Gezi Parkı protestolarına Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükümetinin yanıtı, bir taraftan, çok sert tepki göstermek, diğer taraftan da, “ben hala çok güçlüyüm” mesajını veren büyük mitingler düzenlemek şeklinde oldu.
Yapılan mitingler büyük güç gösterileriydi. Başbakan, sert ve tepkici söylemini büyük kalabalıklarla paylaşıyordu.
Bu manevrayla, belki, Başbakan, kendi bahçesinde gücünü sergiliyordu ama, hep vurguladığımız gibi, bu tercih, yapılması ve olması gereken değildi.
Kendi bahçesinde güç sergilemek, zaten kutuplaşmış Türkiye’yi daha da kutuplaştırıyor ve cepheleştiriyordu.
Dışarıya, komşulara kapanan bahçe kapıları, toplumsal güveni sıfır noktasına indiriyordu.
Türkiye cepheleşiyor, hiç istemediğimiz “dost-düşman ayırımına dönük” bir siyaset anlayışı kendini göstermeye başlıyordu.
Dahası, Türkiye, mitinglerle, hızla ve erkenden seçim sürecine sokuluyordu.
2014 yılında yapılacak, mart yerel, ağustos cumhurbaşkanlığı seçimleri sanki başlamış gibiydi.
Halbuki, Türkiye’nin güç gösterisine değil; tam da aksine, yazılarımda kendimi tekrarlama riskini de göze alarak vurguladığım gibi, iyi ve demokratik toplum yönetimine gereksinimi vardı.
Güç ve seçim değil; aksine, demokrasi ve birlikte yaşamak kültürü Türkiye’yi güçlendirecekti.
Ki, demokrasinin pekişmesi ve birlikte yaşama kültürünün güçlenmesi olasılığı, son dönemde yaşadığımız Çözüm Süreci’nin başarılı olma şansıyla birlikte ortaya çıkmıştı.
Çözüm sürecinde çalışan Akil İnsanlar bölge gruplarının hazırladıkları raporları Başbakan’a sunacakları 26 Haziran toplantısını bir şans olarak görmüştüm.
Başbakan’ın bu toplantıyla, Türkiye’nin gündemini, Gezi’den Çözüm Süreci’ne ve güç gösterisinden de yeni anayasa ile demokratik reforma kaydırabileceğini umut ediyordum.
Çok erkenden seçim sürecine giren Türkiye tablosu yerine, yeni anayasa ve Çözüm Süreci’ne odaklanan Türkiye tablosu, Akil İnsanlar toplantısından çıkabilirdi.
Ama, öyle olmadı. Toplantı sonunda hayal kırıklığı yaşandı.
Başbakan, “Hala Çözüm Süreci’nin ilk aşamasındayız... PKK’nın sadece %15’i çekildi, demokratik reform paketi yok” mesajlarını verdi.
Bu toplantıdan sonra, 97 sivil toplum kuruluşundan oluşmuş “Yeni Anayasa İzleme Grubu” ile Ankara’ya gittim. Çiçek ve CHP, MHP, BDP üst yöneticileriyle görüştüm. Sonra, bir grup arkadaş, CHP, MHP ve BDP liderleriyle görüştü. Daha önce de Cumhurbaşkanı ile görüşülmüştü.
Tüm bu görüşmelerden çıkan sonuç, yeni anayasa sürecinin de tıkanmaya doğru gittiğiydi.
Türkiye savruluyordu. Ekonomide olumsuza gidebilecek riskler görünür hale geliyordu.
Ta ki, ekonomide risklerin artmasına ve daha önemlisi, Mısır’da yaşanan darbeye kadar. Her iki gelişme de, Türkiye için gücün değil, aksine, iyi ve demokratik yönetiminin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu çok net ortaya koydu.
Başbakan ve AK Parti hükümeti, bu riskleri görmüş gözüküyor.
19 Temmuz’da, Başbakan’ın başkanlığında yapılan Çözüm Süreci toplantısı; 10 Temmuz’da, Başbakan’ın Cemil Çiçek’le görüşmesinden yeni anayasa ile ilgili çıkan olumlu hava; arkasından da, Başbakan’ın Memur Sen’in düzenlediği iftar yemeğinde yaptığı konuşmada; Başkanlık Sistemi isteğini geri çektiğini ima etmesi; diğer partilere yeni anayasa için çalışma ve uzlaşma çağrısında bulunması; gerekirse Meclis’in olağanüstü toplantıya gidebileceğini açıklaması ve isteniyorsa, bugüne kadar uzlaşılmış 48 maddenin, hatta daha fazlalarının da Meclis’ten çıkarılabileceğini söylemesi, çok önemli gelişmelerdi.
Altını çizelim: Başkanlık sisteminden geri adım atarak ve Türkiye’yi erken seçim sürecine sokmadan, yeni anayasa ve çözüm süreçlerine bugün odaklanmak, Türkiye’nin yararına yapılması gerekendir.
CHP, MHP ve BDP de, yeni anayasa için irade gösteriyorlar.
Artık, kırmızı çizgilerden konuşma değil, uzlaşma noktalarını arama zamanı.
Toplum olarak, tüm partilerden uzlaşmalarını ve kasıma kadar yeni anayasa yapımını bitirmelerini bekliyoruz.
Yeni anayasa yapımındaki olumlu gelişmeler, çözüm sürecine de çok olumlu yansıyacaktır.