“Keşke yoktur ama keşke olsaydı”

28 Mayıs 2025

Sahneye son çıkışı, alkışları son kucaklayışı ve seyirciye söylediği son sözler… Şubat ayıydı, Caddebostan Kültür Merkezi tıklım tıklım dolu, İlhan Şeşen’in 55. sanat yılını kutlamak için toplanmış herkes; ailesi, dostları, meslektaşları, şarkılarını söylemiş genç müzisyenler… Bütün salon büyük bir coşkuyla “Ankara’dan Abim Gelmiş” söylüyor, İlhan Şeşen sahnede oturuyor, ömrünün uzun bir kısmında yol arkadaşı olmuş yeğenleri, grup arkadaşları Gökhan Şeşen ve Burhan Şeşen iki yanında, onları hep gördüğümüz gibi. Alkışlar durmuyor. Sonunda dedi ki “İnsanın keşke daha çok yaşasaydım diyesi geliyor. Ama bir şarkım var, en beğendiğim satırı şöyle: ‘Keşke yoktur. Ama keşke olsaydı”.

Bu netlik, bu açıklık, bu kimine acımasız gelebilecek gerçekçilik bence İlhan Şeşen’in kendisini de şarkılarını da farklı kılan yanlarından biriydi. Lafı dolandırmaz, gereksiz süslemelere kalkışmaz, söyleyeceğini dosdoğru ama sanki daha önce hiç söylenmemiş şekilde

Yazının Devamı

Quiz Night’lar neden seviliyor?

26 Mayıs 2025

Hayattaki en eski arkadaşım bana “Benimle İbrahim Selim’in gecesine gelir misin?” deyince sorgusuz sualsiz “tamam” dedim. Kimseyi ikna edememiş, onu da hiç anlamadım. Meğer Nişantaşı Komedi Kulüp By Brothers’da gittiğimiz bir ‘quiz night’ imiş, gelmek istemeyenlerdeki de “Bize soru soracak” gerilimi. İçimden “Katılmayıveririm, kenardan izlerim, ne olacak” diye geçirdiğimi ve kısa sürede kendimi hırslı bir yarışmacı olarak bulduğumu itiraf etmeliyim. Bu quiz night’ların neden bir süredir bu kadar popüler olduğunu anlamış bulunuyorum.

Önce masalarımızda yerimizi alıyoruz, tahtamız, kalemimiz, silgimiz hazır. Bir de bayrak var, onu kaldıran “Benim size göstermek istediğim bir yeteneğim var” demiş oluyor ki bence pek gerekli bir şey değil. Ya da biz ‘yetenek’ konusunda kesat bir geceye düştük. Kendimize birer grup adı seçiyoruz ve birazdan İbrahim Selim sahneye çıkıp geceyi başlatıyor. Arada mikrofon dolaştırarak gelenleri tanıyor – tanıtıyor, bu gece avukatlarla dolu mesela, bir yandan da soruları sormaya

Yazının Devamı

Kalbi çalınan Ceylan’ın masalı

19 Mayıs 2025

Küçük bir çocuksunuz, “Pamuk Prenses ve 7 Cüceler” masalını dinlediniz, neler öğrenirsiniz? Bir kere güzelliğin (ve beyazlığın) bu dünyadaki en önemli şey ve de başa bela olduğunu. Pamuk Prenses adı üstünde bembeyaz tenli, elma yanaklı, kiraz dudaklı bir kızdır. İkincisi ‘üvey anne’ bütün kötülüklerin anasıdır, adı falan yoktur, ‘kötü kalpli kraliçe’ diye anılır. Kral ölünce hemen kızına eziyet etmeye başlar, güzellik takıntılı olduğu için her gün sihirli aynasına “Benden güzeli var mı bu dünyada?” diye sorar, günün birinde “Var hanım var, Pamuk Prenses var” cevabını alınca da onu ortadan kaldırmaya karar verir.

Hemen avcıya emir verir, “Al bu kızı ormana götür, öldür, kalbini de çıkarıp bana getir ki öldürdüğüne inanayım” der. Dikkat, orman tehlikeli bir yerdir. İşi can almak olan avcı ise aslında vicdanlı biridir, bakar bakar Pamuk Prenses’in ‘güzelliğine ve masumiyetine’ kıyamaz, onu

Yazının Devamı

Hafızayla sınanan sevgi

14 Mayıs 2025

Aslında her şey son derece sıradan bir şekilde başlıyor. Hadi sıradan demeyelim de ‘bildik’ şekilde. Bir kadın ve bir adam barda tanışıyorlar. Tom piyano çalıyor, Viv de eğlenmeye gelmiş. Sonrası işte uzaktan bakışma, gürültülü müzikte tanışma, ufaktan çekişme, birlikte dans etme… Ayrılırken de bir son dakika hamlesi olarak telefon numarası alma. “Ben çaldır” değil, numara ezberleme dönemi: “84-90-62-74”. Kuvvetli bir hafıza sayesinde başlayıp bir gün gene zayıflayan hafızayla sınanacak ömürlük bir ilişkinin başlangıcı.

Arasında büyük çıkışlar ve inişler, mutlu ve mutsuz günler, sevişmeler ve kavgalar, kıyısından dönülen ayrılıklar ve barışmalar var. Her uzun ilişki gibi bir anlamda. Tom’un kızına söylediği gibi “Birin sevmek, onu her zaman, her koşulda seveceğin anlamına gelmiyor. Hatta bazen bunu yapmak o kadar zorlaşıyor ki… Ama birini gerçekten seviyorsan, üstesinden geliyorsun. Bir yolunu bulup atlatıyorsun ve bu seni daha iyi biri yapıyor”. Bir gün sevgilerinden daha

Yazının Devamı

İnsan kalbini attıran nedeni biliyorsa

12 Mayıs 2025

“Bir AVM‘nin çatı katına kurulmuş üçüncü sınıf bir bowling salonundaki bir lobut!” gibi. İnsanın kendisini nasıl hissettiği sorulduğunda ilk vereceği cevap bu olmayabilir. Ama düşününce akla ve hayatımıza yakın geliyor. Her gün binlerce sebepten yere yıkılıp tekrar ayağa kalkan bir canlı, insan. Bir lobut gibi. Ama gerçekte lobut da olmadığı için ayağa kalkmak için sebeplere, tutunacak dallara ihtiyacı var. Ya da kurulacak hayallere. Sahnedeki oyuncuların yaptığı gibi.

Onlar lobut değil insan olduklarını hayal ediyorlar. Uzak bir diyarda, belirsiz bir zamanda. Özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir ülkede. Mesela bin dokuz yüz bilmem kaç Fransa’sında. Paris’in Marigny Caddesi’nde tam Elysee Sarayı’nın karşısında yaşayan Mösyö Pippin Heristal’in evinde başlıyor hikâye. Bu evde karısı ve kızıyla mütevazı bir hayat süren Mösyö Pippin’in en büyük mutluluğu terasta teleskobu başına geçip yıldızları gözlemlemek. Bir tutkusu olan,

Yazının Devamı

Öfkesini kalbine sakladı

7 Mayıs 2025

Bir insanın gidişi bu kadar çok kalpte boşluk yaratabilir mi? Yoğun bakımda geçirdiği 18 gün boyunca onun kocaman kalbinin mucizeler yaratma gücüne inanarak iyi bir haber beklediğimiz Sırrı Süreyya Önder’in artık aramıza dönmeyeceğini öğrendiğimizden beri bunu düşünüyorum. Çok farklı kesimlerden, çok farklı görüşlerden, birbirine hiç benzemeyen insanları darmadağın etti gitti.

Onun gibi kelimelerle harikalar yaratan, her diyeceğini zarafetle, nükteyle ama asla lafı eğip bükmeden, dosdoğru söyleyen birinin ardından doğru cümleleri bulup kurmak da zor. Ben Sırrı Süreyya Önder’i 2007 senesinde “Beynelmilel” adlı ilk filmi bütün festivallerden peş peşe ödüller alırken tanımıştım. İnsanı dinlerken bile öfkelendiren bir hayatı olmuştu, o nasıl oradan bu kalender neşesini koruyarak çıkmıştı, şaşırdığımı hatırlıyorum…

Adıyaman’ın yoksul ve sosyalist bir ailesinde doğmuştu, babası Ziya Önder Türkiye İşçi Partisi’nin Adıyaman İl Başkanı’ydı ve 35’inde arkasında bir

Yazının Devamı

Genç kalarak kutlayacağı nice yaşlara

5 Mayıs 2025

Ülkemizde en çok eksikliğini çektiğimiz ve bu yüzden olduğunda daha da kıymeti bilinmesi gereken şeylerden biri, süreklilik. Bir düşünün, çocukluğunuzdan ne kaldı? Doğduğunuz ev yerinde mi? Büyüdüğünüz sokak kaldırımlarında oynadığınız sokağa benziyor mu? Tırmandığınız ağaç, limonata içtiğiniz pastane, ilk filminizi gördüğünüz sinema, karışık kaset doldurttuğunuz plakçı, ilk flörtünüzle gittiğiniz kafe, konserler izlediğiniz müzikhol, hangisini bulabiliyorsunuz yerinde?

Aynı şekilde okuduğunuz dergi, evinize giren gazete… Hatırlıyor musunuz onları? Gazete bayii pek kalmadı ya, market raflarında görüyor musunuz adını? Benim çocukluğumdan gazete deyince aklıma gelen ilk görsel mesela, bir meşale. Okumayı bilmesem de adını biliyorum o zaman: Milliyet. Elimden düşmediğinin bir de resmi vardır ki, yıllar sonra hayatımın önemli bir dönüm noktasında bana eşlik edeceğini elbette bilmiyorum, ona geleceğim birazdan.

Okuma yazma öğreniyorum, artık kendime ait bir dergim var: Milliyet Çocuk. O

Yazının Devamı

Memnun olmama çağında herkes mağdur

30 Nisan 2025

“Artık arzum, kadın olduğu için zorluklar yaşayan bir kadından ziyade bir insan izlemek. Çünkü bu miadını ve görevini tamamladı gibi geliyor; kimlik mağduriyeti hikâyeleri. Hele ki yeni nesil için. Kötü bir şey olduğundan değil, kadın olmanın hayattaki zorluğunun görünür olması adına doğru bir şey. Ama artık biraz ezilen hikâyesi değil de yaşayan hikâyeler görmek istiyorum. Tamam, mağduruz ama bir de yaptıklarımız var. Yapıyoruz bir şekilde, hayatı yaşıyoruz. O hayatın zorluklarıyla sadece kadın kimliğimizle baş etmiyoruz”. 

Milliyet Sanat dergisinde Ayın Söyleşisi’nin Mayıs ayı konuğu Funda Eryiğit. Yazının başındaki alıntı da oradan ve benim de bir süredir önemsediğim bir konu. Kadın hikâyesi, hatta ‘güçlü kadın hikâyesi’ adı altında sadece ezilen kadın izlemek de kadınları o köşeye hapsediyor gibi gelmeye başladı. Bir de sıktı tabii. Hakikaten hayatta sadece kadın olmaktan kaynaklanmayan sorunlar var ve kadınlar da birer insan olarak onlarla karşılaşıyor, onları da insan gibi yazabiliriz. Ve bu sene İstanbul Film

Yazının Devamı