Geçen hafta konsere gittim. Kapı açılış 18:30. İlk grup 19:00. İkinci grup 20:00, üçüncü grup 21:00. 22:00’de herkes sokaktaydı. Evli evine köylü köyüne.
Her grup 30 ila 45 dakika arasında çaldı. Mükemmeldi. Kararında yenen bir yemek, ya da usulünce içilen içki gibi her şey yerli yerindeydi. Üstelik gecenin kalan kısmı bana kalmıştı.
Önce şöyle düşündüm, metal grupları o yüzden kısa çalmak zorundalar, yoksa ne grupta hal kalıyor ne seyircide. Sonra düşününce aslında aşağı yukarı bütün konserlerin daha kısa olabileceğini fark ettim.
Neden herhangi bir konser 45 dakikadan uzun olsun ki? Grup açısından düşünelim. Sen 2-3 saat sahnede kalıp insanları gece boyu eylemek zorunda değilsin ki birader. Sana da yazık. Sen sanatını icra edecek, en vurucu şarkılarını seçecek ve ustaca sıralayarak art arda çalacaksın. Yarattığın atmosfer hem seni alıp başka bir yere götürecek, hem de seyircin her şarkıda hak ettiğin tepkiyi verecek. Çünkü bir ya da iki iyi şarkı için saatlerce senin “eh işte” şarkılarını dinlemek zorunda kalmayacaklar. Zaten sen de bu düzende “eh işte” şarkı yapmamış, çalmamış olacaksın. Top yekûn bir kalite yükselmesi söz konusu. Oysa durum öyle mi?
Üç saat sahnede kalan grup var. Arkadaş hangi insan evladı üç saat boyunca aynı derecede motive kalabilir? Hangi seyirci aynı enerji seviyesinde olabilir bu kadar uzun bir süre boyunca? Üstelik günümüz dünyasında. Ortalama albüm süresinin 30 dakikalara indiği bir dünyada konser neden 3 saat? Şarkılar artık 1-2 dakikadan biraz uzun. Bunun bir nedeni var. Sen de biliyorsun ki daha uzun olunca dinlemiyor genç kuşak çünkü önlerinde on tane ekran var. Kafa karışık, dağınık.
Pink Floyd’un 1972 tarihli efsane Pompei konseri 1 saat 32 dakikada bitiyor. Bundan daha üst bir mertebe var mı? Sen kimsin ki affedersin, Pink Floyd olmadan 2-3 saat konser veriyorsun?
Açıkçası ben 45 dakikadan uzun konser taraftarı değilim. Gidip gördüğüm konserlerde ortalama kalma sürem de bu zaten. Mekân sahipleri geceyi dolduracak diye grupları bu şekilde harcamasın. Gerekirse üç dört grup koysunlar böylece herkesin sesini duyurma şansı olsun. Londra pub’larında durum bu ve gayet güzel yıllardır uygulanıyor. Ters bir durum olsa buradan dünyanın en iyi grupları, sanatçıları çıkmazdı. Ayrıca erken başlayıp erken biten konser İngiltere’de gördüm ki hayatın bir gerçeği. Bir nedeni mantığı var. Bu şekilde ertesi sabah işine gidecek insanlar da konser izleyebiliyor. Sadece, öğlene kadar uyuyacak tayfa değil. Bu da seyirci sayısını olumlu etkileyecek bir unsurdur. Müzik neden 12’de bitiyor? Ayrı mesele, hepimiz savunuruz. Gürültü mürültü adı altında müzik yasaklayanın karşısında oluruz. Ama başka meseleleri de rahat rahat konuşabilelim, saate takılıp kalmayalım.
Kitap okumanın psikolojik üstünlüğü
Tatilde köşesine çekilmiş kitap okuyan birine kimse ilişmez. Kitap okuyanın her türlü odaklanmaya, soyutlanmaya doğal hakkı var. Ama telefonunu karıştıran birine, tabletten film izleyene dergi okuyana istediğiniz gibi yaklaşabilirsiniz. Neticede telefon karıştırmak, tablete bakmak saygın bir şey değil.
Trende, otobüste, metroda kitap okuyanlar kadar önündeki ekrandan film seyredenlere de rastlıyoruz. Stream platformları sağ olsun en popülerinden en nişine her tür film telefona tablete girebildi. Kulaklıkları da taktın mı mesela metrobüste işe giderken neden bir Claude Sautet filmi izlemeyesin güzel güzel. Ama ne yaparsanız yapın kıytırık içerikli bir kitap bile, Claude Sautet filminden daha büyük saygı görür. Çünkü elinizde bir tablet var. Ve bir sürü insan zamanımızı ekran karşısında geçirmemizin ne kadar kötü olduğunu söyleyip duruyor.
Tablet, telefon değil kitap medeniyet göstergesi olarak kabul ediliyor. Avrupa şehirlerine bir iki günlüğüne sözde lokal kafe ve yerel insan keşfetmeye giden ama aynı turist tuzaklarında dönüp dolaşan biz Türklerin paylaşmayı en sevdiği görsellerden biri kitap okuyanların fotoğrafını çekip altına “darısı bizim başımıza yazmak” değil mi? Ama tablet telefon çeken görmedim, “Bakın ne kadar medeni millet herkes elindeki telefona bakıyor” diye. İyi de arkadaşım acaba o kitap ne kitabı? İçerik nedir?
Bunları neden yazıyorum bilmiyorum. Sadece şeytanın avukatı olmayı sevdiğim için mi? Belki. Kitap okumayı o kadar seviyorum ve o kadar büyük bir kültürel ve psikolojik üstünlük sağlıyor ki insana durduk yere bunu sorgulamadan edemiyorum. İlla başka açıdan bakacağız, illa karşı kıyıyla empati kuracağız. Bizi de böyle eğitmişler. Bana ne ya deyip geçemiyorum kitap okurken bile huzursuzluk.
Halbuki ben de biliyorum ekrancılık bayağı demode ve sıkıcı. Hele ki Kindle falan bana göre ‘teknolojik yanlışlara giriş’ dersinde okutulacak konu. Kitap okumanın verdiği dokunulmazlık hissiyle kendini dünyadan soyutlamak gibisi yok. Bayrama kavimler göçünde yara almadan başarıyla gideceğiniz tatil beldesine ulaştıysanız eğer şimdi uzanın bir gölgeye, açın kitabı ve bunu size verdiği hafif abartılmış psikolojik üstünlüğün tadını çıkarın. En önemlisi kafa dinleyin çünkü kimse size dokunmayacak. Kitap okurken yılan bile dokunmaz. Belki bomboş bir kişisel gelişim kitabı ya da filanca holding sahibinin tırt denemelerini okuyorsunuz ama olsun. Kimse sorun etmeyecek. Biz insanlar nasıl olsa her zaman içerikten çok formata önem veririz.
Galiba hızımı alamayıp gelecek yazıda baltayla çok sevdiğim plaklarıma ve plakçılığa girişeceğim bu gidişle. Evet biliyorum bu bir ruh hastalığı.