altın tozları satılıyormuş bu coğrafyada. Hem de sertifikalı! Satıcı firmanın sayfasında 24 ayar 25 sayfa yenilebilir altın yaprağın, İtalyan Sağlık Bakanlığı’nca onaylı bir sertifikaya sahip olduğu belirtiliyor. Ürünün tanıtım metninde de şu ifadeler yer alıyor: “Yenilebilir altın, yemeklerinizi ve içeceklerinizi zarif ve şık hâle getirmek için idealdir. Ürün, serin ve kuru bir yerde ağzı sıkıca kapalı olarak saklanmalı
Market rafları hileli ürünlerle dolu. Bundan peynir de nasibini alıyor. Buna karşı peynir tebliğinde yapılacak değişiklikle eritme peynirin artık net bir şekilde ürün paketlerine yazılması öngörülüyor
Öyle bir dönemdeyiz ki, sağlıklı ve güvenilir beslenmek için artık her birimizin gıda okuryazarı olması gerekiyor. Çünkü market raflarında türlü türlü tuzaklar bizi bekliyor. ‘Şekersiz’ diye satılan içecekler kanserojen tatlandırıcı barındırıyor, üzerinde koca koca meyve resmi bulunan paketlerin içinde, meyvenin yüzde 1’i bile yer almıyor. Katkı maddeleri, renklendiriciler, aromalar, koruyucular… Liste uzayıp gidiyor. Âdeta kimyasal kokteyllerle karşı karşıyayız çoğu rafta.
En doğal gıda peynirde bile türlü hileler var. Sütün yağını alıp bitkisel yağ karıştıranlar mı dersiniz, keçi peynirini inek sütüyle yapanlar mı… Bir de endüstrinin rafa koyduğu ‘çakma kaşar peyniri’ var ki, pek çok insan ‘kaşar’ diye maalesef hâlâ bu peyniri
Olimpiyatlarda Seine Nehri, görüntüleri çok tartışıldı. Bundan ders çıkarmalıyız; çünkü birçok nehrimiz Seine’den beter. Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nın hazırladığı rapora göre 161 su kaynağından 60’ı ‘çok kirli’ su sınıfında.
Paris’teki Olimpiyat Oyunları’ndan geriye bence 2 ikonik görüntü kaldı. Biri malum Yusuf Dikeç duruşu. Diğeriyse Seine Nehri’nde yüzmeye zorlanan yüzücülerin ağız dolusu kusmaları. Yüzmeye zorlanan diyorum, zira Seine Nehri’nin kirliliği daha organizasyonun en başından bu yana tartışma konusuydu. Fransa, kirliliğinden dolayı neredeyse bir asırdır yüzülemeyen Seine Nehri’ni temizlemeyi vadetmişti ancak harcanan 1 buçuk milyar euro’ya karşın nehirde hem ölçülebilir hem de gözle görülebilir kirlilik hâkimdi. Yarışlar öncesi kolibasili oranının yüksek çıkması nedeniyle antrenmanlar yapılamadı ve yarış da bir gün ertelendi. Ertesi gün yarışan sporcuların bazıları sudan çıktığında kusmaya başladı.
Mikroplastik Araştırma Grubu’na göre kredi kartı büyüklüğünde plastik tüketildiği savı, bilimsel araştırmaların yanlış yorumlanmasından kaynaklanmış
Plastik kirliliği en büyük çevresel sorunların başında geliyor. Özellikle tek kullanımlık plastik ürünler, hem doğaya hem de sağlığımıza ciddi oranda zarar veriyor. Plastik ambalajda saklı hemen her gıdadan metabolizmamıza plastik parçacıkları sirayet ediyor. Mesela PET şişeden her su içtiğimizde bir miktar da mikroplastik yudumluyoruz. Yine aynı şekilde streç filmlere sarılı peynir ve etler, plastik kaplardaki süt ve ayranlar, karton bardaktan içilen kahveler, konserve gıdalar mikroplastik kaynakları. Bu tip ürünleri sıklıkla tükettiğinizde ve günlük yaşamınızda tek kullanımlık plastikleri tercih ettiğinizde, vücudunuzdaki mikroplastik yükü de artacaktır.
“Aman canım zaten her hafta bir kredi kartı büyüklüğünde mikroplastik tüketiyoruz, varsın biraz daha tüketelim” demeyin! Zira başta sosyal medya olmak üzere birçok kaynakta sıklıkla dile