Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bizi Walter Benjamin’le rahmetli hocam Ünsal Oskay tanıştırmıştı. Benjamin -George Simmel’den ilhamla- derdi ki:
“Tramway kullanımının yaygınlaştığı 19. yüzyıla kadar insanlar hiçbir zaman dakikalar, hatta saatler boyu tek kelime etmeden birbirine bakmak zorunda kalmamıştı.”
İnsanoğlu asırlarca kendi küçük kabuğu içinde yaşadı.
Yine Ünsal Hoca’nın Murat Belge’den naklettiği bir bilgi var dağarcığımda:
“Napolyon, Osmanlı üzerine sefere çıktığında, İstanbul Fatih’te oturanlar henüz Beyoğlu’na geçmemişti.”
Fatihliler, Beyoğlu ile ancak 19. asırda tanışabilmiş. Hatta bir bayram günü Fatih’ten kayık tutup Üsküdar’a teyze ziyaretine giden iki İstanbullu, dönüşte bir seyahatname kaleme almışlar.
* * *
Şehir içi ulaşım, bizde 20. yüzyılın ortalarında palazlandı.
Kabuklar kırıldı ve Simmel’in “Modern Kültürde Çatışma” (İletişim, 2003) dediği “herc-ü merc” başladı.
Onca asrı köyünde ya da mahallesinde, tanıdığı insanlarla yüz yüze sohbetle geçirenler şimdi Fatih’ten Beyoğlu’na gelirken bir otobüsün içinde, bazen saatlerce tek kelime etmeden yan yana oturuyordu.
Herkes kendi gettosunda yaşarken sorun yoktu. Ama ulaşım imkânlarının artması, çalışma koşullarının dayatması, yerleşim politikalarının uygulanması ile ayrı destelerdeki kartlar karışmaya başladı.
Fatihli, Beyoğlu’nda çalışıyordu artık; Beyoğlu’ndaki de Fatih’e gelir gider olmuştu.
Çatışmalar, bu karşılaşmalarla başladı.
Fatihli, ezan okunurken Beyoğlu’ndakinin de Fatih’teki gibi bacak bacak üstüne atmamasını istedi.
Beyoğlu’ndaki ise kaldırımda içki içtiğinde Fatihlinin karışmamasını...
Yani farklıları içinde barındırmayan gettolarda çıkmadı sorun; farklı kültürlerin karşılaşma alanlarında, kültürel adacıkların sınır boylarında çıktı.
* * *
Bugün yaşadığımız da bu...
Modernite, muhafazakâr Tophane’ye sokuluyor; oradaki rant düzeniyle birlikte kültürel yekpareliği de “herc-ü merc” ediyor.
Öte yandan Cemil İpekçi, Mardin’de yıllardır harabe halinde duran Kasımiye Medresesi’nde defile yapmaya kalkınca mütedeyyin yapı direnişe geçiyor.
Değişim hızlı; o yüzden kabuğun kırılması sancılı oluyor.
Bu sancı nasıl hafifletilir?
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın sözleri önemli:
“Kimsenin Anadolu’nun bir kasabasında yaşadığı hayat tarzını İstanbul’a dayatmaya hakkı yoktur. Ama hiç kimsenin de buradaki insanların örfünü, âdetini, geleneğini yok saymaya hakkı yoktur.”
O halde bu ikisini barış içinde bir arada yaşatmanın yollarını bulmamız gerekiyor.
* * *
Takvim gazetesi “Bodrum’da Cuma”nın fotoğrafını basmıştı. Ramazanda bir cuma günü cemaat kumsala taşmış, hemen yanda güneşlenenlere yanaşmıştı. İç içe değildiler; ama yan yana ve bir aradaydılar.
Bu işler kumsala, galeri ya da medrese kapısına koruma dikmekle olmaz; galerinin ya da medresenin komşularıyla kültürel bağlar kurmakla ve karşılıklı saygıyı korumakla olur. Cemil İpekçi Mardin’de bunu yaptı. Mardinli kadınlarla bir defile hazırladı. İnançlara saygısını da vurguladı. Orada tutunabilmesini buna borçlu... Tabii tutucu tepkileri de...
Kendi yaşam tarzımızı karşıdakilere dayatmakta direnirsek daha çok kavga çıkacak.
Oysa kültürel barış için karşılıklı biraz hassasiyet yetecek.