“Taşeron... Maşa... Kukla...” Bu sözcükleri peş peşe sıralayınca bir cinayeti aydınlatmış dedektif gibi heyecanlanıyoruz. Oysa aslında cinayeti böyle belirsiz adreslere yıkarak tam bir muammaya gömmüş oluyoruz.
“Kuklacı” kim?
Biliyorsak neden bunca yıldır deşifre edeceğimize biz de onun ipinin ucunda sallanıp duruyoruz?
Yanıt yok.
* * *
Bunlar bayatlamış sözler... Tarih ise tam ters yönde seyrediyor. Tezgâh çevirenler elbette var, ama olaylar, belki de hiç olmadığı ölçüde, “büyük organizatörler”den, “küçük girişimciler”in kontrolüne geçiyor.
İHH’yı düşünün:
Babalar, çocuklarının doğumuyla büyür; çocuklarsa babalarının ölümüyle... Bu genellemeyi bozacak her şey kural dışıdır.
En çok da evladını toprağa veren babalar...
* * *
Geçen hafta şehir dışındaydım.
Sabah 8’e doğru başucumdaki telefonun sesiyle uyandım.
Uyku sersemliğimi dağıtan tokatlar gibi döküldü sözcükler:
“Bir kaza olmuş... Oğlunuz hastanede... Korkmayın...”
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu önce partisinin Tokat milletvekili, peşinden de Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı ile aynı krem rengi döpiyesle “pişti” oldu ya...
Çubukçu hemen eve gidip üstünü değiştirmiş.
Erkekler için anlaşılması hayli zor bir durum...
Erkek milletvekillerinin siyah-lacivert takım elbiselerle geldikleri Genel Kurul’dan “Pişti olduk” diye eve üst değiştirmeye gittiğini düşünsenize...
Meclis bir gün bile çalışamaz.
* * *
Neyse, diyeceğim bu değil...
Hayatımın maçına çıktım Pazar günü... “Hayatımın maçı” diyorum, çünkü 15 yıllık tenis hayatımda ilk kez final oynadım.
İlk merak saldığımda sadece eğlencelik hafta sonu maçları vardı. Genellikle Atlı Spor Kulübü’nde Osman Müftüoğlu ile ben, Sedat Ergin-Nihat Özdemir ikilisine karşı oynardık.
Zamanla işler yoğunlaştıkça takımlar dağıldı; ama ilgimiz azalmadı.
4 yıl önce kaybettiğimiz tenis sevdalısı Levent Güray adına Kavaklıdere Tenis Kulübü’nde düzenlenen veteran çiftler turnuvasına daha önce de birkaç kez katılmış, genellikle ilk turlarda elenmiştik.
Geçen kış ortağım Yasin Güney’le sıkı bir hazırlık yaptık.
Ankara Tenis Akademisi çatısı altında antrenmanları hiç aksatmadık.
Ve bu yıla iddialı girdik.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’ye yüklenen Erdoğan’a, Hamas’ı kollayan Erdoğan’ın sesini dinletmek lazım.
Belki o ses, sahibini ikna eder.
Çünkü ikisi aynı verilerle taban tabana zıt şeyler söylüyor.
Hamas’ı kollayan Erdoğan, Batı’nın “Onlar terörist” suçlamasına “Hayır, onlar seçimle gelen direnişçiler” diyerek karşı çıkıyor.
BDP’ye yüklenen Erdoğan ise “Biz seçimle geldik” savunmasına “Hayır, siz terör örgütüyle irtibatlısınız” diye kulak tıkıyor.
Konuşmasında “Hamas” yerine “PKK” yazın, veya tersi; bakın ne oluyor.
Çifte standardın dik alası...
Erdoğan hafta sonu yaptığı konuşmada “malum gazeteler”i İsrail taşeronu olmakla suçluyor.
“Ortadoğu’daki katliamlara sessiz kalamayız” diyor ve soruyor:
“Amerika’nın Irak’ta ne işi var? Şu anda Irak’ta yüz binlerce dul kadın, yetim, öksüz var. Bunların sorumlusu kim? Bunlara karşı susacak mıyız? Susarsak Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selim’in kemikleri sızlar...”
Devam ediyor Başbakan:
“Bu coğrafyayı bu hale getirenler, tarihe bunun hesabını vermek durumunda...”
* * *
İşte özlediğimiz antiemperyalist tavır... O eski politikacılar neydi öyle...
Bugün Ankara İncek’te bir köy açılacak. Kan kanseri tedavisi gören, tedavi için Başkent’e gelen yoksul çocuklarla aileleri yerleşecek köyün 24 hanesine...
Beyaz maskeli çocuklar koşacak kırlarda...
Kiminin saçı dökülmüş, yüzü süzülmüş, ama hüzünlü değil huzurlu, birbirlerinden güç alan, birbirlerine güç veren çocuklar...
Bir yandan tedavi görürken eğitilecek, spor yapacak, 5 yıldızlı otel hizmetinden ücretsiz yararlanacaklar.
Meslek kurslarında, uğraş atölyelerinde becerilerini geliştirecekler.
LÖSEV’in “Lösemili çocuklar köyü”, dünyadaki ilk örnek olarak kayıtlara geçecek.
* * *
Şöyle bir sahne hayal ediyorum: Avrupa liderleri İstanbul’da toplanmış.
Başbakan onlara hitap ediyor:
Türkiye’nin Doğu’yla hep dost kalacağını, ama 100 yıldır Batı’ya yürüdüğünü anlatıyor. Ve Atatürk’ün bir demecine atıf yapıyor:
“Osmanlı’nın düşüşü, kendini Avrupa milletlerine bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu, bir hataydı; bu hatayı tekrarlamayacağız. Bizim siyasetimiz, geleneğimiz, çıkarımız, bizi bir Avrupa Türkiye’sine, yani yüzünü Batı’ya dönmüş bir Türkiye’ye yöneltiyor.”
Sonra Fransız Başbakanı’na dönüp Hoca Tahsin Efendi’nin Avrupa seyahatinde yazdığı şiiri okuyor:
“Paris’e git bir gün evvel, aklû fikrin var ise
Âleme gelmiş sayılmaz, gitmeyenler Paris’e...”