Ne zaman Berlin müzesini gezsem öfkeyle dolarım. Bergama’dan götürülen Zeus sunağı, devasa bir hırsızlık abidesi gibi görünür gözüme...
Milattan önce 2. yüzyıldan beri Anadolu’da yaşamış olan tapınak, 19. yüzyılda Almanlarca Berlin’e kaçırılmıştır.
Her gittiğimde “Ne yapsak da hazinemizi geri alsak” diye düşünürüm.
* * *
“Düşünürdüm” diyeyim, çünkü artık öyle düşünmüyorum.
“İyi ki kaçırmışlar da görebiliyoruz. Anadolu’da kalsa ya yağmalanmıştı ya da sular altındaydı” demeye başladım.
Yalan mı?
Sayın Başbuğ! Kendi açınızdan haklısınız. Size Harp Okulu’nda emre itaati öğretiyorlar.
Bize gazetecilik okulunda eleştiriyi öğrettiler.
“Duyduğun her şeye inanma, sorgula!”
Gazeteciliğin (ve aslında bilimsel düşüncenin de) ilk kuralı budur. Sizi her konuda eleştirel olmaya götürür.
Sanırım askerle gazeteci arasında karşılıklı şikâyetlere yol açan sınır anlaşmazlığının ilk nedeni bu...
* * *
İkincisi şu:
Bir dostum uzunca bir yurtdışı seyahatinden döndü; son bir ayda neler olup bittiğini sordu:
“Merak etme, bir şey kaçırmadın” dedim; “Türkiye gündemi Brezilya dizisi gibi; nerede bırakırsan bırak, yeniden ekran başına döndüğünde hiçbir şey değişmemiş gibi kaldığın yerden izlemeye devam edebiliyorsun.”
* * *
Son 10 yılın ağustos gazetelerine göz attım; ruhum karardı. Her yaz, zavallı bir gündem içinde patinaj yapıp durmuşuz.
2001 Ağustosu’ndan bir manşet:
“Yeni bir depremde 100 bin ölü bekleniyor.”
2005 Ağustosu:
Dün sabah Hasan Pulur ağabeyin yazısını okuyunca diğer tüm yakıcı gündem maddeleri gözümde eridi gitti.
Kesif bir acı hissettim.
Ağı gibi, ağıt gibi, “evlat acısı gibi” kalbi yakan bir acı...
İçinde debelendiğimiz irili ufaklı dertlerin üzerine çıkıp “Onlar ne ki” diye haykıran bir acı...
“Allah sıralı ölüm versin” duasının manasını zihne zehirle kazıyan bir acı...
“Ondan, yasını paylaşacak bir eşi de esirgeyen Allah, dayanma takati versin” duasını peşine ekleyen bir acı...
* * *
Bir film kahramanı düşünün: Büyük sırlara vakıf bir istihbaratçı...
Devletin en etkili organlarına kök salan, her yerde kolu olan, herkesi yönlendirebilen çok tehlikeli bir çeteyi keşfediyor.
Bunu deşifre etmeyi planlıyor.
Başına gelebileceklerin farkında... Yer yerinden oynayacak ve zelzelede ilk önce kendisi enkaz altında kalacak.
Düşünüp taşınıyor; “Buna değer” diyor ve ölümü göze alarak tüm bildiklerini açıklıyor.
Bombayı patlattıktan sonra kopacak gümbürtüyü beklemeye koyuluyor.
İlk bir saat...
Siestanın tadını keşfettim bu yaz... Zalim bir sıcaktan kaçmak için sığındığım ve çoğu zaman gündoğumuna dek uzattığım gecelerde heyecanla yazdığım bir kitabın başında sabahlamak, bana çocukluktan beri unuttuğum bir dostu, öğle uykusunu getirdi yeniden...
Akdenizli damarım kabardı.
Yaz boyu istisnasız her gün “kestirdim” ve tatlı gündüz kaçamaklarının mükemmel bir tercümeyle Türkçeye “şekerleme” diye çevrilişine hak verdim.
* * *
Fasılasız işleyen bir üretim bandında yaşıyoruz.
Sadece beslenmemiz için ara veren, bazen bize onu bile çok gören, atıştırırken çalışmaya mecbur eden bir çark...
Yelkovanların akrepleri kırbaçlayarak döndürdüğü bir zaman öğütme makinesi...
Türkiye’nin ilk ve tek “Sakin Şehir”i Sığacık’a orkinos semirtme çiftliği izni veren Çevre Bakanlığı’nı eleştirmiştim geçen gün...
Bakanlık’tan açıklama geldi.
Diyor ki:
“Balık çiftlikleri konusunda yıllardır bir arpa boyu yol alınamamış, hem üreticiler, hem de çevre sakinleri sabır taşları çatlayacak noktaya gelmişti. Bakanlığımızın kararlı çalışmaları neticesinde son bir yılda düzene girdi.”
Peki 10 yıldır kıyıda çiftlikler kurulup deniz kirletilirken, ahali ayaklanırken ve “bir arpa boyu yol alınmazken” hükümette kim vardı?
AKP değil mi?
Bakan, “Benden önceki bakanların yapamadığını son 1 yılda ben yaptım” demek istiyor.
Biz “boy-soy” tartışmasıyla oyalanırken asıl “koy”lar elden gidiyor sessiz sedasız...
Seferihisar’ın Sığacık Koyu, Ege’nin en sevdiğim tabiat köşesi...
Sessiz, sakin, bakir Seferihisar, yeni Belediye Başkanı Tunç Soyer’in girişimiyle “Sakin Şehir” olmak için başvurdu.
Türkiye’den kabul edilen ilk ilçe oldu.
Adını tüm dünyaya duyurdu.
Yeni bir yerel kalkınma modeline örnek sundu.
Ve hemen, bu başarısının faturasını kapısında buldu: