Medyada ıssızlık günleri

26 Ekim 2010

Cumhuriyet gazetesinin 20 Mayıs 1974 tarihli birinci sayfasında iki fotoğraf kullanılmış.
Biri afla salıverilenlerin fotoğrafı... Altında Erdoğan Köseoğlu imzası var.
Hemen yanda 19 Mayıs kutlamalarının fotoğrafı... Onun altındaki imza da İbrahim Köseoğlu’na ait...
Baba-oğul, aynı gün, aynı sayfaya imza atmışlar birlikte...
Ne mutluluk!
Foto muhabirliğini babadan devralmış Erdoğan Köseoğlu...
1980 öncesi ve sonrasının, yani kamerayla sokağa çıkmanın cesaret istediği dönemin fotoğraflarını çekmiş.

Yazının Devamı

Bizi unutma oğlum!

24 Ekim 2010

Bir babanın günlüğü var elimde... Oğlunun doğduğu gün tutmaya başlamış.
Ve o günden itibaren, tek bir gün bile aksatmadan defterine oğlunun büyüme serüvenini yazmış.
Aynı yollardan geçmiş babalar için okudukça duygulandıran satırlar... Bir kısmını paylaşmak istiyorum.
* * *
İlk gün:
Sevgili Yavrum,
Bugün cumartesi, 12.30’da doğdun. 9 ay annen senin için üzüldü, ben her ikiniz için titredim. Melek annen 10 saat doktor karşısında, yanındaki odada pür heyecan bekleyen babanı çıldırtan, ağlatan sancılarla seni dünyaya getirdi. Sen hayatın dikenli yollarının bir yolcusu olmadan evvel biz ikimiz de ölürsek sakın bizleri unutma!

Yazının Devamı

Ape Musa’dan Erdoğan’a selam var

23 Ekim 2010

Referandum öncesi... Başbakan’ın Diyarbakır mitingi...
Erdoğan kürsüde diyor ki:
“Biz, bir gece yarısı sokak ortasında ensesine kurşun sıkılarak katledilen, katilleri gecenin karanlığında kaybolup bir daha hiç ortaya çıkmayan, çıkarılmayan faili meçhullerin acısını çok iyi biliriz.”
Diyarbakır alkışlıyor.
Diyarbakır’ın sevdiği isimlerle devam ediyor Başbakan:
“Sevgili kardeşlerim; Ape Musa’nın, yani Musa Anter’in acısını bizler unutamayız.”
Ağlıyor Diyarbakır...

Yazının Devamı

Pardon kamusal alana nereden gidiliyor acaba?

21 Ekim 2010

Türban tartışmasında en doğru sözü Erdoğan söyledi: “Kamusal alan neresidir, neresi değildir? Sınırı nedir? Bunu tanımlamalıyız” dedi.
Evet, meselenin bam teli burası...
Fakat Başbakan’ın sözleri bana tanıdık geldi. Daha önce birinden daha duymuştum sanki... Biraz düşününce buldum.
Papa 16. Benedict, 4 yıl önce Türkiye’ye gelirken uçakta laiklik sorusuna benzer bir cevap vermişti. Türkiye’nin kuruluşta Fransız laiklik sistemini benimsediğini söyleyen Papa, “Laikliğin de yeniden tanımlanması ve temeline dini değerlerin konulması gerekir” demişti:
“Bunu yaparken dinsel alanla kamusal alanın farkını ve özerkliğini, bu alanların aynı anda birlikte var olabilmesini ve birbirlerine karşı sorumluluğunu da belirlemeliyiz.”
* * *
Yani?

Yazının Devamı

Hoca’yı özlemiştik!

19 Ekim 2010

1973’ün yine bir ekim ayıydı. Ben ilkokul 5’e gidiyordum. CHP’nin yeni genel başkanı, değişim rüzgârı estiriyordu.
Türkiye Avrupa Birliği’ne (o zamanki adıyla Ortak Pazar’a) girmeye çalışıyordu.
Ecevit, kontrgerillanın açığa çıkarılmasını istiyordu.
MİT’in Ecevit’in telefonlarını dinlediği iddia ediliyordu.
Türkiye seçime gidiyordu.
Ve Erbakan “İktidar olacağız” diyordu.
“İktidara gelirse herkes başını örtecekmiş. Erkeklere 4 kadına kadar izin verilecekmiş” deniliyordu.

Yazının Devamı

Taner ile Cahit

17 Ekim 2010

Dün “Emir ile Goran”ı yazmıştım. Bir tufanın ayrı yöne savurduğu iki eski dostun öyküsüydü.
Bugün yazacağım ikilinin onlarla benzerliği yok; bir başka tufanla ters yönlere savrulan iki kardeş olmalarından başka...
* * *
Babalarını herkes tanıyor:
Dursun Akçam...
3 yıl önce kaybettiğimiz, Köy Enstitülü devrimci yazar...
Oğulları Taner ile Cahit, Devrimci Yol’un beyin takımından 2 isim...

Yazının Devamı

Goran ile Emir

16 Ekim 2010

İkisi de Saraybosnalı... İkisi de Yugoslavya devrinin üst düzey bürokratlarının çocukları...
İkisi de Balkan zenginliğini kanında taşıyan sanatçılar...
Goran Bregoviç 1950 doğumlu...
Annesi Ortodoks Sırp, babası Katolik Hırvat, eşi Müslüman...
Emir Kusturica 1954’lü...
Kendi deyişiyle “Laik Müslüman” bir aileden...
Karısının soyunda Hırvatlar, Sırplar ve Slovaklar var.

Yazının Devamı

Avcı’lar üzerine bir film

14 Ekim 2010

Gazeteciler, yazarlar, “Hanefi Avcı bantları” için İstanbul Ağır Ceza Savcılığı önünde kuyruk oldu neredeyse...
Her gidene 1990’ların ikinci yarısında kaydedilmiş, kendilerine ait telefon kayıtları dinletiliyor.
Bu bantların, Avcı’nın Emniyet’teki ofisinde bulunduğu öne sürülüyor.
Şikâyetçi olup olmadıkları soruluyor.
Kimisi şikâyetçi oluyor, kimisi olmuyor.
* * *
Şikâyetçi olmayanlardan Mehmet Ali Birand’a da 32. Gün döneminde ekibindekilerle yaptığı kimi konuşmaları ve bazı özel görüşmelerini dinletmişler.

Yazının Devamı