Bilirsiniz... Şehirler özellikleriyle anılır. Dadaşlar şehri Erzurum, Mevlana’nın şehri Konya, Güller şehri Isparta gibi... Bornova da 65 yıllık koca çınarı olan, Ege Üniversitesi sayesinde ‘Eğitim Şehri’ namıyla anılır. Sadece Bornova’nın değil, İzmir’in de gururu olan ve 20 Mayıs 1955 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kurulan Ege Üniversitesi, bu yıl 65. yıldönümünü kutladı.
Sarf edilen emekleri düşünün o günlerde... Hele dönemin Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı’nın ricasıyla elini taşın altına koyan ilk iki kişi olan, Ord. Prof. Dr. Muhittin Erel ve Prof. Dr. Vamık Tayşi’nin çabalarını asla unutmamak lazım. O günleri, üniversitenin 20 Mayıs 1973’teki kuruluş yıldönümünde kendi yaptıkları konuşmalardan aktaralım.
Ord. Prof. Muhittin Erel: Başta Milli Eğitim Bakanlığı ve bütün devlet müesseseleri sanki Ege Üniversitesi için seferber olmuşlardı. Davaya inanmış insanlar yalnız vazifeliler değildi. Genç çocuklarımız yazı işlerimize, temizlik işlerimize yardımcı oluyor, gelen malzemeyi
5 Mayıs 1919’da başlayan ve 3 yıl, 3 ay, 3 hafta ve 3 gün süren, İzmir’in kâbus dolu günlerinin 101. yılındayız. Siz bu yazıyı okurken İzmir 101 yıl önce, 5 gündür Yunan esareti altındaydı.
İzmirli usta gazeteci Türkmen Parlak, bundan 38 yıl önce kaleme aldığı, iki ciltten oluşan ‘İşgalden Kurtuluşa’ adlı eserinin ‘Yunan Ege’ye Nasıl Geldi?’ adlı ilk cildinde o günü anbean anlatmış.
O gün yaşanan olayları eminim bu güne kadar pek çok yerden okumuş ya da dinlemişsinizdir. Bu nedenle biz bu yazıda biraz farklı açıdan bakarak, olayların merkezi durumundaki Kordon boyunun o günkü genel görünümünü Türkmen Parlak’ın kaleminden anlatalım...
“Kordon boyunu mahşeri bir kalabalık doldurmuştu. Adım atacak bir karış bile yer kalmamıştı. Kadınlar, çocuklar, gençler, ihtiyarlar fırtınaların coşturduğu denizler gibi köpürüp durmuşlardı. Sanki ‘aziz yortusunun’ getirdiği dinsel bir coşkunluğa kapılmışlardı. Ellerinde mavi-beyaz bayraklarla, çiçekler, dillerde
İlk defa paranın kullanıldığı, tarihte ilk turizm hareketlerinin görüldüğü yerdir Lidya Medeniyeti. Hazineleriyle ünlü Kral Karun’un ülkesidir. Sardis de Onun baş şehridir.
Frigya Kralı Eşek Kulaklı Midas’ın lanetlenip dokunduğu her şeyi altına çevirme hikâyesini bilirsiniz. Midas’ın içinde yıkanıp lanetten kurtulduğu rivayet edilen Paktalos nehri de Sardis’in yanı başındadır.
Herodot boşuna “Altın Şehir” dememiş Sardis’e… Antik dönemin çok bilinen ve rağbet gören bir güzellik merkeziymiş Sardis. Yazar Melih Uslu trdergisi.com’daki makalesinde Sardis’i şu cümlelerle anlatmış: “Sardes’te farklı renklerde dokumalar, minik şişelere doldurulan çeşit çeşit parfümler ve şifalı merhemler yaygın olarak üretilip kullanılmış. Salihli ilçesindeki Sart kasabası yakınlarında bulunan Sardes Antik Kenti, geçmişte bir güzellik ve bakım şehri olduğu kadar eğlence merkezi olarak da tanınmış. Lidyalılar dünyanın dört bir yanından gelen misafirlerini eğlendirmek için günümüzde
15 Mart’tan bu yana evlerimizdeyiz...
Bundan iki ay önce “Neredeyse hiç çıkmamacasına 2-3 ay evlerinizde kalabilir misiniz?” diye sorsalardı, eminim pek çoğumuz “İmkânsız” derdik. Ama çaren yoksa olabiliyormuş. Gördük...
Yeni meşgaleler bulup zamanımızı geçirmeyi başarabiliyoruz. Kendimizi dinlemeyi öğrendik, yemek yapmayı öğrendik, yeniden okumayı öğrendik. Memleket bir sürü yeni tarih meraklısı kazandı.
İnternet üzerinden yepyeni imkânlar tanındı hepimize. İstanbul Üniversitesi geçen günlerde Padişah Abdülhamit’in 36.585 kare fotoğraftan oluşan arşivini kullanıma açtı. İnanılmaz bir arşiv... Günlerdir içinden çıkamıyorum. Bornova’yla ilgili yepyeni üç fotoğraf çıktı ortaya. İkisi, Çiçekli köyüyle ilgili. Birisi Hamidiye Camii’nin açılış törenine ait, diğeri de köyün panoramik fotoğrafı. Üçüncüsünü önümüzdeki yazıya saklıyorum.
Önceden de açık kaynak siteler vardı. Ama bu
Bilirsiniz... 25 Nisan, ANZAC günü olarak anılır. Bu tarih, 1915’te ANZAC kuvvetlerinin Gelibolu’ya çıktığı gündür. Çanakkale savaşlarının son bulduğu, 9 Ocak 1916’ya kadar geçen süreçte yaşanan savaşın dehşetini hepimiz biliyoruz.
İşte o kanlı savaşın tam ortasında, 17 Kasım 1915’te, Ertuğrul Koyu’na yanaşan teknelerin birinden bir kadın indi. Savaş süreci boyunca oraya gelebilen tek kadındı. Kısa bir yürüyüşten sonra orada bulunan bir mezarın başına gitti, bir çelenk bıraktı ve ayrıldı. Ziyaret ettiği mezarda yatan kişi İngiliz Yarbay Charles Hotham Montagu Doughty-Wylie’dı.
Yazar Muzaffer Albayrak, ‘Seddülbahir’de Yalnız Bir Mezar’ başlıklı makalesinde Daughty- Wylie’ı şöyle anlatıyor: “Doughty-Wylie, Türkiye ile 1896’da askeri diplomat olarak gittiği Girit’te tanıştı. 1906 yılında İngiliz konsolos yardımcısı olarak Konya’da ve Mersin’de bulundu. 1909 yılında Mersin’de görevliyken patlak veren Ermeni olayları üzerine Adana’ya gitti ve burada elinden geldiğince tarafları
Yarın, yeni Türkiye devletinin tüm dünyaya ilan edilişinin, yani egemenliğimizin en büyük göstergesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılışının 100. yılı... Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu büyük günü çocuklara hediye etmesi nedeniyle, çocuk bayramı olarak kutlanmaya başlanmasının da 91. yılındayız.
Memleketin her noktasında olduğu gibi, 91 yıl önce İzmir’de de yaşanan o büyük heyecanı, gelin o günlerde yayımlanan Anadolu, Ahenk ve Hizmet gazetelerindeki haberlerden okuyalım.
Anadolu gazetesi, 23 Nisan 1929 Salı günkü nüshasında, bu özel günü ‘Bugün Çocuklarımızın Bayramı’ manşetiyle haberleştirmiş ve “Muhteşem bir çocuk alayı resmigeçit yapacak” cümlesini de altbaşlık olarak kullanmış. Gazetenin baş sayfasında geniş yer bulan haberin detayındaki birkaç cümle ise, “Bugün çocukların bayramıdır. Yavrular gezecek, eğlenecek, her şeyden istifade edecektir. Sabahleyin şehrimizdeki bütün sinemalar parasızdır. Nakliye
“Bu gözler neler gördü...”
Rahmetli kayınpederimin hayattayken en çok kullandığı sözdü bu. Biraz garipserdim. Ama şimdi her dakikasına tövbe ediyorum.
Arkadaş, neler gördük ya...
Bir küçücük virüs, 8 milyarlık koca dünyayı oyuncak etti kendine.
Dünya, büyük bir girdabın içinden geçiyor ve bunu yaşamak bizim jenerasyona düştü.
Apokaliptik bir filmin içinde gibiyiz...
Elbette endişeliyiz ama bu korona yüzünden özellikle ilk günlerde yaşadığımız panik, eminim ileride bir sürü komedi filmine malzeme olacak. Siz de haber bültenlerinde görmüşsünüzdür, insanlar ellerinde 1,5 litrelik pet su şişeleriyle Konak’ta TARİŞ’in önünde kolonya sırası bekliyordu.
Bugünlerde koronavirüs yüzünden biraz abartmış olabiliriz ama biliriz ki İzmir eskiden beri kolonyayı sever. Üzerimizdeki virüs karabasanını unutmaya çalışalım ve biraz İzmir’in kolonyalarından bahsedelim.
İzmir, Avrupa’dan gelen parfümlerle 1870’li yıllarda tanışmaya başlamış. Frenk Sokağı’nda yer alan Xenopoulos, Au Bon Marché, Grand Bazar D’Orient, Papasian Frères, Orosdi-Back gibi büyük ve gösterişli mağazalar, İzmir’i parfümle tanıştıran yerler olmuş.
O yıllardan itibaren İzmir’de oluşmaya başlayan koku ve parfüm