Bir boğaz infeksiyonu veya bronşit sebebiyle aldığımız antibiyotiğin kalp EKG’sinde bir takım değişikliklere yol açarak çok tehlikeli ritim bozukluklarına zemin hazırlayacağı hiç aklınıza gelir mi?
Kalp kendi kendine çalışan kendi halinde bir düzeni ve ritmi olan bir organdır. Bilinç kaybolsa bile hiç durmadan çalışmaya devam eden bu çalışkan organımız maalesef birçok faktörden de etkilenir. Biz üzülürsek, sevinirsek, heyecanlanırsak veya korkarsak hemen o da aynı tepkiyi verir. Telaşeye düşmüş gibi hızlı çalışır. Fazla çay, kahve gibi uyarıcı içecekler yüzünden ritmi hızlanır hatta eğer zemin hazırsa hastalık ortaya çıkar ve daha uzun süren aritmiler görülür. Tüm bu saydıklarım hepimizin bildiği ve kalbimizin doğal olarak verdiği tepkilerdir. Çarpıntının sebebini biliriz ve ona göre kolayca tedbir alırız.
Çayı, kahveyi azaltırız ya da hiç içmeyiz. Bizi üzecek, heyecanlandıracak, korkutacak ortamlardan uzak kalmaya çalışırız veya bunlarla ilgili tedbirleri alırız. Ama bir de çoğumuzun aklına gelmeyen alakasız gibi görünen ancak kalbin çalışmasında yaptığı bir takım değişikliklerle kimi zaman çok tehlikeli sonuçlar da doğurabilen ilaçlar vardır. Bunlara sözüm ona bitkisel takviye
Güneşli hava başlangıçta aydınlık ve enerjiyi çağrıştırsa da ardından gelen aşırı sıcaklar yorgunluk ve halsizlikle beraber sağlığımızı da tehdit eder boyutlara ulaşabilir.
Sıcak havada vücut, ısı dengesini korumak için bir takım tedbirler alır. Bu nedenle ortam ısısı arttıkça terlemeye başlarız. Ciltteki ter buharlaştıkça da bir miktar ısı kaybı olur. Böylece sıcağa tahammülümüz bir miktar kolaylaşır. Ancak bulunduğumuz ortamda nem oranı fazlaysa buharlaşmaya engel olur. Bu nedenle nemli havalarda sıcaklık daha da bunaltıcı hal alır. Sıcak hava aynı zamanda ciltte kırmızılaşmaya da sebep olur. Bunun sebebi ısının artmasına bağlı olarak ciltteki damarların genişlemesidir. Genişleyen damarlara kanı pompalama işi de kalbe ait olduğundan sonuçta kalbin iş yükü artar. Bu nedenle kalp yetersizliği olanlar sıcaktan olumsuz yönde etkilendikleri gibi sıcak ve nemli havadan çok daha fazla etkilenirler.
Kalp yetersizliği belirtileri daha da belirgin hale gelir. Bir diğer önemli konu da terle birlikte kaybettiğimiz sodyum, potasyum, magnezyum gibi minerallerin vücuttaki eksikliğine bağlı etkilerdir. Vücut için son derece önemli bu mineralleri yerine koyamazsak basit baş dönmelerinden
Farklı renklerdeki meyveler farklı antioksidanlar ve vitaminler içeriyor. Bu nedenle çeşitli renklerde ve çeşitte tüketmek önerilir. Ben bugün kırmızı olanlarından bahsedeceğim
Yaz mevsiminin en güzel taraflarından biri de pek çok çeşitteki meyvenin de yetiştiği mevsim olmasıdır. Özellikle de benim en çok sevdiğim meyvelerin bulunduğu mevsim olduğu için fırsatını bulmuşken tüketmeye gayret ederim. Geçen gün manavda gözüme çok güzel görünen kiraz ve çilekleri alıp eve doldurunca bu güzel meyvelerin faydalarından da biraz bahsedeyim diye düşündüm. Aslında tabii tüm meyvelerin ayrı ayrı faydası var. Ama özellikle mevsiminde ve kararında tüketmek kaydıyla.
Çilek
A vitamini, B6, B9 (folik asit), B12 vitaminleri ve C vitaminiyle daha az ölçüde, demir, bakır, magnezyum, kalsiyum, fosfor, potasyum, selenyum, sodyum, manganez ile K ve E vitamini de içerir. Ayrıca yara ve iltihaplanmaların iyileşmesine yardımcı olan, kronik hastalıklara karşı koruma sağlayan ellagic asit ve COX enzimlerini de içerir. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Kansere karşı koruyucudur. Zihnin çalışmasını olumlu yönde etkileyecek şekilde dopamin salınımını artırır, Alzheimer’a yakalanma riskini azaltır. Yüksek
Her ne kadar kalp krizinin tedavisi gün geçtikçe daha da ileriye gitse de aslında biliyoruz ki olay krize kadar gitmeden bu riski anlamak ve önlemek mümkün. Bu haftaki yazımda damar tıkanıklığı sürecini tetikleyen plaklardan biraz bahsedeceğim.
Kalp krizi artık korkulu rüya olmaktan çıktı. Tıptaki ilerlemeler, sürekli gelişen tedavi yöntemleri kriz anında bize başarıyla sonuçlanacak müdahalelerde bulunma şansını veriyor. Tıkalı damar nedeniyle oluşan infarktüse uğramış bir kalbi ilaç tedavisiyle, balon anjiyoplastiyle veya koroner by pass ameliyatıyla tedavi etmek mümkün. Eskiden çok daha fazla korkulan ve kötü sonla seyreden kalp krizleri artık tedavi edilebilir ve korkutucu komplikasyonları önlenebilir bir hal aldı. Ancak hâlâ kalp damar hastalıkları en fazla görülen ölüm sebebi. Buradan da şunu anlıyoruz ki daha yapacak çok iş var.
Her ne kadar kalp krizinin tedavisi gün geçtikçe daha da ileriye gitse de aslında biliyoruz ki olay krize kadar gitmeden bu riski anlamak ve önlemek mümkün. Risk faktörlerini belirlemek ve önlem almak başlı başına bir konu. Artık dünyadaki trend hastalıkları oluşmadan önlemek yönünde ilerliyor.
Bu amaçtan yola çıkarak Harvard, Stanford gibi dünyaca
Dr. Nedret Emiroğlu, Dünya Sağlık Örgütü’nün eylül ayında yapılacak olan Avrupa Bölge Direktörlüğü seçiminde aday olarak gösterildi.
Doktorluk öyle bir meslektir ki hasta ile karşılaşıldığında ülke sınırı, din, dil, ırk farkı ortadan kalkar. Böyle bir zamanda herkes dünya vatandaşıdır. Biz bu fikri mühürlemek üzere tıp fakültesini bitirdiğimizde diploma töreninde doktorluk mesleği için aynı zamanda çalışma belgemiz olan diplomamızı almadan önce Hipokrat Yemini ederiz. Bu yeminde söylediklerimiz mesleğimizin anlamını çok güzel bir şekilde tanımlar.
Hipokrat yemini
“Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı statü, hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, hastalarımı memnun edeceğime, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim küçük sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı ve sevgi göstereceğime dil, din, milliyet, cinsiyet, takım, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” Biz doktorlar acil bir hasta ile karşılaştığımızda önce sağlık durumunu
Kalp damar hastalıklarında damarın tıkanmasına yol açan plakların oluşması tam anlamıyla bir kronik inflamasyon sürecidir. Yani inflamasyon diye adlandırdığımız yangı bu sefer damarın içinde gerçekleşir.
Yaşamamız için kalbin ne kadar önemli bir organ olduğunu hepimiz biliyoruz. Kalp atışı hayatta olmanın bir göstergesidir. Bu olay kalbin kasılmasıyla gerçekleşir. Kalp kasının kasılması için daha doğrusu hücrelerinin hayatta kalması için kan damarlarıyla beslenmesi, oksijen alması gerekir. Eğer herhangi bir sebepten ötürü kalp damarlarında bir tıkanıklık meydana gelir ise o bölgeye kan götüremez. Böyle bir durumda kalpte o bölgede bulunan hücreler ölür ve vazifesini yerine getiremez. Bu olay klinik olarak infarktüs veya kalp krizi diye adlandırılır. Ölen hücrelerin sayısına ve etkilenen bölgenin büyüklüğüne göre klinik bulgular da değişiklik gösterir. Eğer geniş bir bölge etkilendiyse kalp kasındaki zayıflama da o kadar fazladır. Bu durumda kasılmadaki yetersizlik de o kadar fazla hissedilir. Olayın neticesinde kalp yetersizliği bulguları başlar. Yaşam kalitesi son derece olumsuz yönde etkilenir. Bazen de bu kalp krizi o kadar ağır bir şekilde gerçekleşir ki kriz anında ani kalp
Vücudun bir çeşit savunma tepkisi olan yangı, uzun süre maruz kalındığında kronikleşerek birçok hastalığa davetiye çıkarır.
Latincede “inflamasyon” diye adlandırılan yangı, vücudun zararlı etkenlere karşı verdiği bir çeşit savunma tepkisidir. Zaman zaman iltihap adı geçse de buradaki etken abse ya da iltihaptaki gibi bir mikrop olmayabilir. Vücutta oluşan bu savunma tepkisi görünüşte vücut için faydalı bir olay gibi gözükse de özellikle bu zararlı etkene uzun süre maruz kaldığında kronikleşen yangı birçok hastalığa da davetiye çıkarır. Bağışıklık sistemimiz zararlı olarak gördüğü bu etkene karşı savunma sistemini harekete geçirip onu yok etmek üzere kandaki lökosit, lenfosit gibi askerlerini görevlendirir. Ancak burada mikrop sandığı bu etmeni yok edeyim derken vücudun kendi hücrelerine de zarar verir.
Vücutta kanda dolaşan bu askerler zararlı gördükleri bu etmeni yok etmek için silah olarak bir takım enzim ve maddeleri salgılamaya başlar. Bu salgılanan maddeler ve ortaya çıkan savaş alanı özellikle o bölgede yoğun olmak üzere vücudun tamamını da olumsuz etkileyecek bir hale dönüşür. Bunu tıpkı ülkelerin sınır bölgesinde olan, küçük gibi gözüken bir çatışma veya herhangi bir yerinde
“İşleyen demir ışıldar” atasözünde de belirtildiği gibi, hareket ettikçe daha enerji dolu hissederiz. Bütün mesele ilk adımı atmakta.
Sağlıklı yaşamak için hareket etmenin ne kadar önemli olduğundan daha önceki yazılarımda da birçok kez bahsettim. “İşleyen demir ışıldar” diye çok yaygın bilinen bir atasözü vardır. Gerçekten de hareket ettikçe kendimizi daha enerji dolu hissederiz. Hele bir de bu esnada bir işi halletmeye koyulmuşsak devamını getirmek, tamamlamak bize ayrı bir keyif verir. Ama işte bütün mesele ilk adımı atmaktır. İşe başlamak için gerekli ilk hareketi yapmaktır. Bunu yapmadan miskin miskin oturduğumuzda iyice tembelliğe kapılıp bir türlü başlayamayız. Fakat bir yandan da bu durum bizi mutsuz eder. Harekete geçemediğimiz için içimiz rahat etmez. Tamam da nedir bizi alıkoyan? Sadece tembellik mi? Yoksa hayatımızı kolaylaştırdığına inandığımız teknolojik ilerlemeler mi? Yakın mesafelere bile kullandığımız arabalar mı? Bir kat çıkmak hatta inmek için bile kullandığımız asansörler mi? Televizyonu oturduğumuz yerden kalkmadan uzaktan kumanda ile izlememiz mi? Evdeki perdeleri, ışığı bile kumanda ile açıp kapamamız mı? Markete gitmek yerine internetten sipariş vermek mi?