Tam siyaset dünyasında esen sıcak mesaj ve diyalog rüzgârı ülkede toplumsal fay hatlarındaki stresi azalttı, azaltıyor derken Taksim inatlaşmasıyla yine gerildik. Günlerce olası riskler, kim haklı kim haksız tartışıldı... Devlet izin verip tedbir alamaz mıydı, Özel, ısrardan vazgeçemez miydi diye. Olası gelişmelerin bugünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ana muhalefet lideri Özel’in görüşmesine nasıl yansıyacağı da... Dün sabahtan itibaren de herkes evine kapanıp endişe ve merakla Taksim’e odaklandı. Niyesi açık. Bu gerilimi çok rahatlıkla manipüle edebilecek terör örgütleri var. Bu anlamda onları kullanan istihbarat servislerinin faaliyetleri de sır değil. Eylem hazırlığında olanların yakalandığı da açıklandı zaten. Keşke böyle olmasa da artık bu gerilim yaşanmasa… Her şeye rağmen önlemler daha da artırılıp Taksim yasaklı olmaktan çıkarılamaz mıydı? Olurdu ama konunun hassasiyeti de ortada. Nitekim Taksim’e çıkmak isteyen bazı gruplara polis engel oldu, taşlı saldırılar, biber gazlı müdahaleler de yaşandı. Allah korusun
Amerikan üniversitelerinde patlak veren ve dalga dalga Avrupa’ya da yayılan Filistin’e destek gösterileri sadece ülkelerin yöneticileri değil, İsrail’in Gazze’deki katliamına dünyadaki tepkisiz kalan sessiz, suskun her kim varsa onlara da bir ders niteliğinde... Çünkü gençler, yeni nesil söz konusu olduğunda ne konuşuluyor, ne deniliyordu hep:
Gençler dünya meseleleriyle pek ilgilenmiyor, olup bitenler umurlarında bile değil...
Ama son dönemdeki gelişmelere baktığımızda aslında duyarlı bir neslin gelmekte olduğu da ortada. Gençler artık İsrail’in bu zulmüne isyan ediyor. Çocukların, kadınların katledilmesine, dünyanın gözü önünde yapılan soykırıma karşı çıkıyor, durmasını istiyor...
Bunları dikkate alması gereken başta ABD olmak üzere demokrasi, insan hakları üzerine ahkam kesen Batı ülkeleri yöneticileri ise ne yapıyor? Zulme karşı sokaklara taşan öfkeyi Yahudi düşmanlığı diye yaftalayıp, barışçıl gösteri yapan gençlere karşı orantısız güç kullanıyor. Derdest edip,
Siyaset dünyasında esen sıcak mesaj ve diyalog rüzgârı ülkede toplumsal fay hatlarındaki gerilimi yumuşatmak açısından çok anlamlı. Çünkü özellikle hem Cumhurbaşkanlığı ve genel hem de yerel seçimler sürecinde siyaset oldukça kutuplaştırıcı sert söylemlerin ortaya döküldüğü bir atmosferde yapıldı maalesef. Herkes kendi taraftarını tatmin edebilmek için her seferinde dozajını artırarak kaba söz kullandı, ağır, çirkin ithamlarda bulundu. Hatta bu safları konsolide etmek adına öyle hal aldı ki farklı bir seçeneğe dahi hoşgörü, tahammül kalmadı. Tarafını seç veya siyaseten ya benimsin ya da kara toprağın! noktasındaydı. Hatta bazı siyasi partilerin kendi içlerinde bile... Dolayısıyla bunun seçimlerin neticelenmesiyle birlikte artık gündemden bir şekilde düşmesi lazım. Sonuçta millet her iki sandıkta da tercihini yaptı bir karar verdi hem Cumhurbaşkanını ve parlamentoyu belirledi hem de yerel yöneticilerini seçti. Önümüzde de 4 yıllık seçimsiz bir dönem var. Bu
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, yıllık olarak bütün dünya ülkeleri hakkında hazırladığı “İnsan Hakları Raporu” yayımlandı. 200 ülke için ayrı ayrı hazırlanan son raporu açıklayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Washington’un İsrail ordusunun Gazze’deki ihlallerine ilişkin “çifte standart” uyguladığını reddediyor. “Herkese aynı standardı uyguluyoruz. Söz konusu ülkenin rakip, dost ya da müttefik olması bu durumu değiştirmez” iddiasında. Yani Hamas-İsrail savaşı patlak verdiğinde soluğu Tel-Aviv’de alan ve “bir Yahudi olarak buradayım” diyen Blinken, her şey bir yana asıl olan insanlık ve hakkaniyet masalı anlatıyor! Bu konuda da son derece hassas ve adil olduklarını belirterek. İnandırmak adına da
ABD’nin, Filistinli sivillerin korunması konusunda İsrailli muhataplarına her fırsatta uyarıda bulunduğunu belirten Blinken, “Filistinli sivillerin insani yardıma erişmesi, Gazze halkının büyük bölümünün yerlerinden edilmesi ve eşi görülmemiş sayıda gazetecinin öldürülmesi hususlarında
İran tehdidi gerekçesiyle İsrail’e arka çıkan, gazlayan ABD bir yandan da Suriye’deki varlık gerekçesi DAEŞ tehdidi bahanesiyle terör örgütü PKK/YPG/PYD’yi koruyor, kolluyor, utanmadan müttefikim diyor... Her iki tehdidin de bölge ve dünya adına nasıl bir tehlike olduğunu göstermek adına da tırmandırılan İran- İsrail geriliminin yanı sıra bir süredir kanlı eylemlerini unuttuğumuz terör örgütü DAEŞ de hortlatıldı. Yılbaşından bu yana üç dört ay içinde yüzlerce ölü ve yaralıya yol açan saldırıları üstlendi. İstanbul’da kilise, İran-Kirman ve Moskova’daki konser saldırıları gibi... Son olarak da geçenlerde Şampiyonlar Ligi çeyrek final karşılaşmalarının oynanacağı Madrid, Paris ve Londra’daki stadyumlara yönelik tehditlerde bulundu. Neyse ki boş çıktı ya da alınan önlemler caydırıcı oldu... Ama o endişenin havası bile Avrupa’da paniği tetiklemeye yetti. Bu arada DAEŞ denilince onu kullanan güç anlamında ilk akla gelen olağan şüpheli ABD’den de
Günlerdir İran’ın misillemesine İsrail’in karşılığı ne olacak diye konuşurken dün sabaha savaş haberleriyle uyandık. İsrail füzelerle topyekün İran’ı hatta aynı anda Irak ve Suriye’de de belli hedefleri vurdu denildi. Bu da İran’ın misillemesinde katkısı olan yapılar kim varsa onlara yönelik geniş bir konsepti olan saldırı demekti aynı zamanda. Bölgenin de ateş çemberine dönüşmesi elbette. Ama sonrasında ise füze değil, sınırlı bir mini dron saldırısı, hedefinde sadece İran-Isfahan’daki askeri üs olduğu ortaya çıktı. İran’da “küçük bir saldırı oldu püskürttük” dedi. İsrail ise genelde olduğu gibi anında üstlenmekten ziyade bu cılız saldırıyla “Bak ben de sana uyarı verdim” havasında. Hatta saldırının İsrail kaynaklı olduğunun doğrulaması dahi İsrail’den değil ABD’den geldi… Tabii dron’ların İran topraklarından havalandığı yolunda kafa karışıklığı yaratan bilgilerle. Dolayısıyla saldırıyaMOSSAD parmağı da dahil olmuş durumda...İran’ı, İran’dan vurma operasyonuyla...
***
Herkes
İsrail savaş kabinesi İran’a misilleme yapılması konusunda kararlı. “İran, İsrail devletinin stratejik kabiliyetlerine zarar vermek istedi. Bu daha önce olmamış bir şey” diyen Genelkurmay Başkan Halevi de İsrail topraklarına saldırmanın, füze, İHA yağdırmanın karşılığını İran’a vermek için komut bekliyor… Başta Netanyahu tüm İsrail yönetimi savaş tamtamları çalıyor yani. Netanyahu’ya oranla daha ılımlı, makul gibi duran İsrail Cumhurbaşkanı Herzog bile İngiliz televizyonuna yaptığı açıklamada ne dedi? İran’ın İsrail’e yönelik saldırısı “savaş ilanı”dır. Sonrasında da İsrail’in “barış yanlısı” olduğunu savunan Herzog, “İsrail’in kuruluşundan bu yana bu bölgede aradığı son şey savaşa gitmektir” sözleriyle nasıl savaşa zorlandıklarından yakındı! Çocuk, kadın demeden 35 bin insanı katlettikleri, taş üstünde taş bırakmadıkları Gazze konusunda da öncelikli meselenin esirlerin serbest bırakılması olduğunu dile getirerek “çok sayıda geçiş kapısı açtıklarını ve büyük miktarda
Savaş teorileri denildiğinde akla gelen ilk isimler, biri Uzakdoğu’nun ve klasik dönemlerin, diğeri Batı’nın ve modern dönemlerin temsilcisi olan iki büyük düşünür Sun Tzu ile Carl Von Clausewitz’dir. Gerek Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı”, gerekse Clausewitz’in “Savaş Üzerine“ adlı eserleri, savaş konusunda üzerinde en çok durulan, en fazla tartışılan ve daha da önemlisi, en çok dikkate alınıp, uygulanmaya çalışılan kitaplar olarak bilinir. Bu anlamda da iki düşünürün yaklaşımında, savaşın amacı, zafere giden yol, kullanılacak yöntemler gibi temel konularda farklılıklar vardır.
Komutan, filozof Sun Tzu’ya göre, mükemmellik her savaşta çarpışarak kazanmak değildir. En iyi strateji savaşmadan kazanmaktır. Savaş bir ülkenin ana sorunu, ölüm kalım yeri, var olma ya da yok olma yoludur; muhasebesiz olmaz. Bu muhasebe de yol, gök, yer, komutan ve kural olarak beş aşamadır. Yol, halkın yöneticisiyle aynı görüşe sahip olması anlamına gelmektedir. Halk ancak kendi isteğiyle hareket ederek,