Daha 2. Abdülhamit’in saltanat yıllarıydı... İstanbul Okmeydanı’nda kurulan ilk golf kulübünün ardından bu topraklardaki ikinci golf kulübü de 1905 yılında Bornova’da kurulmuştu. Bulunduğu yer, yani kulüp merkezi olarak kullanılan bina, Manisa Kavşağı’nın yukarı kısmında, şu andaki Melih Tunçay İlkokulu’nun çok yakınındaydı.
İzmirli Levantenlerin kurduğu Bournabat Golf Sporting Club, Levanten sosyal hayatının ve dolayısıyla Bornova’nın yeni rengi olmuş hatta merkezine oturmuştu. Balolar, Noel kutlamaları, Avrupa’dan gelen hanedan mensuplarının ağırlanması ve daha birçok cemiyet olayının merkezinde Bornova Golf Kulübü vardı.
Farklı bir hava katmıştı Bornova’ya... Sadece hava katmamıştı. Bazılarının da ekmek teknesi olmuştu.
Batı’nın en doğusu, Doğu’nun en batısıdır İzmir.
Pek çok gezgin böyle tanımlar bu şehri...
Tarih boyunca sayısız gezgin gelmiş geçmiş İzmir’den. Mistik dünyaya yapılan yolculuğun başlangıç noktası sayılmış İzmir.
Tarihin sıfır noktasından önceki süreçte Doğu’yu tanıma merakıyla başlayan, Batı’dan Doğu’ya yapılan seyahatler, İsa’dan sonraki tarihlerde Hıristiyanlığın ilk yayılmaya başladığı kutsal toprakları görmek, o havayı koklamak ve bir anlamda kendi dinsel köklerine dönmek amacıyla yapılmış.
1500-1600’lü yıllardan sonra ise iki farklı medeniyetin siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkileri, bu seyahatlerin yapılışında etkili olmuş. Sanayi Devrimi süreciyle sömürge alanları arayışı başlamış ve bu arayış Batı’nın Doğu ülkelerine karşı merakını tetiklemiş. Pek çok tarihi zenginliğin Anadolu topraklarından koparılıp Avrupa’ya götürülüşü bu dönemdedir. Bu dönemde Batı’dan Doğu’ya gelen gezgin sayısında büyük artış olmuş.
Ünlü şair Lord Byron, Madame
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir’e her gelişi İzmirliler için adeta bir bayram günü gibi olmuştur. Atatürk’ün İzmir’de kaldığı en uzun süre 1924 yılı ocak ve şubat aylarını kapsayan yaklaşık 2 ay süren ziyaretidir. Gazi Paşa’nın İzmir’deki ikinci uzun süreli kalışı 1926 yılında 16 Haziran-9 Temmuz tarihleri arasındaki ziyaretidir. Bu ziyaret süreci içinde 30 Haziran günü yaşananlar Urla ve Urlalılar açısından en unutulmaz günlerden biri olarak tarihe geçti. O gün Gazi Paşa 8 günlük bir dinlenme için Çeşme’ye doğru hareket ediyordu. Yol üzerinde Urla’ya da uğranacağı haberi bir iki gün önceden Urla’ya ulaşmıştı.
Belediye Başkanı Atıf Bey’in önderliğinde tüm hazırlıklar yapılmış, Uşaklı Aşçı Recep Usta’nın ellerinden yemekler hazırlanmış ve bütün Urlalılar Atatürk’ün geleceği güzergâh olan Urla-İzmir yolunun Urla girişinde (Günümüzde Kemal Paşa Caddesi, eski Urlalıların Balalaki diye andıkları güzergâh)
Sultan I. Murat’ın (Hüdavendigâr) hüküm sürdüğü günlerdi. O günlerden bir gün Bergama’da yaşamakta olan Hatip Mahmut Ağa, hizmetkârıyla birlikte Haylazlar Tepesi’nde çift sürerken saban büyük bir taşa takıldı. Ama sabanın takıldığı şey taş değil, koskocaman üç mermer küptü. Küplerin kapaklarını açtıklarında gördüklerine inanamadılar. Küpler tamamen altınla doluydu.
Mahmut Ağa küplerden birinin içinden bir avuç altın aldı ve hizmetkârına dönerek “Ağzını sıkı tut. Kimseyle bu konuyu konuşma. Ben, sultana haber vermek için Bursa’ya gidiyorum” dedi (O yıllarda Osmanlı Devleti’nin başkenti Bursa’dır) ve yola çıktı.
Bursa’ya gelir gelmez sultanın huzuruna çağrıldı. Altınları gösterdi ve yaşadıklarını anlattı. Sultanın emriyle bir grup asker ve vezirle birlikte Bergama’ya geri döndüler. Vezir, sultanın ödül olarak bir küp altın vaat ettiğini söyledi ama Mahmut Ağa’nın altında gözü yoktu. Sadece boşaltılan
Tarih, 18 Haziran 1926’ydı.
3 gün önce ortaya çıkarılan suikast girişiminin ardından, Mustafa Kemal Paşa’nın yaşadığı üzüntünün biraz olsun giderilmesi adına, Bornova Ziraat Mektebi’nin bahçesinde muhteşem bir balonun hummalı hazırlığı vardı.
Kolay değil, o akşam Bornova’ya Gazi Paşa geliyordu...
Bornova’nın yaşadığı heyecanı düşünün. Ziraat Mektebi’nin bahçesi pırıl pırıl süslenmiş, geceyi aydınlatmak için her yer ampullerle donatılmıştı. Kaymakamdan okul müdürlerine kadar bütün bürokratlar telaş içindeydi. Gazi Paşalarını çok iyi ağırlamalıydılar.
15 Haziran 1926’da Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya suikast girişiminin ardından, Gazi Paşa’nın yaşadığı üzüntünün biraz olsun giderilmesi adına 18 Haziran günü akşamı Bornova Ziraat Mektebi’nin bahçesinde (Günümüzde Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği ve İktisat Fakültesi dekanlık binalarının bulunduğu bahçe) muhteşem bir balo düzenlenmişti.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünü işte bu balonun ardından, basın mensuplarına verdiği mülakatta, İzmir’de söylemiştir.
Yıl 1939 olmuştu ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o unutulmaz sözünde söylediği gibi artık toprak olmuştu... İzmir, O’nun “İlelebet payidar kalacaktır” dediği Cumhuriyet’i ilk kez O’nsuz kutlayacaktı.
Atatürk artık yoktu ve memleket henüz başlamış olan 2. Dünya Savaşı’nın sıkıntısını yaşıyordu. Ancak verilen karar, her şeye rağmen memleketin her yerinde olduğu gibi İzmir’de de
Dostlarla sohbetin tadı hiçbir şeyde yoktur...
Yıllar önce yine böyle dost sohbetlerimizden birinde okul yıllarından bahsediyordu Koreli İrfan...
Koreli İrfan (İrfan Gülyen), 90’lı yaşlara ilerleyen, doğma büyüme bir Bornova delikanlısı...
Çok kızdırırmış kızları...
Allah ömür versin, hafızası çok berrak... İsim isim herkes hafızasında...
70-75 yıl öncesini dün gibi anlatıyordu.
Bir gün okula giderken yolda, sınıfındaki kızlardan Mükerrem’i görmüş ve takılayım şuna diye “Kleopatra Mükerrem” diye arkasından bağırınca, soluğu okul müdürünün odasında almış... Bir güzel azarlanmış tabii.
Ama, Mükerrem de güzel kızmış hani...
Bir önceki yazımızın son cümlelerinden birinde “Keşfedilmeyi bekleyen pek çok ayrıntı var tarihin derinliklerinde” demiştik.
Bu yazımızda da göreceksiniz ki hakikaten öyle...
Geçen günlerde TRT 2’de yayımlanan ‘Tarihin Ruhu’ adlı dizi belgeselin 26. bölümünü izledim. Diziyle ilgili araştırmaları, tarihçi-yazar ve çevirmen Saadet Özen yapmış. Bornova’daki Steinbuchell Köşkü’nün restorasyonu esnasında tanıştığım, mimar arkadaşım Seda Özen Bilgili’nin ablası olduğu için telefonla da olsa tanışma fırsatım oldu kendisiyle.
Metinlerini de Saadet Özen’in yazdığı belgesel, İzmir’in kurtuluşu sürecinde ordu içindeki sinema biriminin çektiği düşünülen TRT arşivindeki görüntülerden hangisinin sonradan canlandırma, hangisinin aktüel görüntü olduğunun değerlendirildiği, çok güzel bir çalışma olmuş.
Milli bayramlarda ya da özel günlerde izlediğimiz, hepimizin bildiği o siyah beyaz Kurtuluş Savaşı görüntülerinin