Kendine özgü ritüeli ve felsefesi olan yoga insanı olumlu düşünmeye yöneltiyor. Sadece bu sebeple bile kalp hastalıklarının risk faktörlerinden stresle baş etmeyi öğrettiği için kalbe iyi gelir
Yoga Sanskrit dilinde ruhu ve bedeni birtakım yöntemlerle eğiterek bu yolla bedene ve ruhsal yaşama egemen olmayı amaçlayan bir Hint felsefe sistemidir. Ruhsal ve bedensel olarak dinlenmeye, huzura kavuşmaya yönelik özel nefes alıp verme tekniğiyle yapılan bir tür egzersizdir. Egzersiz derken spor olsun diye gelişigüzel yapılan hareketlerden bahsetmiyorum. Yoganın kendine özgü ritüeli, ritmi ve en önemlisi bir felsefesi var. İnsanı olumlu düşünmeye, olumlu davranmaya yöneltiyor. Sakin ve makul olmaya yönlendiriyor. Sadece bu sebeple bile kalp hastalıklarının önemli risk faktörlerinden olan stresle baş etmeyi öğrettiği için kalbe iyi gelir.
Yogadaki gevşeme yöntemlerinin temelinde doğru nefes almak vardır. Bu teknikte, karın ile göğsün arasındaki duvar olan diyaframı ve karın kaslarını kullanarak burundan alınan nefesin uzun sürede
18 Ekim Dünya Menopoz Günü’ydü. Her ne sebeple olursa olsun menopoza giren kadınlar östrojenin koruyucu etkisini kaybettikleri için kalp damar hastalıklarına açık hale gelirler
Kalp damar hastalığı risk faktörlerinden bahsederken değiştiremediğimiz faktörlerden biri olan cinsiyet kadınların lehinedir. Yani erkek cinsiyet taşımak, kalp damar hastalığı için bir risk faktörüdür. Ancak kadınlara ait olan bu şans sadece menopoza kadar devam eder. Genel olarak erkeklerde 45 yaşından , kadınlarda da 55 yaşından sonra kalp damar hastalıklarına daha sık rastlanır. Kadınlık hormonu olan östrojen sayesinde kadınlar erkeklere oranla kalp damar hastalığına 10 yıl daha geç yakalanır. İleri yaş da kalp damar hastalıkları için bir risk faktörüdür. Bu nedenle kadınlar menopoza girdikleri zaman hem hastalıkla ilgili avantajlı durumlarını kaybettiklerini, hem de yaş artışıyla beraber risk artışı da olacağını göz önüne almalıdır. Menopoz kimi zaman normal seyrinde değil de değişik sebeplerden dolayı olması gereken süreden önce de ortaya çıkabilir. Örneğin
Vücudumuzun pasını gideren antioksidanların ne kadar faydalı olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Gelin hangi yiyecekte hangi antioksidan varmış ve ne yaparmış bir göz atalım
CoenzİmQ10
Vücutta doğal olarak bulunan bir enzimdir. Yaşla birlikte azalır. Hücre içinde mitokondrileri uyararak enerji ihtiyacını karşılamaya yardımcı olur. Soya fasulyesi, badem, ceviz, ıspanak, bezelye, sarımsak, lahana, brokoli, susam yağı, balıkta bulunur.
Betakaroten
Beta-karoten A vitamininin öncü maddesidir karaciğerde depolanır. Sarı, turuncu ve koyu yeşil sebze ve meyvelerde bolca bulunur. Havuç, balkabağı, marul, ıspanak, brokoli, lahana, kavun, şeftali, kayısı, kırmızı ve yeşilbiber beta-karoten zengini besinler arasında yer alır
Lİkopen
Domates, karpuz, pembe greyfurt, kuşburnu gibi kırmızı pigment içeriğine sahip besinlerde yüksek oranda bulunur, çok güçlü bir antioksidandır. Özellikle domatesdeki likopen pişirmekten etkilenmez, tam tersi kullanılabilir oranı artar özellikle kabuğundaki likopen miktarı daha çok olduğu için domatesi soymadan pişirmelidir. Kalın bağırsak, meme ve prostat kanserinden koru
Günümüzde bulaşıcı olmayan hastalıklar ön plana çıktı. Bu hastalıklar aynı zamanda kronik olup uzun süre yaşam konforunu ve iş gücünü olumsuz yönde etkiliyorDün ve önceki gün Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Organizasyonu beraberliğinde yapılan bir sempozyuma konuşmacı olarak davetliydim. Elazığ’da yapılan bu sempozyumun oldukça faydalı ve etkili olduğunu düşünüyorum. Uluslararası katılımlı bu sempozyumda bulaşıcı olmayan hastalıklardan korunma ve kontrol amaçlı, sağlıklı beslenme, yiyecek güvenliği ve risk yönetimi gibi konulara değinildi. Bu yönde sürdürülebilirlik kavramı tartışıldı. Bulaşıcı olmayan hastalıklardan korunmanın temelinde koruyucu kardiyoloji ve kalp damar hastalıklarından korunma yattığı için benim özellikle hem ilgi alanım hem de hedef noktam söz konusuydu.
Çok eskiden insanların baş derdi ve korkulu rüyası bulaşıcı hastalıklardı. İnsanlar veba salgınından, tifo, kolera gibi bulaşıcı ve mikrobik hastalıklardan kalabalık kitleler halinde hayatlarını
Sebep olan faktörlerin çoğu önlenebilir veya kontrol altına alınabilir olduğu halde kalp damar hastalıkları hâlâ dünyada ve ülkemizde birinciliğini koruyan bir ölüm sebebi
Kalbinizi korumakla ilgili benden her fırsatta öneriler duyuyorsunuz. Bugün 29 Eylül Dünya Kalp Günü tam da benim köşe yazımın çıkacağı gün olduğu için tabii ki bunu fırsat bilip kalbinizi korumak için neler yapmalısınız size tekrar hatırlatacağım. Bunu tıpkı annenizin 40 yaşına gelseniz bile hâlâ “Aman üşütme sıkı giyin” ya da “Hızlı gitme, karşıdan karşıya dikkatli geç” demeye devam etmesi gibi düşünebilirsiniz. Aynı şeyleri tekrarlıyor diye siz ona içerlersiniz. Ama gün gelir üşütür hasta olursunuz, hızlı gidip radara yakalanır ya da kaza yaparsınız. Maalesef kalp damar hastalıkları da böyle başlıyor. Sebep olan faktörlerin çoğu önlenebilir veya kontrol altına alınabilir olduğu halde bu hastalık hâlâ dünyada ve ülkemizde birinciliğini koruyan bir ölüm sebebi.
65 yaşından sonra başlayan Alzheimer hastalığında genetik geçiş olma olasılığı 30-60 yaş arasında başlayanlara göre çok daha düşük seyrediyor
21 Eylül Dünya Alzheimer Günü bu hastalığa dikkat çekmek için belirlenmiş bir gün. Ancak günlük hayatın getirdiğiyle beraber olan unutkanlık zaten hepimize Alzheimer’ı sık sık hatırlatıyor. Filmlere konu olan ve kimi zaman iş hayatında aktif ve çok yaşlı olmayan kişilerde de karşımıza çıkabilen bu hastalık herkesin korkulu rüyası olmuş durumda. Hepimizin ailesinde veya komşusunda, çevresinde karşımıza çıkabilen bir hastalık. Bu hastalığa, ilk defa tarifini yapan doktorun adı verilmiş. Dr. Alois Alzheimer bir Alman nöropsikiyatrist. Tanının konulmasına vesile olan 51 yaşındaki hastası, eşi tarafından ilerleyen unutkanlık ve davranışlarındaki tuhaflıklar nedeniyle doktora getirilmiş. Dr. Alzheimer dört yıl takipten sonra 1906 yılında ölen hastasına otopsi yaptığında beyinde küçülme ile beraber bir takım farklı birikimlere rastlamış, böylece tarif ettiği hastalık da o zamandan beri kendi
Geçen haftaki yazımda algının öneminden, hafıza ve zeka ile farkından bahsetmiştim. Şimdi de biraz algımızı nasıl geliştirebiliriz ona bir bakalım. Her şeyin başı sağlık olduğu gibi burada da sağlıklı yaşam başrolde tabii ki
Sağlıklı beslenin. Özellikle damar sağlığına iyi gelen yiyecekler ki bunlar hiç şaşmaz her hücrenize iyi gelecektir. Akdeniz diyetini tercih edin. Bol salata, sebze, balık, meyve, zeytinyağlı yiyecekler tercih edin. Kötü yağlardan özellikle trans yağlardan uzak durun. Paketlenmiş, raf ömrü uzun, durmuş, beklemiş gıdaları tüketmeyin. Mümkün olduğunca doğal ve taze yiyeceklerle beslenin. Omega 3’ten zengin beslenmek önemli. Bildiğiniz gibi Omega 3 en çok ton balığı, somon, uskumru, ringa, alabalık ve sardunya gibi balıklarda bulunur. Aynı zamanda keten tohumu, çörek otu, chia tohumu, ceviz, avokado, soya ve semiz otu gibi yeşil yapraklı sebzelerde de Omega 3 vardır. Uzmanlar kakaonun antioksidan etkisinin beyne iyi geldiğini bu nedenle özellikle kakao oranı yüksek bitter çikolatayı tüketebileceğimizi söylüyor. Tabii bu güzel ve
Kişi çok zeki ve hafızası da inanılmaz kuvvetli olabilir. Ancak işitme ve görme yetenekleri o kadar iyi değil ise olayı algılama kapasitesi düşük olur.
Unutkanlık çağımızın getirdiği bir problem. Ben bu yazımda Alzheimer ya da unutkanlıktan değil algı kapasitemizi artırmaktan bahsedeceğim. Zeki ve akıllı olmayı herkes ister. Zaten herkes öyledir de. Daha zeki daha akıllı olmaya çabaladınız mı hiç? Her anne baba çocuğum zeki olsun, okul birincisi olsun ister. İyi bir hafızaya sahip olmak başarının anahtarıdır. Ancak tek başına yeterli olmaz. Algı önemli bir konudur. Olayı, konuyu çok iyi hatırlıyor olabilirsiniz. Fakat doğru algılayamadıysanız iyi hatırlamanızın hiçbir anlamı yoktur.
Beynimiz milyarlarca sinir hücresi yani nöronlarla doludur. Beyin sinir hücreleri arasında bilgi alışverişini sağlayan bağlantılar vardır. Bağlantısı olmayan hücrelerin ise bir işlevi yok demektir. Yeni bilgiler beceriler öğrendikçe bu hücreler arasında yeni bağlantılar oluşur. Unutkanlık çağımızın getirdiği bir problem. Ben bu yazımda Alzheimer ya da unutkanlıktan değil algı