Son beş yılda çıkan müzikler hariç bütün müzikler sektöründe “katalog” tanımıyla anılır. Teknik bir tanım. Yani katalog, bugün dinlenen ve sevilen az sayıda şarkı dışında bütün müzik tarihi demek aslında ve elbette kataloglar hazinelerle dolu.
Bu hazineleri günümüzle anlamlı bir şekilde buluşturmak, güncel bağlamlara eklemlemek ustalık isteyen bir konu ve günümüzde bu işi yapan profesyoneller var. Yani eski şarkıları günümüze, anlamlı olabilecek şekilde eklemlemek bir meslek.
Bu mesleğin neler başarabileceğine en yakın örnek “Stranger Things” dizisi. Bu dizide kullanılan Kate Bush’un 1985 tarihli “Running Up That Hill”i hızla bir numaraya çıktı. Aynı şekilde Metallica’nın 1986 tarihli Master of Puppets’ı yıllar sonra sıçrayış yaptı.
Doğru şartlar oluştuğunda eski diye bir şey yoktur, iyi şarkı vardır. Aslında eskiye rağbeti de bu şekilde açıklayabiliriz. Yani eskiye değil, iyiye rağbet.
İnternetin getirdiği dağıtım özgürlüğü müziği dünyanın
İstiklal Caddesi, Büyükparmakkapı Sokak’taki Pandora Kitabevi’nin zamlanan kirasını karşılayamayacağı için kapanacağı haberi bir süredir gündemde. Son 15 yılda irili ufaklı, zincir ya da butik 15-20 kitapçı kapandı bu caddede. Bu durumun ekonomik sıkıntıyı göstermesi dışında (son bir yılda kira artışlarından etkilenmeyen birini gösterin bana) başka bir anlamı da var elbette.
90’larda, kafelerden, barlardan önce kitapçılarla başlayan ve 2000’leri şekillendirmiş bir kültürel devrimin sonuna iyice gelinmiş oluyor her kapısına kilit vuran kitapçıyla.
90’lı yılların yarısını üniversite öğrencisi olarak geçiren ve öğrenciliği okuldan çok Beyoğlu’nda yaşamış biri olarak kitapçıların nasıl kurtarılmış bölgeler, buluşma alanları olduğunu iyi bilenlerdenim. Bu kitapçılarda ve sonraları açılan kafelerinde geçerdi hayatımız. Buralarda insanlarla tanıştık, buralarda tartıştık, fikir alışverişinde bulunduk. Buralarda yeni şeyler öğrendik, buralarda hayaller kurduk. Buralarda buluştuk, buralarda birbirimizi sevdik ya da
Bu yazın hit şarkıları iki hafta önceye kadar neredeyse sadece Sefo tarafından bestelenen üç-dört şarkıdan ibaretti. Sanırım popçular durumun farkına vardı. Hadise, Murda ile pop rap ortaklığı yaparak oyunda varım, dedi. Yalın bu hafta “Bu Yaz o Yaz” ile yola çıktı. Mabel Matiz “Karakol” ile zirveleri yokladı. Buray “Girdap” ile kendini hatırlattı. Ama maalesef bu şarkılardan hiçbiri rap ya da arabesk şarkıları kadar dinlenmiyor. Türkiye’de 2022 yazının en popüler şarkıları ya rap ya da arabesk arasından çıkıyor. Ceceli, Semicenk şarkısı “Dayan” neşeli arabesk türünde bir şarkı. Burak Bulut, Kurtuluş Kuş, Feryal Sepin’in “Karalaya Karalaya” adllı şarkısı, aynı ekibin Ceceli ve İrem Derici ile yaptığı “Rastgele”, Semicenk’in bu hafta Ziynet Sali ve İlkan Günüç ile yaptığı “Bozulmuş Kalbim”, hepsi arabesk. Daha da bir 10 tane sayarım. Son aylarda yayınlanan ama hepsi arabesk olan şarkılar. İşin gerçeği popçular bir-iki istisna hariç ya rapçilerle ya da
Geçen hafta konsere gittim. Kapı açılış 18:30. İlk grup 19:00. İkinci grup 20:00, üçüncü grup 21:00. 22:00’de herkes sokaktaydı. Evli evine köylü köyüne.
Her grup 30 ila 45 dakika arasında çaldı. Mükemmeldi. Kararında yenen bir yemek, ya da usulünce içilen içki gibi her şey yerli yerindeydi. Üstelik gecenin kalan kısmı bana kalmıştı.
Önce şöyle düşündüm, metal grupları o yüzden kısa çalmak zorundalar, yoksa ne grupta hal kalıyor ne seyircide. Sonra düşününce aslında aşağı yukarı bütün konserlerin daha kısa olabileceğini fark ettim.
Neden herhangi bir konser 45 dakikadan uzun olsun ki? Grup açısından düşünelim. Sen 2-3 saat sahnede kalıp insanları gece boyu eylemek zorunda değilsin ki birader. Sana da yazık. Sen sanatını icra edecek, en vurucu şarkılarını seçecek ve ustaca sıralayarak art arda çalacaksın. Yarattığın atmosfer hem seni alıp başka bir yere götürecek, hem de seyircin her şarkıda hak ettiğin tepkiyi verecek. Çünkü bir ya da iki iyi şarkı
Camden meydanında metrodan çıkınca sola dönün. Bir daha dönün. Karşınızda World’s End diye bir pub çıkar. Burası rock’ın merkez üssü Camden’ın kalbindeki en popüler rock pub’ı. İki girişinden daha genişçe olanının hemen bitişiğinde üzerinde “Underworld” yazan bir kapı var. “Yeraltı” demek ve hem müzik, hem kültür bakımından hem de konum olarak gerçekten de yerin altında olması bakımından isim süper isabetli. The World’s End’in yani Dünyanın Sonu’nun altı burası. Tarif çok şık.
Mekânın girişi normal pub gibi. Yeraltı pub’ı. Az ilerleyin, sağda bir bar, ardından devam edince büyükçe bir alan var. Biraz daha yüksek tavanlı bir yer. Bir başka bar, masalar sandalyeler ve bir iki basamakla inilen orta halli bir konser mekânı. Atmosfer olarak eski Mojo’ya (o da yerin altıydı hatırlarsanız), büyüklük olarak da eski Babylon’un, şimdiki Blind’ın alanına benziyor. Ama çok daha basık olanı. Underworld metal âleminin dünya çapındaki
Murda ve Hadise, Latin bir şarkıyla ilk kez bir araya geldi bu hafta. Biri Belçikalı diğeri Hollandalı iki Türk’ten gelen düet “İmdat” her yönüyle Murda’nın etkisi altında ve onun yakın ekibinin eseri. Daha önce pek çok hit şarkıda çalıştığı Spanker beat’leri üstleniyor. Şarkı da zaten Murda World etiketiyle yayınlandı. Ama anlaşılan o ki bu defa drill, trap, reggaeton değil daha pop bir Latin müzik üzerinde karar kılınmış. Sanırım Hadise’nin etkisi bu da. Yani bir rap şarkısında renk olmak yerine Murda’yı da kolundan tutup pop alemlerine çekmiş Hadise. Bu zaten Murda için çok da alışılmadık bir hareket değil. Murda en iyi bildiği sokak hikâyeleri ve hip hop kültüründen başka pop dinleyicisine de ulaşmak ve tanınırlığını artırmak için düetlere girişmişti daha önce. Kariyeri hem Zeynep Bastık, Hadise gibi pop düetler, hem de Bartofso gibi rap/drill aleminden isimlerle gerçekleşen ortak işlerle iki yönlü olarak devam ediyor. Ben en çok Ezhel ile olan işlerini özlüyorum. Bakalım yeni iş
"Kendi çocuğum sözümü dinlemiyor ama başka bütün çocuklar sözümü dinliyor" demişti zamanında bir öğretmen. Çok doğru söylemiş meğerse.
Geçen hafta kızımın sınıfıyla yarım günlük bir okul gezisine katıldım. Gönüllü veliler isteniyordu, hiçbir etkinlikte gönüllü olmadığımı fark ettim ve “Ben gelirim” diye yanıt verdim Whatsapp grubundaki soruya. Sonra da aldı beni düşünceler. 30 çocuğa nasıl hâkim olurum? Ya yola atlarlarsa, ya koşarak kaçarlarsa, ya birdenbire kusmaya ya da çişim geldi diye tepinmeye başlarlarsa ne olacak?
Sözümü dinlemezlerse nasıl ikna edeceğim: Lütfen diyerek mi yoksa hafif kızarak mı?
Tamam, başka veliler de var gönüllü, birbirimize yardım ederiz ama benim genellikle kendi çocuğum hariç başka çocuklarla aram pek iyi değil zaten. Hatta kendi çocuğumla aramın iyi olduğu da bir şehir efsanesi. Yani bence iyi ama çocuğuma sorsanız belki başka şeyler anlatır.
Zihinsel olarak bu geziye hazırlanıp, acaba “Son hafta önemli
‘Dünyada yüzlerce festival var. Biliyorum çünkü neredeyse hepsinde çaldım. İşin komiği, dünyada adını hak eden sadece bir festival var.
Glastonbory Noel’den daha önemlidir. Glastonbury yeni yıl kutlamasından daha eğlencelidir. Glastonbury zor olabilir. Glastonbury sihirli de olabilir. Hava? Hava kimin umurunda? Tanıdığım kimsenin değil.
Müzik? Müzik kimin umurunda? Tanıdığım kimsenin değil. Festivalde kimler çalıyor? Kimin umurunda? Kimsenin.
Konu hippiler, liberaller, barış, sevgi ya da politika değil. Bunların hepsi zaman zaman festivali ele geçirmeye çalışır o ayrı. Glastonbury sen ne olmasını istersen odur. Glastonbury hayatını değiştirir. Eğer değiştirmiyorsa sana tavsiyem, git kendine bir hayat bul.’
İmza Noel Gallagher. Şu ana kadar rast geldiğim en iyi festival tanımı bu. Hafta sonu 200 bin kişi Glastonbury’deydi. Nedir, nasıldır, ne yapıyorlar diye soranlar, merak edenler işte Noel reisin bu satırlarından belki bir anlam çıkarabilir. Kimler mi vardı bu yıl? Kimin umurunda ki?
Bir sürü festivale gittim ama Glastonbury’ye hâlâ gidemedim. Her sene