Birkaç istisna dışında Batı dünyası Mısır’daki darbeye “darbe” diyemedi. ABD Başkanı Barack Obama, “darbe” sözcüğünü kullanmadan, bir an önce sivil yönetime geçilmesi çağrısı yapmakla yetindi.
Almanya dışındaki Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler de Mısır’da olan bitenin “darbe” olduğunu söyleyemediler.
Bu tutumun gerekçesi de basında şöyle izah edildi:
Eğer Barack Obama, “darbe” derse, Mısır’a her yıl yaptıkları 1.3 milyar dolarlık askeri yardımı kesmesi gerekir. ABD yasalarına göre darbe gerçekleşen bir ülkeye askeri yardım yapılması mümkün değildir.
AB de “darbe” diyemez. Derse, Mısır’a yaptırım uygulaması gerekir.
Basın da aynı
Hüsnü Mübarek’i deviren Tahrir bir yıl sonra darbe değil demokrasi üretmeliydi.
Mısır ordusu, sivil makyajla perdelemeye çalışsa da tam bir askeri darbeyle göreve gelişinin birinci yılında Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’yi devirdi.
ABD başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun da Mısır’da olan bitene “darbe” demekten kaçınması, Genelkurmay Başkanı Sisi’nin örtülü de olsa desteklendiği izlenimi veriyor.
Çözüm değil
Askeri darbelerin siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm getirmediği -Türkiye’nin de yaşayarak gördüğü gibi- bir gerçek. Askeri darbe geri kalmışlığın, üçüncü dünya ülkesi olmanın en tipik göstergesi. Darbelerden sonra kurulan düzenlerin de gerçek anlamda demokrasiye geçişi zorlaştırdığı, insan haklarını ve özgürlükleri geriye götürdüğü ve zaman kaybına neden oldukları da biliniyor.
Mısır’da gerçekleşen darbenin etkisi de böyle olacaktır. Mısır’ın sorununu çözmediği gibi, demokrasiye ulaşmayı geciktirecek, ekonomik, sosyal kayıplara neden olacak, insan hakları ve özgürlükleri öteleyecek ve Mısır zaman kaybedecektir.
Uzun tutukluluk Türk hukuk sisteminin önemli sorunlarından biri. Bu sorundan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, Meclis Başkanı Cemil Çiçek de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, Adalet Bakanı Sadullah Ergin de muhalefet partileri gibi rahatsızlıklarını belirtmişlerdi.
Adalet Bakanlığı, tutuklama koşulları konusunda yargıçların tutumunu değiştireceğini umarak bazı düzenlemeler yaptıysa da uygulama değişmedi. Adalet Bakanlığı’nın düzenlediği ve yasalaşan yeni hükümler sonuçta konuyu yargıç takdirine bıraktığı için uzun tutukluluk şikayetlerinde bir azalma olmadı.
Ancak Anayasa Mahkemesi’nin yeni oluşturduğu bir içtihat bu konuyu yeniden gündeme taşıdı.
Bireysel başvuru
Anayasa Mahkemesi, önceki gün verdiği kararlarla uzun tutukluluk ve uzun yargılama gibi adil yargılanma hakkıyla ilgili konularda bireysel başvuru yolunu açtı. Bu kararına da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kriterlerini gerekçe gösterdi.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı uyarınca uzun tutukluluk ve uzun yargılamadan şikayeti olanlar, davanın kesinleşmesini beklemeden bireysel başvuru yapabilecek. Anayasa Mahkemesi de davaları sürüyor olmasına rağmen, bu kişilerin uzun tutukluluk ve uzun yargılama ile
Cizre’de “PKK polisi” görüntüleri ve Lice’deki karakol olayından sonra ortam gerildi. Bu gerginlik içinde BDP, “hükümet adım at” sloganıyla mitingler düzenlemeye girişti.
Yeni süreçte PKK’lıların sınır dışına çekilmesinden sonraki aşamada ve legal siyasi alanda BDP, eskiye göre farklı bir işlev üstlenecekti. PKK’nın çekilmesi tamamlanacak, devreye BDP girecek ve hükümetle yeni anayasa dahil “çözüm sürecini” sonuçlandırmak için kolları sıvayacaktı. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları da bu yöndeydi.
Ancak Cizre ve Lice olayları sonrasında BDP’nin söylemi ve eylemi değişti. Hükümete güvensiz beyanları, hükümeti zorlamayı amaçlayan mitingler devreye girdi.
BDP’nin “çözüm süreci”nde müzakere işlevi üstlenmesi beklenirken, mitinglerle yeni bir politikaya yöneldiği görüldü. Bu yöntemin ortamı daha da gereceğine şüphe yok.
Cizre görüntüsü
BDP’nin Cizre ve Lice olaylarındaki tutumu, söylemi ve talepleri çelişkiler taşıyor.
PKK, Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki olaylardan sonra yaptığı açıklamada, hükümete güvenmediğini duyurdu. “Hükümet, karakol ve barajların yapımını ve korucuların sayısını artırmayı hemen durdurmalıdır” dedi.
Diyarbakır Valiliği olayın provokasyon olduğunu, bölgede hint keneviri ekildiğini, polisin bu tarlaları imha ettiğini, uyuşturucu ticareti yapanların menfaatleri nedeniyle bu olayları çıkarmış olabileceklerini açıkladı.
Dahası hükümet yetkilileri, karakolu protesto için gelen ve işçilerin çadırlarını yakanların, Kandil’i dinlemeyen gruplar olabileceğini söyledi. Böylece Ankara, kontrol edilemeyen bazı PKK’lı grupları işaret ederek, süreç olumsuz etkilenmesin diye neredeyse Kandil’i koruyan bir dil kullanmasına rağmen, Kandil “hükümete ve AK Parti’ye güvenmiyoruz” açıklaması yapabildi.
Daha da ötesi, Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, televizyonlara çıkarak ve bağlanarak, hükümetin yeni karakol yapmadığını, daha önce verilmiş ihaleler çerçevesinde eski karakol binalarının yenileme inşaatı yapıldığını ve hatta Diyarbakır bölgesinde 9 karakolun kapatıldığını, yeni korucu da alınmadığını anlattı. Anlattı ki, süreç olumsuz etkilenmesin.
Ancak Kandil
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde meydana gelen olaylarda 18 yaşındaki Medeni Yıldırım yaşamını yitirdi. Kayacık köyündeki jandarma karakolunun yenilenmesi amacıyla yürütülen inşaatı basan 200-250 kişilik grup, işçilerin çadırlarını yaktı. Olaya karakoldaki jandarmalar ve gelen takviye kuvvetler müdahale etti.
Karakola molotof kokteylleriyle ve taşla saldıran gruba, jandarmanın havaya ateş açarak karşılık verdiği, Medeni Yıldırım’ın bu sırada yaşamını yitirdiği açıklandı. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Medeni Yıldırım’ın sırtından vurulduğunu öne sürdü.
İçişleri Bakanı Muammer Güler de olayı incelemek üzere müfettiş görevlendirildiğini açıkladı.
Diyarbakır Valisi Cahit Kıraç ise olayın provokasyon olabileceğini, araştırma sonunda ortaya çıkacağını duyurdu. Yaşadığımız hassas süreçte bu olayı aydınlığa kavuşturmak ve 18 yaşındaki Medeni Yıldırım’ın nasıl vurulduğunu ortaya çıkarmak devletin görevidir.
Sürecin zorluğu
Son günlerde bölgede yaşanan iki olay sürecin yönetilmesinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha gösterdi.
Sürecin hükümet cephesinde Akil İnsanlar heyetlerinin raporları bekleniyordu. Bu raporlar Başbakan Tayyip Erdoğan’a iletildi.
Hükümet bu raporları değerlendirecek. Raporlar içinde en radikal önerilere sahip olan Doğu Anadolu raporu. Doğu Anadolu Heyeti’nin hazırladığı rapor ağırlıklı olarak PKK’nın taleplerinden, hatta bazıları onu da aşan önerilerden oluşuyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı bakımından Güneydoğu Anadolu Raporu, Doğu Anadolu Raporu’na göre yumuşak sayılabilir.
Doğu Anadolu Raporu’nu ve önerilerini okuyunca, bunlar heyet üyelerinin kişisel görüşleri midir, yoksa Erzurum, Kars, Erzincan, Sivas, Malatya’da yaşayan halkın görüşleri midir, sorusunu sormamak mümkün değil.
Bu raporlar alınırken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalardan anlaşıldı ki, hükümet cephesi birinci aşamanın tamamlanmak bir yana henüz çok başlarında olunduğu tespitini yapmış durumda.
PKK cephesi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Akil İnsanlar Heyeti’yle Dolmabahçe’de yaptığı ve heyet başkanlarının raporlarını dinlediği toplantıda, birinci aşamaya ilişkin olarak verdiği bilgiler ve yaptığı değerlendirme beklendiği kadar olumlu değildi. Başbakan’ın, PKK-BDP cephesinin yaptığı açıklamalara karşın henüz birinci aşamanın tamamlanmadığını söylemesi ve silahlı PKK’lıların, ancak yüzde 15’i kadarının çekildiğini açıklaması, belki bazı heyet üyeleri için sürpriz oldu. Erdoğan’ın verdiği bilgiler ve değerlendirmeler, PKK-BDP cephesinin söylediği gibi henüz ikinci aşamaya geçilmediğini gösteriyordu.
Başbakan Erdoğan’a, asker ve sivil güvenlik güçleri ve istihbarat birimlerinden iletilen bilgiler, Kandil’den açıklanan bilgilerin çok uzağındaydı. Akillerle yapılan toplantı öncesinde Erdoğan’la görüşen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in de bazı bilgileri ve tespitleri aktardığına kuşku yoktu. Tıpkı MİT ve emniyetten düzenli olarak aldığı raporlar gibi... Birinci aşamayla ilgili olarak dün yaptığım temaslarda askeri ve sivil güvenlik birimlerinin bazı tespitlerini şöyle özetlemek mümkün:
Çekilme yavaş
Güvenlik birimlerinin tespitlerine göre, uygun koşullara rağmen