Geri dönüşüm polyester kullanılan giysiler, normaline oranla her yıkamada 2 kattan daha fazla mikroplastiği doğaya saçıyor. Doç. Dr. Özkan, plastik kullanımını azaltıp, pamuk, keten, kenevir ve yün gibi doğal liflerin sürdürülebilir kullanımına yönelmeyi öneriyor
Geri dönüştürülmüş PET şişelerinden üretilen tekstil ürünleri moda dünyasında hızla yaygınlaşıyor. Peki PET’lerin ikincil kullanımı gerçekten çevreci bir adımı mı? Geri dönüşüm polyester kullanılan giysiler, sağlık açısından herhangi bir tehdit barındırıyor mu? Aslında “rcycle PET”, yani geri dönüşüm PET’lerin tekstil sektöründe kullanımı tam anlamıyla yeşil bir çözüm değil. Çünkü PET şişelerin geri dönüşümünden elde edilen kumaş, doğrudan petrokimya endüstrisinin ürettiği elyafa oranla çok daha fazla mikroplastik kirliliğine neden oluyor.
İki kattan daha fazla mikroplastik
Geri dönüştürülmüş polyester ile normal polyesterin
Bugün 12 Mayıs Dünya Bitki Sağlığı Günü. Aslında varlığımızı bitkilere borçluyuz. Çünkü başlangıçta onlar vardı. Ve bitkiler olmasa biz insanoğlu sadece birkaç ay hayatta kalabiliriz. Dünya biyokütlesinin yüzde 99’unu oluşturan bitkilerin yanında yalnızca bir zerreyiz yani! Ama bu yalın gerçeğe karşın, doğanın tek öznesi gibi davranıp hoyratça yaklaşıyoruz yeşile. Ağaçları kesiyor, yeşili betona boğuyor, tarım kimyasallarıyla bitkileri kurutuyoruz. Tabii bunu yapmayıp, yaşadıkları çevreyi yeşertenler de var. Bir karış toprakta, balkonda ya da pencere kenarında hayatı yeşillendirenler onlar. Bu yazı da onlar için. Ziraat Mühendisi Gökhan Sivaslı, bitkileri güçlendiren, çiçek açtıran ipuçlarını anlatıyor.
Muz kabuğu şerbeti (Potasyum desteği):
Bitkilerde ürün miktarı ve kalitesini artırıcı, kök gelişimini hızlandırıcı, bitkinin daha güçlü olmasını sağlar. Balkonların alımlı çiçeklerinden, saksıdaki domatesin verimine ve mis kokusuna kadar potasyum çok
Sadece bal değil, yiyip içtiğimiz gıdaların birçoğu arılar sayesinde var. Arıların doğadaki tozlaşmaya katkısı, gıda zincirinin devamı için hayati öneme sahip. Onlar olmasaydı birçok bitki türü günümüze kadar ulaşamazdı. Ancak şimdilerde arılar da zor durumda! İnsan eliyle bozulan doğanın dengesi, kitlesel arı ölümlerine neden olmaya başladı. İklim krizinin yarattığı değişimler, arı kovanlarına âdeta çomak soktu.
Birçok coğrafyadan ani sıcaklık değişimi ve kuraklığa bağlı arı ölümleri haberleri geliyor. O bölgelerden biri de Doğu Karadeniz. Kafkas arı ırkının koruma altında olduğu Artvin'de ciddi koloni çöküşleri yaşanmış bu yıl. 30 bin kovanda toplu ölümlerle karşılaştıklarını anlatıyor bölgedeki arıcılar. Artvin Arıcılar Birliği Başkanı İbrahim Durmuş, 116 bin kovanla girdikleri sezonda 90 bin kovanın altına gerilediklerini belirterek, bu yıl bal üretiminde de ciddi sıkıntı yaşayabileceklerini söylüyor.
Durmuş'a göre arı ölümleri, bu yıl kış sıcaklıklarında yaşanan artış ve kar yağmamasıyla bağlantılı. Kış
İzmir’de yapılan bir operasyon, dimethoate kimyasalının başka bir ürün ambalajına konularak Türkiye’ye yasa dışı yollarla getirildiğini ortaya çıkardı. Denetim olmazsa soframızı zehirlerden arındırmak mümkün olmayacak.
Tarımda hastalık ve zararlılara karşı 400’den fazla zehirli kimyasal bileşik kullanılıyor. Yıllar içinde bu kimyasalların yol açtığı zararlar ortaya çıkınca da yasaklama yoluna gidiliyor. Ancak yasak çoğu zaman tarlaya yansımıyor. Bunun son örneğini, dimethoate adlı tarım kimyasalında gördük. İzmir’de yapılan bir operasyon, dimethoate kimyasalının başka bir ürün ambalajına konularak Türkiye’ye yasa dışı yollarla getirildiğini ortaya çıkardı. Gazetemizin çarşamba günkü nüshasında yer alan haber, 20 ton dimethoatenin kozmetik sektöründe kullanılacağı beyanıyla ülkeye sokulduğuna ve sahteciliğin bir ihbarla ortaya çıkarıldığına işaret ediyordu. Eğer o ihbar olmasaydı yasaklı zehir yine tüm tarım alanlarımıza merdiven altından dağıtılacaktı.
Sistemik etkili
Söz konusu pestisitin zararlı etkileri
Daha yaz gelmeden kavrulmaya başladık. Bilim çevreleri de aşırı sıcak ve kurak bir yazın bizi beklediğini söylüyor. Sera gazlarını yutan ormanlar ise yutak olma özellliğini yitiriyor...
Daha yaz gelmeden kavrulmaya başladık. Salı günü Eskişehir’de 36.5 dereceydi ölçülen sıcaklık. Üstelik henüz nisan ortasındayız. Bilim çevreleri de aşırı sıcak ve kurak bir yazın bizi beklediğini söylüyor. Aslında iklim krizi projeksiyonları, hep gelecek 10 yıllara göre şekilleniyordu. Sera gazı emsiyonlarının azaltılamaması hâlinde, yüzyılın ortasından itibaren sıcak hava dalgaları, seller ve mega orman yangınlarıyla karşı karşıya kalacağımız öngörülüyordu. Ama o günlerin çok da uzak olmadığını son birkaç yılda yaşadıklarımızla tecrübe ettik. Benzer felaketlerin kapımızı çalacağını da biliyoruz. Çünkü Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yeni yayınladığı; “Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı” iklim krizine bağlı olarak; orman yangınları, fırtınalar, seller,
ABD’deki gıda analizlerine göre en fazla tarım zehri, yani pestisit saptanan meyvelerin başında çilek geliyor. Diğerleri mi?
Batı yakasında değişen bir şey yok! Yine “en kirli” meyvenin çilek olduğu ortaya çıkmış. Kirli derken, tarım zehri yükünü kastediyorum. Çilekten sonraki en kirli sebze ise ıspanak. Daha sonra da sırasıyla lahana, şeftali, armut, nektarin, elma, üzüm, dolmalık biber, acı biber, kiraz, yaban mersini, taze fasulyenin, tarım zehirleri kalıntısını diğer meyve ve sebzelere oranla daha fazla içerdikleri anlaşılıyor.
“Kirli 12” olarak anılan bu listeyi, her yıl ABD merkezli Çevre Çalışma Grubu (EWG) kamuoyuna açıklıyor. Ülkemizde ise maalesef böyle bir kuruluş yok. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği pestisit analizlerinin sonuçları yıllardır erişime kapalı. Haliyle ülkemizdeki güncel durumu göremiyoruz. Akademik çalışmalar ve Avrupa’ya ihraç ettiğimiz sebze meyvelere yönelik analizlerin sonuçları bazı ipuçları içeriyor.
Çileğin bizim coğrafyada da
AB Gıda Alarm Sistemi’ne ulaşan bildirimler, Türkiye menşeli pizza kutularının, gıdayla temas etmemesi gereken kurşun, çeşitli fitalatlar ve bisfenol A içerdiğine ilişkin alarm veriyor. Siparişte yemeklerin konulduğu veya sarıldığı ambalajı göz ardı etmemek gerekiyor.
Günümüz beslenme alışkanlıkları maalesef birçok tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Evde kendi mutfaklarımızda bir nebze korunaklı olsak da iş restoranlarda yemek yemeye ya da yemek sipariş etmeye geldiğinde tehdidin boyutları iyiden iyiye artıyor. Kullanılan malzemeden tutun, yemeğin hazırlandığı ortamın hijyen şartlarına kadar, kontrolümüzden tamamen uzak bir evrende çatal kaşık sallıyoruz.
Mesela hiç aklınıza gelir mi, pizza konulan kutuların kanserojen fitalatlar, kurşun ve bisfenol A içerebileceği? Muhtemelen birçoğumuz böylesi bir tehlikeden bihaberiz! Ama görünen o ki, kuryeler ev ve iş yerlerimize pizzayla birlikte bu zehirleri de teslim ediyor. Çünkü AB Gıda Alarm Sistemi, son dönemde Türkiye’den gönderilen pizza kutuları için alarm vermeye başladı. Sadece 3 ayda
İhraç ettiğimiz salatalıkta limitin üzerinde saptanan chlormequat hormonunun, ciddi üreme ve gelişim sorunlarına yol açmasından şüphe ediliyor. Bu çiftçinin rastgele uygulama yapabildiğini gösteriyor
Yılın ilk ayında, AB Gıda Alarm Sistemi’ne bir uyarı düştü. Uyarı, Türkiye’den gelen salatalıklarda saptanan bir tarım kimyasalına ilişkindi. Tolere edilebilir limiti yüzlerce kat aşan oranda tespit edilen bu kimyasalın adı chlormequat. Chlormequat, bir “Bitki Gelişim Düzenleyici” çeşidi; yani hormon. Normalde Türkiye’den sisteme yansıyan pestisitler arasında bu kimyasal yer almazdı. İlk kez gözüme çarpınca biraz araştırayım dedim. Ve gördüm ki, çok ciddi bir tehditle karşı karşıyayız. Zira kullanımı giderek artan bu kimyasala karşı tam da bugünlerde ABD ve Avrupa’da ciddi bir endişe söz konusu. Çünkü chlormequatın, üreme ve gelişim sorunlarına yol açmasından şüphe ediliyor.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler bu kimyasalın, üreme sistemine zarar verebileceğini, fetal