Başbakan’ın çok sevdiği ve pek sık kullandığı o iki İngilizce sözcük, bize her zamankinden çok lazım şimdi:
“Win win.”
Yani “Herkes kazansın!”
* * *
Altında ateşlerin kaynadığı bir sırat köprüsünden geçiyoruz.
MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in teşhisiyle “küresel dinamiklerle ulusal dinamikler kesişti ve Türkiye tarihi bir fırsat yakaladı.”
“Küresel dinamik”ten kasıt, PKK’ya Batı desteğinin kesilmesi olsa gerek...
Reha (Muhtar) Ankara’daymış. Gençliğinin caddelerinden geçmiş, ilk gittiği sinemanın, ilk içtiği meyhanenin, ilk öptüğü kızın izlerini aramış.
Dünkü nostaljik yazısında ben de vardım:
“Yeni evliydim” diyor; “Paris Caddesi’ndeki evimize Can uğramıştı. Atina’ya gitmek üzere ev topluyordum.”
Ben, henüz evlenmemişti diye hatırlıyorum. Çünkü o gün evde, nikâh davetiyelerinin zarfını yazmaya yardım etmiştim.
Yıl, 1982 olmalı.
* * *
Yollarımız 1978’de Mülkiye’nin Basın Yayın Yüksek Okulu’nda çakışmıştı. Aynı sınıftaydık.
Bizi Walter Benjamin’le rahmetli hocam Ünsal Oskay tanıştırmıştı. Benjamin -George Simmel’den ilhamla- derdi ki:
“Tramway kullanımının yaygınlaştığı 19. yüzyıla kadar insanlar hiçbir zaman dakikalar, hatta saatler boyu tek kelime etmeden birbirine bakmak zorunda kalmamıştı.”
İnsanoğlu asırlarca kendi küçük kabuğu içinde yaşadı.
Yine Ünsal Hoca’nın Murat Belge’den naklettiği bir bilgi var dağarcığımda:
“Napolyon, Osmanlı üzerine sefere çıktığında, İstanbul Fatih’te oturanlar henüz Beyoğlu’na geçmemişti.”
Fatihliler, Beyoğlu ile ancak 19. asırda tanışabilmiş. Hatta bir bayram günü Fatih’ten kayık tutup Üsküdar’a teyze ziyaretine giden iki İstanbullu, dönüşte bir seyahatname kaleme almışlar.
* * *
Ahmet Altan’ın eski bir yazısı, Le Monde’un Fransız muhabirinin imzasıyla dolaşıyor sanal ortamda...
Bana da bir arkadaşım yollamış; “Bak haklı değil mi” diye...
“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya gidiyor. Kültürel bölünme kapıda” diyor Altan...
“Bir yanda ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınlarının başını örttüğü, kızların tam bir baskı altında yaşadığı, belki hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık bir kitle var.”
Karşıda?
“Kız lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, kitap okuyan, kızlarının flörtüne göz yuman, Allah’a inanan ama ibadete pek aldırmayan, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, Batı standartlarına yakın bir grup var.”
Altan, birbirinden kopuk yaşayan bu iki gruptan ilkinin Cumhuriyet boyunca horlandığını, şimdi güçlendiğini, ikincilerin ise azınlığa düştüğünü söylüyor.
Ortamın rengine uyum sağlamakta bukalemundan daha mahir bir sürüngen olmadığı söylenir.
Türkiye’de sokak tabelalarındaki değişim hızı, bu tezin doğru olmadığını düşündürüyor insana...
Her darbeden, her seçimden, her iktidar değişikliğinden sonra indirilen fotoğraflarla birlikte kaldırılıyor tabelalar da, sokakların, binaların duvarlarından...
Devrilenlerin adları silinip, devirenlerinki yazılıyor çabucak... Ta ki devirenler, bir sonraki seçimde ya da darbede devrilip gidene kadar...
Sokak tabelaları, bizim yeni şartlara göre deri değiştirme maharetimizin aynaları...
* * *
Ankara’nın 30 yıllık “Evren” ilçesi, referandumun ertesi günü “ismimizi değiştirmek istiyoruz” diye ayaklandı.
Dizi yeni başladı; ama Google’a “Fatmagül” ve “tecavüz” yazarsanız 300 bin sonuç geliyor. En yaygınları şunlar:
“Fatmagül’e nasıl tecavüz ettiler?”
“Hülya mı Beren mi tecavüzde daha iyiydi?”
“Beren’e Müjde’den fazla tecavüz edildi.”
“Fatmagül’e tecavüz sahnesi... İndir, izle!”
Yüzlerce site, “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisinin haftalardır merakla bekletilen tecavüz sahnesini yayınlıyor.
Yüz binlerce göz, heyecanla indirip izliyor.
4 Batılı devlet adamı birkaç gündür Türkiye’de... Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari, İspanya eski Dışişleri Bakanı Marcelino Oreja Aguirre, Hollanda eski Dışişleri Bakanı Hans van den Broek, Avusturya eski Dışişleri Müsteşarı Albert Rohan...
Onlara “Akil Adamlar” deniyor.
“Bağımsız Türkiye Komisyonu” 2004’te, Türkiye’nin AB üyeliğine destek için Açık Toplum Enstitüsü ve British Council’ın girişimiyle kuruldu.
9 ülkeden, 3’ü liberal, 3’ü sosyalist, 3’ü sosyal demokrat, 9 devlet adamının oluşturduğu bu itibarlı heyetin, Batı’da etkili olacağı düşünüldü.
Heyette, Fransa eski Başbakanı Michel Rokard, Almanya Saksonya eyaletinin eski Başbakanı Kurt Bledenkopf, İtalya Senatosu Başkan Yardımcısı Emma Bonino, Polonya eski Dışişleri Bakanı Bronislav Geremek ve London School of Economics’in eski direktörü Anthony Giddens da var.
Komisyon’da para almadan, gönüllü çalışan 70 yaş üstü “akil adamlar”, bugüne dek Türkiye’nin tam üyeliğini savunan 2 raporla Avrupa’yı Türklere karşı adil davranmaya çağırdılar.
* * *
Dil, en etkili iletkenlerdendir. Sokaktaki değişimin ipucunu verir.
Hidayet Türkoğlu, Erdoğan’la görüşmesinden sonra “Sayın Başbakanımızın huzuruna davet edilmek, bizi takım olarak çok mutlu etti” dedi ya...
Burada tamamen doğal olarak ağızdan çıkan “huzura davet” lafı, bana Başbakan’ın referandum öncesi işadamlarına yaptığı tarihi uyarıyı hatırlattı: “Bugün sessiz kalanlar, yarın huzurumuza geldiklerinde biz de sessiz kalırız.”
“Huzura çıkmak” eski dilde “Padişah katında kabul edilmek” anlamına geliyordu.
Bu tabirin dilimize yeniden yerleşiyor olması, siyasetteki gidişatın işareti mi?
* * *
Seçim haziran sonuna doğru yapılacaksa, önümüzde 9 ay 10 gün var demektir.