Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir’e her gelişi İzmirliler için adeta bir bayram günü gibi olmuştur. Atatürk’ün İzmir’de kaldığı en uzun süre 1924 yılı ocak ve şubat aylarını kapsayan yaklaşık 2 ay süren ziyaretidir. Gazi Paşa’nın İzmir’deki ikinci uzun süreli kalışı 1926 yılında 16 Haziran-9 Temmuz tarihleri arasındaki ziyaretidir. Bu ziyaret süreci içinde 30 Haziran günü yaşananlar Urla ve Urlalılar açısından en unutulmaz günlerden biri olarak tarihe geçti. O gün Gazi Paşa 8 günlük bir dinlenme için Çeşme’ye doğru hareket ediyordu. Yol üzerinde Urla’ya da uğranacağı haberi bir iki gün önceden Urla’ya ulaşmıştı.
Belediye Başkanı Atıf Bey’in önderliğinde tüm hazırlıklar yapılmış, Uşaklı Aşçı Recep Usta’nın ellerinden yemekler hazırlanmış ve bütün Urlalılar Atatürk’ün geleceği güzergâh olan Urla-İzmir yolunun Urla girişinde (Günümüzde Kemal Paşa Caddesi, eski Urlalıların Balalaki diye andıkları güzergâh) yolun sağ ve sol tarafına dizilerek Gazi Paşalarını beklemeye başlamışlardı.
Henüz 5 yaşında olan küçük bir çocuk da Gazi Paşayı bekleyen kalabalığın içinde büyüklerin bacaklarının arasından Atatürk’ü görebileceği doğru yeri bulmaya çalışıyordu. O 5 yaşındaki çocuk yıllar sonra hayatının o unutulmaz gününe dair anılarını şöyle anlattı:
“…Bir telaştır başladı evde sokakta. Mustafa Kemal Urla’ya gelecekti. Babamın eve giriş çıkışları sıklaşmış gibiydi o günlerde. Annem, halalarım daha hızlı adımlarla dolanıyorlar gibime geliyor evin içinde. Sanki her şey, sokaktaki her insan karşılama hazırlığına girişmişti Gazi’yi.
Sonunda o gün geldi, bayraklarla donatıldı evler; pencereler. 1926 yılıydı. Beş yaşındaydım. Urla’nın o uzun, ılık güz aylarında mıydı, yoksa erken gelen baharında mı, hatırlamıyorum, sadece açık güneşli bir gün var belleğimde…”
“…Küçücük adımlarla Cumhuriyet Alanı’na ulaştım. Kadın, erkek Urlalılar sarmıştı alanın dört bir yanını. Alanın İzmir girişine karşı kaldırımda dizilenlerin ayakları arasına karıştım. Boyumun ancak dizlerini bulduğu adamların bakışları, İzmir girişine dikilmişti.”
“Derken alkış, yaşalar, gözyaşları arasında Gazi göründü. Nasıl olduysa, koptum başımın üstünde dikilen o dağ gibi adamların ayakları arasından. Alanı koşa koşa geçtim. Kollarımı açarak Atatürk’e doğru atıldım. Mustafa Kemal Paşa halkı selamlarken göğsü üstünde şapkasını tuttuğu eliyle durdurdu korumalarını, (Bırakın) dedi. Adımı, kimin oğlu olduğumu sordu.
Şivem bozuktu. Rumeli şivesiydi. Karşılıklarımı dinlerken gülümsedi. Saçımı okşadı. Babamı tanıyıp tanımadıklarını sordu; kendisini karşılayan Urlalılara. Tanıdılar. Evime götürmelerini buyurdu. Eve dönerken Bekir Ağabey gurur duyuyordu beni kucağında taşımakla. Atatürk’ü Urla’nın girişinde karşılayan çocuk bendim.”
Kollarını açıp Atatürk’e koşan o çocuk, o unutulmaz günü yıllar sonra ne güzel anlatmış değil mi?
Anlatır tabii…
Çünkü o çocuk büyüyünce Türkiye’nin en büyük edebiyatçılarından biri oldu.
Şiirler, hikâyeler, romanlar yazdı.
Boş Beşik’i, Susuz Yaz’ı yazdı.
O çocuk Necati Cumalı’ydı.