Pazar günü CHP’nin düzenlediği “Küreselleşme çağında büyüme, gelir dağılımı ve ekonomik politika” konulu uluslararası çalıştaya katıldım. Çalıştayı gerek organizasyon, gerek çağırılan konuşmacılar, gerekse tartışılan konuların seçimi ve tartışmaların kalitesi açısından değerlendirdiğimde çok başarılı buldum. Yakın ve orta vadede Türkiye’yi bekleyen sorunlar ve bu sorunlara getirilebilecek çözümler canlı bir ortamda tartışıldı. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat katılımı CHP’nin bu işe verdiği önemi gösterirken, çalıştayın moderatörlüğünü üstlenen Kemal Derviş gibi bir isim tartışmaların verimliliğini tepeye taşıyan bir faktördü.
CHP’nin önümüzdeki dönemde belirleyeceği ekonomi politikalarını geliştirmek amacı ile düzenlenen çalıştay Dünya Ekonomisi, Avrupa ve Sosyal-Mali politikaların tartışıldığı üç ana oturumdan oluşuyordu. Çalıştayda beni en çok etkileyen unsur katılımcıların seçimine gösterilmiş özen ve her katılımcının kendi uzmanlık alanında görüşlerini bildirmesine imkan sağlayan demokratik ve bilimsel tartışma ortamıydı. Bir parti çalıştayından ziyade akademik bir konferansı andıran derin konular Derviş’in tecrübeli rehberliğinde etkin bir şekilde tartışıldı ve herkesin anlayabileceği bir dille aktarıldı. Çalıştay geneline hakim olan “kim neyi yapmadı?” havasından ziyade “amaçlarımız neler olmalı ve o amaçlara nasıl ulaşabiliriz?” atmosferi CHP’nin yapıcı bir perspektif benimsediğine işaret ediyordu.
Cari açık tehlikesi
Tartışmalarda uzun bir bölüm 2014 yılına yüksek bir cari açıkla girecek olan Türkiye’yi önümüzdeki dönemde bekleyen risklere ve Türkiye’nin kırılganlıklarını azaltmak için uygulanması gereken politikalara ayrıldı. Özellikle geçici politikalar yerine yapısal reformlarla sağlanması gereken uzun vadeli dönüşümlerin gerekliliği vurgulandı. Peki para politikasına düşen görev ne? Çalıştaydaki fikir alışverişleri ışığında bu konudaki görüşlerimi şöyle özetleyebilirim:
Cari açığın önemli bir nedeni tasarrufların düşük oluşu. Tasarrufların az olmasında bir sebep ise enflasyona yönelik belirsizlikler. Bu nedenle önce Merkez’in enflasyon hedeflerini tutturabilir noktaya gelmesi ve bu konuda istikrar sağlanması gerek. İçinde bulunduğumuz noktada enflasyon oranının hedefi aştığını ve bunun son birkaç senedir böyle olduğunu düşünürsek Merkez’in sıkı para politikası uygulaması ve politika faizini yüksek tutması kısa vadede gerekli görünüyor. Çünkü Merkez’in de son tutanaklarda vurguladığı gibi kuru düşürmek enflasyonu düşürmenin ön şartı gibi görünüyor.
Peki yüksek faiz politikası sıcak parayı içeri çekip tekrar cari açığı tetiklerse başladığımız noktaya geri gelmiş olmaz mıyız? Yani bir yandan tasarrufları artırmak amacı ile kuru ve enflasyonu düşürmek için faiz artırırken öte yandan bu yüksek faizle yabancı sermeye akımlarını hızlandırıp cari açığı artırmaz mıyız? Bu noktada faiz artışının cari açık üzerinde yaratacağı artıları ve eksileri tartıp ona göre bir adım atılması gerekiyor. Atılacak bu adımın zor bir adım olduğunu hatırlatmaya sanırım gerek yok. Benim görüşüm önceliğin enflasyon hedefini tutturmaya verilmesi şeklinde. Çünkü ancak bu şekilde makroekonomik ve finansal istikrarı sağlayıp uzun vadeli dış yatırımları yurda çekebiliriz. Evet enflasyon hedefini tutturmak için gerekli olan sıkı para politikası cari açığı daha da kötüleştirebilir. İşte bu nedenle Merkez’in şu anda uygulamakta olduğu koridor sistemi bir ara yol bulmaya çalışması açısından takdir edilmeli.
Bir taşla iki kuş...
Yukarıdaki tartışmadan bir sonuç ortaya çıkıyor: Para politikasını kullanarak hem enflasyonu hem de cari açığı düşürmemiz mümkün değil. Bir taşla iki kuşu vuramadığımız gibi işin doğası gereği ilk kuşu vurabilmek için ikinci kuşun kaçmasına izin vermemiz gerekiyor. Peki o zaman cari açığı nasıl düşüreceğiz? Bu iş hükümetin uygulayacağı yapısal reformlara ve maliye politikasına düşüyor. Çalıştaydan edindiğim izlenim CHP’nin bu problemin ve sorumluluğunun bilincinde olduğu şeklindeydi.