İstanbul ve Ankara; Türkiye’nin bundan sonraki yıllarda nasıl yönetileceğini belirleyecek iki kent.
2014 Mart yerel seçimleriyle 2014 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimleri arasındaki stratejik bağlantı noktaları.
İçeride Gezi Parkı, dışarıda Mısır askeri darbesinden sonra çalkalanan siyasi dengeler içinde, kritik önem kazanan bu kentlerde, muhalefet seçim kazanabilir mi?
Muhalefet ne yapmalı?
İstanbul: Küresel kent
İstanbul: İçinde barındırdığı farklı İstanbulların bileşimi bir “metropol”.
Siyaset, gelecek yıl yapılacak yerel yönetim ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine kitlenmeye başladı.
Mart 2014 yerel yönetim seçimlerinin önemi, Ağustos 2014’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileyecek olmasından geliyor.
İki seçim arasındaki yaklaşık beş ay, siyasi manevra yapabilmek için çok kısa.
Belki de bu nedenle, AK Parti, yerel yönetim seçimlerini Kasım 2013’e almak istedi. Fakat bu istek, AK Parti içinden de gelen “Hayır” oylarıyla gerçekleşmedi.
Yerel yönetim seçimleri, özellikle de, başta İstanbul ve Ankara gibi kritik kentlerde yapılacak seçimler, çok önem kazandı.
Sorulan sorular şunlar;
1994’ten bugüne bu kentleri yöneten AK Parti seçimleri kaybedebilir mi?
13 Kasım 2002’de AK Parti’nin Türkiye’yi yönetme deneyimi başladı.
Bugüne kadar, bu deneyim, “güçlü hükümet-zayıf muhalefet denklemi”nde devam etti.
AK Parti girdiği tüm seçimleri kazandı. 2002’de %34 ile başlayan süreç, bugün, %50 oyu olan bir tek parti ya da “egemen parti” konumu yarattı. Bu konumunu AK Parti, seçim kazanarak elde etti.
Bu nedenle de, “demokrasi=sandık”, “halk her zaman doğrudur”, “çoğunluk-azınlık ilişkisi” referansları, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, AK Parti tarafından sıklıkla kullanılıyor.
Türkiye’nin dönüşümü AK Parti’nin seçim kazanmasını sağladı. Seçim kazanma AK Parti’yi egemen parti yaptı. Türkiye’de, “güçlü tek parti yönetimi” pekişti.
Muhalefet giderek zayıfladı. Zayıf muhalefet olgusu ve sorunu, AK Parti deneyiminin önemli boyutlarından biri oldu.
AK Parti, her ne kadar muhalefet partileriyle söz düellosuna girişse de, bu süreç içinde, başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerinin kendisine rakip olmadığını biliyordu.
7 Ekim 1978; Ankara, Bahçelievler semtinde bir evde, yedi Türkiye İşçi Partili genç oturuyorlardı. Biraz sonra vahşice katledileceklerinden haberleri yoktu. Evleri basıldı. Hepsi öldürüldü. Gencecik insanlara katiller gözlerini kırpmadan kıydılar. Boğulmuş cesetleri bulundu. Katillerine bir şey olmadı.
1 Şubat 1979; işinden çıkmış evine geliyordu. Pusu kurmuşlardı. Arabası durunca, yaklaştılar, kurşun yağmuruna tutuldu. Abdi İpekçi öldürülmüştü. Bir cana kıyılmış, 1980 darbesi süreci başlatılmıştı. Arkasında gözü yaşlı ailesini ve insanları bıraktı.
24 Ocak 1993; sabah evinden çıktı. Son kez çocuklarına ve eşine baktığını bilmiyordu. Arabasına bindi. Çalıştırdı. Bomba büyük bir gürültüyle patladı. Uğur Mumcu öldürülmüştü. Parçalanmış bedeni tüm Türkiye’yi ağlattı. Türkiye, bu cinayetle büyük bir istikrarsızlığa itildi. Suikastlar devam etti. İnsanlar hunharca öldürüldüler.
Daha nice suikastlar, siyasi cinayetler, faili mehuller, bombalamalar, katliamlar... Maraş, Çorum, Madımak; ölümlerini bekleyen insanlar; çocuklar, kadınlar, yaşlılar...
Kürtler, Aleviler, kadınlar, başörtülüler, gençler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, eşcinseller, farklı olanlar; öldürüldüler,
Çözüm süreci nereye gidiyor? Demokratik reformu içeren “ikinci aşama”ya geçilebilecek mi?
Yoksa hala ilk aşamada mıyız?
PKK’nın Kandil’deki üst yöneticilerinin değişimi ne anlama geliyor?
Niye bu sorular? Çünkü, çözüm sürecine güçlü toplumsal destek olmakla birlikte, sürecin ilerlediği ve başarıya ulaşacağı üzerine de giderek artan şüpheler var.
Niye artan şüpheler?
Çözüm sürecinin ne olduğunu bir kere daha hatırlayalım.
Türkiye’nin, son yıllarda Suriye, İran, Irak merkezi hükümeti ve İsrail’le yaşadığı sorunlar, aktif dış politikasının sorgulanmasına neden oldu.
Şüpheler sorularla dile getirilmeye başlandı:
Acaba, giderek artan sayıda komşularla yaşanan sorunlar, “komşularla sıfır sorun ilkesi”ni geçersiz mi kılıyor du?
Dahası, son on yıldır çok önemli ve değerli görülen “Türkiye modeli” etkisini yitiriyor muydu?
Suriye krizinde, Esad rejiminin gitmesine odaklanmış Türkiye’nin aktif dış politikası, Esad direndikçe, manevra alanını kaybediyor ve etki kapasitesini yitiriyordu.
Suriye rejimini güçlü olarak destekleyen İran ile ilişkiler bozuluyor, bunu Türkiye-Irak merkezi hükümeti arasındaki ilişkiler izliyordu.
Böylece, İsrail ile bozulan ilişkilere, Suriye, İran ve Irak ekleniyordu.
Gezi Parkı protestolarına Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükümetinin yanıtı, bir taraftan, çok sert tepki göstermek, diğer taraftan da, “ben hala çok güçlüyüm” mesajını veren büyük mitingler düzenlemek şeklinde oldu.
Yapılan mitingler büyük güç gösterileriydi. Başbakan, sert ve tepkici söylemini büyük kalabalıklarla paylaşıyordu.
Bu manevrayla, belki, Başbakan, kendi bahçesinde gücünü sergiliyordu ama, hep vurguladığımız gibi, bu tercih, yapılması ve olması gereken değildi.
Kendi bahçesinde güç sergilemek, zaten kutuplaşmış Türkiye’yi daha da kutuplaştırıyor ve cepheleştiriyordu.
Dışarıya, komşulara kapanan bahçe kapıları, toplumsal güveni sıfır noktasına indiriyordu.
Türkiye cepheleşiyor, hiç istemediğimiz “dost-düşman ayırımına dönük” bir siyaset anlayışı kendini göstermeye başlıyordu.
Dahası, Türkiye, mitinglerle, hızla ve erkenden seçim sürecine sokuluyordu.
Mısır’da 3 Temmuz günü, bizim 27 Mayıs darbesine benzer bir darbe oldu.
Darbe, Mısır’ı büyük bir istikrarsızlığa ve belirsizliğe itti.
Darbeyle birlikte, altını çizelim, Tahrir Meydanı’nı dolduran kalabalık ve kalabalığın Cumhurbaşkanı Mursi’ye karşı haklı eleştirileri ve protestosu da darbe yemiş oldu.
Eleştiriler ve protesto meşruluklarını ve geçerliliklerini kaybettiler. Darbe, eleştiriyi ve protestoyu rehin aldı.
Çünkü, seçilmiş bir hükümetin siyasi ve ekonomik kötü toplum yönetimine karşı hiçbir eleştiri ya da protesto, o hükümete karşı darbeyi meşrulaştıran neden olamaz.
O nedenle, Mısır’daki darbeye yaklaşılırken sorulması gereken birinci soru, “niye Tahrir Meydanı’nda çok büyük bir kalabalık, seçildikten bir yıl sonra Mursi’ye karşı toplandı” olamaz; aksine, “darbeye karşı net tavır alarak, nasıl Mısır’da en hızlı şekilde seçimler yoluyla sivil yönetime geçilebilir?” olmalıdır.
Her darbe gibi, Mısır darbesi de, hemen istikrarsızlık ve insan trajedisi yaratmaya başladı.