Merkez Bankası nihayet geleneksel politika aracı olan faiz silahına başvurdu. Keskin faiz artışının sadece “referans faizi” olarak tanımlanan üst sınırda değil koridoru oluşturan tüm politika faiz oranlarında birden gerçekleşmesi politika değişikliğine “geçici” değil “kalıcı” bir özellik veriyor.
Yani Merkez mevcut ekonomik konjonktürün yakın zamanda ters bir hareket gerektireceğini düşünmüyor. Beklentilerin çok üzerinde gerçekleşen bu parasal sıkılaştırma kurun geri çekilmesinde etkili olacak.
Ekonomik büyüme kısa vadede olumsuz etkilenecek olmakla birlikte uzun vadeli etkiler çok daha olumlu olacaktır. Merkez Bankası’nın enflasyon hedefini tutturabilmek amacı ile atmış olduğu bu şahin adımı gerek “enflasyonla mücadeleyi ne kadar ciddiye aldığını” göstermesi gerekse “araç bağımsızlığı konusunda kafalarda oluşan soru işaretlerini temizlemesi” açısından çok yerinde buluyorum.”
Başbakan karşı
Başbakan Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası’nın PPK kararı öncesinde yaptığı açıklamada, “Faizlerin artırılmasına her zaman olduğu gibi bugün de karşıyım” dedi.
Erdoğan, şunları kaydetti: “Konuyla ilgili olarak ben herhangi bir açıklama yapmaya kalksam diyecekler ki Merkez Bankasına
Dünkü toplantısında politika faizlerini sabit tutan Merkez Bankası bu hareketi ile piyasaları sakinleştirmek ve zedelenen imajını tekrar kuvvetlendirmek adına önemli bir fırsatı kaçırdı. Merkez’in salt kuru zapt edebilmek amacı ile faizleri yükseltmesine ben de karşıyım. Ancak kurun ve beklenen Fed politikalarının enflasyon hedefi üzerinde yaratacağı tehdit göz önünde bulundurulduğunda dünkü kararın yeterli olmayacağını düşünüyorum.
Merkez bir süredir zoru başarmaya çalışıyor ve bir yandan üretimi artırırken öteki yandan tüketimi azaltmak amacı ile geleneksel olmayan değişik araçlar deniyor. Dünkü toplantıda da bu politikaların devamı geldi ve ek sıkılaştırma günlerinde uygulanacak bankalar arası piyasa faizleri 125 baz puan arttı. Bununla birlikte içinde bulunduğumuz karışık ortamda Merkez’in etkileri denenip ölçülmüş olan geleneksel politika faizini tercih etmesi kanımca daha doğru olurdu.
Merkez neden çekiniyor?
Merkez’in karşı karşıya olduğu önemli bir ikilem var. 2014 yılında büyümeyi tetikleyecek güçlü bir talep beklenmediği halde maliyet kaynaklı bir enflasyon tehdidi ile karşı karşıyayız. Para politikası ancak talep kaynaklı enflasyon baskısını kontrol
Geçtiğimiz cuma günü gelen ABD iş piyasası verileri kafaları karıştırdı. Kafa karışıklığının temel sebebi işsizlik oranında güçlü bir düşüş gözlendiği halde istihdam artışının beklenenin çok altında gelmesi. Bu ne demek?
Şekilde mavi çizgi 2003’ten bu yana ABD işsizlik oranını gösterirken (sol eksen), kırmızı çizgi iş gücü katılım oranını gösteriyor (sağ eksen). İş gücü katılım oranı bir ülke nüfusunun ne kadarının aktif olarak çalıştığını ya da iş aradığını gösteren bir rakam. Mesela Türkiye’de bu oran yüzde 50 civarında. Bu şu anlama geliyor: Nüfusumuzun sadece yarısı çalışıyor ya da iş arıyor. Diğer yarısı ise iş bile aramıyor. Peki kim bu iş aramayanlar? Ağırlıklı olarak ev kadınları, öğrenciler veya iş bulamayacağını düşündüğü için iş aramaktan vazgeçmiş küskün işsizler. Ülkede çalışabilecek nüfusun yarısının bu şekilde körelmesi kalkınmamızın önünde çok ciddi bir problem ama bugünün konusunu dağıtmayalım. Bunu başka bir yazıda tartışacağım.
ABD’de 1990’lardan son finansal krize kadar olan dönemde işgücü katılım oranı yüzde 66-67 aralığında dalgalandı. Finansal kriz sırasında ise yaşanan yoğun işten atılmalar bu oranı baş aşağı çevirdi (kırmızı çizgi). Yani işten
Döviz kurundaki yükseliş piyasa oyuncularını şaşırtmaya devam ederken biz akademisyenlere de bunun para politikası üzerindeki etkilerini tartışmak düşüyor. Dövizdeki yükseliş Türkiye için oldum olası bir kriz göstergesi olmuştur. Peki ne yapmalı? Kurun yüksek olması ihracatı ucuzlatıp ithalatı daha pahalı hale getireceğinden cari açık üzerinde küçültücü bir etkisi var. Kurdaki ideal noktanın ne olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey kurun henüz bir denge noktasına oturmamış olması ve bu hızlı yükselişin Merkez’i de rahatsız etmekte olduğu.
Yabancılar izliyor...
Kurdaki yükselmenin temel nedeni talebin arzı aşması. Bir yandan baş döndürücü bir hızla artan kura bakıp “daha da artar” diye düşünen yerli yatırımcılar içerideki döviz talebini artıyor. Öte yandan içerideki siyasi belirsizliğin alevlediği bir ülke riski söz konusu. Bu şu demek: Yabancı bir yatırımcının parasını Türkiye’ye getirmesi için daha yüksek bir faiz ödemek zorundayız. Aksi takdirde sermaye çıkışı hızlanarak devam eder. Fed’in çıkış adımlarının bundan sonra giderek daha da hızlanacağını varsayarsak yükselen 10 yıllık ABD tahvil faizleri de işimizi kolaylaştırmayacaktır.
Kurun sakinleşmesinin ön şartı
Son günlerdeki gelişmeler hepimizin başını döndürdü. Olan bitenin uzun vadeli etkilerini tahmin etmek biraz vakit alacağa benziyor. Ancak görünen o ki enflasyonda yukarı yönlü risklerde ciddi bir artış olacak. Neden mi?
1) Yeni yıla sigara, alkol, cep telefonu ve otomobil zamları ile girdik. Tüketimi caydırıp, tasarrufları canlandırması beklenen bu adım cari açık açısından olumlu. Enflasyonu arttırıcı etki ise kaçınılmaz.
2) ABD Merkez Bankası Fed geçen ay “çıkış” adımını attı. Yani 2014 boyunca Fed’in tahvil alımları yoluyla piyasaya sürdüğü para azalacak. Bu gelişmekte olan ülkelere giderek daha az para girişi anlamına geliyor ve kurda yukarı yönlü bir baskı yaratıyor.
3) Fed’in hareketi ile eşzamanlı patlak veren siyasi belirsizlikler kuru yukarı çekti.
Gerek (2) gerekse (3) numaralı sebepler kur üzerinden enflasyona olan geçişi göz önünde bulunduruyor.
Ne kadarlık bir artıştan bahsediyoruz? Merkez’den iki iktisatçının ekonomi notu kurda yüzde 10’luk kalıcı bir artışın bir yıl sonunda enflasyonda yüzde 1.5 ya da daha az bir etkisi olacağını gösteriyor.
Merkez Bankası 2014’teki para politikasını açıkladı. Başkan Erdem Başçı’dan aldığım notlar şöyle:
1) Koridor sistemini tekrar hatırlayacak olursak, Merkez’in bankalardan borç aldığı bir alt sınır (%3.5) ve bankalara borç verdiği üst sınır (%7.75) var. Piyasa yapıcı bankalar içinse daha düşük bir faiz (%6.75) mevcut. Bu faizlerin ortalarında yer alan haftalık repo faizi (%4.5) bu zamana kadar “politika faizi” olarak biliniyordu. Bundan sonraki dönemde “politika faizi” olarak tek bir faiz oranına değinilmeyecek. Üst sınır “referans faizi” olarak şu anda geçerli olan faizi temsil ederken haftalık repo faizi ve piyasa yapıcı bankalara tanınan faiz oranları hep beraber politika faizlerini temsil edecek.
Biraz karmaşık görünen bu sistemin piyasaların kafasını karıştırmadan nasıl çalışacağını hep beraber göreceğiz.
2) Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarı. Finansal istikrarı gözeten politikalar da fiyat istikrarı ile bütünleyici olacak şekilde ayarlanıyor. Bu nedenle Merkez kriz döneminde salt kuru düşürmeye yönelik bir politika izlemedi.
Çarşamba günü ABD Merkez Bankası Fed’in kriz döneminde uygulamakta olduğu para politikalarında bir dönüm noktasına şahit olduk. 2008 sonu itibariyle politika faizi sıfır alt sınırına dayanan Fed, Kasım 2008’den bu yana belirli aralıklarla tahvil alımları programları uygulamaktaydı. Halk arasında miktarsal genişleme (İngilizcesi “Quantitative Easing” ya da kısaca “QE”) olarak bilinen bu politikaların amacı uzun vadeli faizleri düşürerek ekonomik canlanmayı sağlamaktı. Uzun süredir devam eden bu politikalar neticesinde Fed’in bilançosu kriz döneminde yaklaşık 4.5 kat artarken piyasaya pompalanan paranın balon yaratacağı endişeleri telaffuz edilmeye başlanmıştı.
Fed başkanı Bernanke’nin mayıs sonunda vermiş olduğu ilk çıkış sinyalinden sonra piyasalar bütün yaz Fed’in tahvil alımlarını ne zaman azaltmaya başlayacağını konuştular. Beklenen nihayet oldu ve Fed tahvil alımlarını sembolik de denebilecek 10 milyar dolarlık bir azaltımla ayda 75 milyar dolara düşürdü. Peki bundan sonra hayatımızda ne değişecek?
Uzun süredir beklenmekte olan Fed kararının piyasalarda psikolojik bir rahatlama yaratması ötesinde fazla bir etkisi olacağını zannetmiyorum. Çünkü Fed bir taraftan tahvil
Pazar günü CHP’nin düzenlediği “Küreselleşme çağında büyüme, gelir dağılımı ve ekonomik politika” konulu uluslararası çalıştaya katıldım. Çalıştayı gerek organizasyon, gerek çağırılan konuşmacılar, gerekse tartışılan konuların seçimi ve tartışmaların kalitesi açısından değerlendirdiğimde çok başarılı buldum. Yakın ve orta vadede Türkiye’yi bekleyen sorunlar ve bu sorunlara getirilebilecek çözümler canlı bir ortamda tartışıldı. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat katılımı CHP’nin bu işe verdiği önemi gösterirken, çalıştayın moderatörlüğünü üstlenen Kemal Derviş gibi bir isim tartışmaların verimliliğini tepeye taşıyan bir faktördü.
CHP’nin önümüzdeki dönemde belirleyeceği ekonomi politikalarını geliştirmek amacı ile düzenlenen çalıştay Dünya Ekonomisi, Avrupa ve Sosyal-Mali politikaların tartışıldığı üç ana oturumdan oluşuyordu. Çalıştayda beni en çok etkileyen unsur katılımcıların seçimine gösterilmiş özen ve her katılımcının kendi uzmanlık alanında görüşlerini bildirmesine imkan sağlayan demokratik ve bilimsel tartışma ortamıydı. Bir parti çalıştayından ziyade akademik bir konferansı andıran derin konular Derviş’in tecrübeli rehberliğinde etkin bir şekilde tartışıldı