İstiklal Caddesi, Büyükparmakkapı Sokak’taki Pandora Kitabevi’nin zamlanan kirasını karşılayamayacağı için kapanacağı haberi bir süredir gündemde. Son 15 yılda irili ufaklı, zincir ya da butik 15-20 kitapçı kapandı bu caddede. Bu durumun ekonomik sıkıntıyı göstermesi dışında (son bir yılda kira artışlarından etkilenmeyen birini gösterin bana) başka bir anlamı da var elbette.
90’larda, kafelerden, barlardan önce kitapçılarla başlayan ve 2000’leri şekillendirmiş bir kültürel devrimin sonuna iyice gelinmiş oluyor her kapısına kilit vuran kitapçıyla.
90’lı yılların yarısını üniversite öğrencisi olarak geçiren ve öğrenciliği okuldan çok Beyoğlu’nda yaşamış biri olarak kitapçıların nasıl kurtarılmış bölgeler, buluşma alanları olduğunu iyi bilenlerdenim. Bu kitapçılarda ve sonraları açılan kafelerinde geçerdi hayatımız. Buralarda insanlarla tanıştık, buralarda tartıştık, fikir alışverişinde bulunduk. Buralarda yeni şeyler öğrendik, buralarda hayaller kurduk. Buralarda buluştuk, buralarda birbirimizi sevdik ya da nefret ettik. Şimdi İstiklal’de manzara farklı. Ne o insanlar var ne de mekânlar.
Amacım nostalji dalgası yaratmak değil. Kitaplarla ilgili gerçeklere bakmak istiyorum. Çok da ahlanıp vahlanacak bir durum yok. Kitapçılar yok olmuyorlar, sadece İstiklal’den artık kaçıyorlar. Pandora’nın mesela Nişantaşı’nda, Koç Üniversitesi içinde şubeleri bulunuyor. Ayrıca internetten kitap satışları da devam edecek. Kitabevleri taşınıyor, yer değiştiriyor ama kitap okuyan sayısında ve kitap satışlarında azalma yok. Satışların zaten büyük çoğunluğu internetten sipariş şeklinde gerçekleşiyor. Kimse yolu düşmedikçe artık sokağa çıkıp, yaşadığı uydu kentten çıkıp, İstiklal’e gelip kitap bakmaz. Öğrenciler dâhil.
İstiklal artık bir kitabevi için doğru yer değil. Çünkü kitap alan, rafları karıştıracak, yeni çıkanları merak etmek yanında derin araştırmalara, aramalara girecek, eskiden basılmış kitapları da arayıp soracak kitleler oralarda değiller. Genellikle artık internetteler. Son zamlarla zaten herkesin güneye taşındığını da hesaba katarsak, mevcut durum daha iyi anlaşılabilir.
Dünyada neler olup bitiyor diye baktığımızdaysa, kitabın hiç gerilemediğini görüyoruz. Özellikle basılı kitap hep gözde. Pandemi döneminde eve kapanma sebebiyle e-kitap satışlarında bir artış yaşanmış görünüyor. Ancak bu kalıcı olmamış. 2022’de yayımlanan ve 2021’e kadar olan dönemi yansıtan araştırmalarda, basılı kitabın dijitalden katbekat fazla sattığı ortada. Birleşik Krallık’ta 257 milyon basılı kitaba karşılık 93 milyon e-kitap satılmış.
ABD’deki araştırma oradaki tüketicinin yüzde 37’sinin sadece kâğıt baskı aldığını gösteriyor. Yüzde 28’i hem e-kitap hem kâğıt alıyorum diyor. Sadece e-kitap alıyorum diyenlerin oranı yüzde 7. ABD’de 2021 yılına ait bu oranlar kâğıdın bir zamanlar tahmin edildiği gibi ölmediğini, olduğu gibi durduğunu hatta gümbür gümbür geri geldiğini gösteriyor.
Türkiye’de Yayıncılar Birliği 2021 raporuna göre, dijital kitapların genel pazara oranı yüzde 7 civarında. Yani Türkiye’de de rakamlar dünyadaki trendlerle benzer bir durumu işaret ediyor. Kâğıt baskının öldüğü yok. Toplam bandrol sayısından hareketle, 438 milyon kitap basıldığı belirtiliyor raporda. Milli Eğitim’in bastırdığı 200 milyon civarı kitap hariç.
Kitap satışları artarken kitabevlerinin kapanmasının nedeni okur sayısındaki azalma değil. Aksine, sayı hep artıyor. Her yıl daha fazla kitap basılıyor, daha fazla yeni kitap çıkıyor. Kitabevlerinin kapanması sadece İstiklal’in ve şehrin değiştiğini işaret ediyor. Keşke kapanmasalardı. Keşke bu kadar değişmeseydi İstiklal. Londra mesela inanılmaz dinamik ama İstanbul’a göre daha ağır değişen bir şehir. Bazı köklü kitabevleri hâlâ yerli yerinde o yüzden. Türkiye ise neredeyse her beş yılda bir tanınmaz hale geliyor. Kitap okumaya devam. Buluşup tartışacak yeni yerler bulmak lazım ama…