Şöyle bir sahne hayal ediyorum: Avrupa liderleri İstanbul’da toplanmış.
Başbakan onlara hitap ediyor:
Türkiye’nin Doğu’yla hep dost kalacağını, ama 100 yıldır Batı’ya yürüdüğünü anlatıyor. Ve Atatürk’ün bir demecine atıf yapıyor:
“Osmanlı’nın düşüşü, kendini Avrupa milletlerine bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu, bir hataydı; bu hatayı tekrarlamayacağız. Bizim siyasetimiz, geleneğimiz, çıkarımız, bizi bir Avrupa Türkiye’sine, yani yüzünü Batı’ya dönmüş bir Türkiye’ye yöneltiyor.”
Sonra Fransız Başbakanı’na dönüp Hoca Tahsin Efendi’nin Avrupa seyahatinde yazdığı şiiri okuyor:
“Paris’e git bir gün evvel, aklû fikrin var ise
Âleme gelmiş sayılmaz, gitmeyenler Paris’e...”
* * *
Bu sahneden giderek uzaklaştığımız kesin...
“Yüzler, sözler Doğu’ya dönüyor” deyince iktidardakiler, “Hâşâ... Sümme hâşâ” diyerek karşı çıkıyorlar.
“Biz üstümüze düşeni yaptık; ama Batı’dan karşılık bulamadık” diyorlar.
Boşanan çiftlerin mahkeme çıkışındaki ağız dalaşına benziyor manzara...
“- Sen isteksizdin; ondan oldu.”
“- Asıl senin kaprislerin beni canımdan bezdirdi; başka arayışlara itti.”
Gerçek ne?
Aslında çoğu aile ilişkisinde olduğu gibi ikisi de haklı...
* * *
3 Ekim 2005’te AB ile müzakerelere başlayan Türkiye’nin önünde uyum sağlaması beklenen 120 bin sayfalık “AB müktesebatı” vardı. Bunlar 35 başlıkta toplandı. Türkiye kendi iç hukukunu bu başlıklara uygun hale getirdikçe fasıllar kapanacak, yeni fasıllar açılacaktı.
Türkiye, 5 yılda bu 35 fasıldan sadece 1’ini kapatabildi.
11 fasıl açık... Diğerleri açılamadı bile...
Çoğu Kıbrıs yüzünden, bir kısmı Fransa engelinden açılamıyor; açılsa da yürüyemiyor.
Ama açılan başlıklar da Türkiye’nin ilgisizliği ve bürokrasinin ataleti nedeniyle gecikiyor.
Yola çıkarken yüzde 70’lerin üstünde olan kamuoyu desteği yüzde 40’lara düştü.
Tam üyelik hedefi gün be gün uzaklaşıyor.
* * *
Şu da var ki, bugün sırt sırta döndüğümüz “Batı”, dün Atatürk’ün dahil olmak istediği Batı’dan hayli uzak...
O “Batı”, bir medeniyet projesiydi.
İnsan hakları, ifade hürriyeti, örgütlenme özgürlüğü, hür basın, bilimsel düşünce, kadın-erkek eşitliği demekti. Dinin siyasetten elini çekip vicdanlarda yaşatılmasıydı. Farklı olana hoşgörüydü. Bir arada yaşama kültürüydü.
Bugünkü Batı, bu Batı mı?
11 Eylül sonrası yükselen yabancı düşmanlığına, hortlayan ırkçılığa, farklıya tahammülsüzlüğe, Hıristiyan kimliğine bakılırsa, değil... Batılıların pek sevdiği deyimle ifade edersek “Batı da yüzünü Doğu’ya döndü.”
* * *
Ne yapmalı?
Öyledir diye, Batı’dan yüz mü çevirmeli?
Bu değerleri ağzına bile almayan coğrafyalara mı yönelmeli?
Yapılacak şey, hem Doğu’da hem Batı’da uygarlık değerlerini savunabilmektir.
Bu da gazetecileri, karikatüristleri, çocukları hapsederek, en hayati konularda “Ulemaya soralım” diyerek, ihmal kazalarını kadere havale ederek, her farklılığı “sapıklık” zannederek, yabancı işçileri kovmakla tehdit ederek, her muhalife “Beğenmeyen çekip gider” resti çekerek olmaz.
Doğu hududu buralardan başlıyor.