Boris Johnson, İngiltere Başbakanı olmuş...
Normalde “Kimin umurunda kardeşim” der geçerdik ama, hangi çeyreği olduğunu belli etmese de adamın bir çeyreği Türk...
Herhalde duymayan kalmamıştır; Boris Johnson, Damat Ferit Hükümeti’nin dahiliye nazırı, İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurucularından Milli Mücadele muhalifi, Çankırılı gazeteci Ali Kemal’in torunudur.
Milli Mücadele döneminde sahibi olduğu Peyam-ı Sabah gazetesinde “İngilizlere karşı gelirseniz iyi olmaz” minvalinde yazılar yazıyordu ama Türk ordusunun İzmir’e girişinden sonra yazdığı 10 Eylül 1922 tarihli “Gayelerimiz bir idi ve birdir” başlıklı makalede, “...Yunan’ın İzmir’den denize dökülmesi, Edirne’nin geri alınması, kısaca bu devletin dünya savaşında gördüğü feci kayıpların böyle kısmen tamir edilmesi gibi bir saadeti hangi Türk takdir etmez, hangi Türk her emelin üzerinde görmez?” şeklindeki cümleleriyle Milli Mücadele’ye muhalefet edenlerin bu düşüncelerinde fena halde
Geçtiğimiz hafta bir kez daha sel afetiyle yüz yüze geldi memleketimiz. Bu sefer Düzce… Sel suları iki köyün neredeyse tamamını önüne kattı götürdü…
Tarih boyunca kim bilir kaçıncı keredir yaşıyor bu topraklar bu felaketi.
İzmir de çok defalar nasibini almış suyun gazabından. En önemlisi de 24-25 ve 26 Ekim 1930 tarihlerinde yaşanan büyük felaket. En çok zarar gören yerlerden biri de Bornova olmuş. 3 gün boyunca durmaksızın yağan yağmur neticesinde İzmir’in her yeri selden etkilenmişti. 100 civarında ölü vardı Bornova’da da Bornova Çayı yatağı çevresinde yapılan evler yüzünden 20 kişinin canına mal olmuştu o afet.
Bana göre Bornova ile ilgili olarak bugüne kadar yapılmış en detaylı çalışma olan Prof. Dr. Hasan Mert’in “Geçmişte Günümüze Sosyal Ekonomik ve Kültürel Yönleriyle Bornova” adlı kitabında Ekim 1930, sel felaketinden ayrıntılı olarak bahsediliyor.
Prof. Dr. Hasan Mert’in kitabında o günü yaşayanların ağzından felaket şöyle
Datça Belediyesi’nin, benim de takipçisi olduğum çok başarılı bir sosyal medya birimi var. İlçenin yerleşik nüfusu 22 bin civarında ama Belediye’nin twitter hesabını yaklaşık 70 bin kişi takip ediyor. Oradan yapılan paylaşımla öğrendim ki, Datça’dan alınıp 1858 yılında İngiltere’ye götürülen ve günümüzde British Museum’da sergilenen Knidos Aslanı’nın geri alınması için imza kampanyası başlatılmış.
Bildiğim kadarıyla hukuki yollar kapalı. Ülkeler arası iyi niyet ilişkileri çerçevesinde bir şeyler yapılabilirse, belki... Knidos Aslanı, evine nasıl getirilebilir bilemiyorum, ama nasıl götürüldüğünü kısaca anlatayım size.
Anadolu’nun güneybatı ucunda, Ege ve Akdeniz’in birleştiği noktada yer alan Knidos (günümüzde Datça), antik dönem boyunca önemli bir kültür, sanat ve ticaret merkezi konumundaydı. Deniz yönünden Knidos’a gelenleri karşılayan ilk görüntü, muhteşem kaidesinin üzerindeki Knidos Aslanı’ydı. Knidos kenti zaman içinde önemini yitirip terk edildikten sonra depremler ya da diğer etkenlerle yıkılmış Knidos Aslanı da kaidesinin üzerinden düşerek, yıllar içinde neredeyse yarısına kadar toprağa gömülmüştü. 1858 yılında onu ilk fark eden, İngiliz Charles Thomas Newton oldu. Yekpare
Muhtemelen hangi tarihte doğduğunu bilmiyordu. O yüzden 1 Ocak yazılmıştı doğum günü Ali Şamil’in. Boyu sadece 110 santimdi. Dünyaya geldiği 1895’ten ergenlik çağlarına kadar Ahlat’ta yaşadı.
Sultan Vahdettin’in kızı Naciye Sultan’la evli olan Enver Paşa’nın teftiş amacıyla Erzurum civarında olduğu günlerden birinde, babası Yasin Efendi tarafından Enver Paşa’ya hediye edildi Ali Şamil.
Ali Şamil, Naciye Sultan ve Enver Paşa’nın yaşadığı Kuruçeşme’deki Naciye Sultan Sarayı’nın soytarısıydı artık.
Zeki ve nüktedan biriydi. Rengârenk soytarı kıyafetlerini giyiyor, Naciye Sultan ve Enver Paşa’yı eğlendiriyordu.
Ancak savaş zamanlarıydı (1. Dünya Savaşı) ve işler ters gidiyordu. Enver Paşa, aniden İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Efendisiz kalan Ali Şamil, bu kez Padişah Vahdettin’in diğer kızı Ulviye Sultan’ın sarayına alındı. Ali Şamil, burada da soytarılık yapmaya devam etti ama Ulviye Sultan’ın kocası İsmail Hakkı Bey’le de iyi anlaşmaktaydı, hatta onun sırdaşı gibiydi.
İsmail Hakkı Bey, Milli Mücadele Hareketi’ne katılmak amacıyla Anadolu’ya geçmek istiyordu. Eşi Ulviye Sultan’a bile söylemediği bu sırrını Ali Şamil’e söyledi. Ali Şamil’in “Ya beni de götürürsün, ya da
Afrika kökenli Türklerin kadim geleneği Dana Bayramı, İzmir’de yaşatılmaya devam ediyor. Geçtiğimiz cumartesi ve pazar günü 13’üncüsü düzenlenen Dana Bayramı kutlamalarında Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde düzenlenen Dana Korteji görülmeye değerdi. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde toplanan İzmirli Afro-Türkler Afrika kültürüne ait kıyafetler ve maskelerle cadde boyunca dans ederek yürüdü. Kortej öncesinde açılan fotoğraf sergisi, slayt gösterisi ve panel de büyük ilgi gördü. Panelin katılımcılarından biri de İzmir kent tarihine önemli katkılar koyan değerli dostum Mustafa Üzel’di. Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Konak Belediye Başkanı Abdül Batur ve çok sayıda İzmirli’nin de katıldığı kortej yürüyüşü, Afro-Türk ritm ve dans grubunun coşkulu ezgileri ve danslarıyla sona erdi.
Dana Bayramı kökleri Afrika’ya kadar dayanan yüzlerce hatta belki de binlerce yıllık bir gelenek. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar geçen süreçte Türkiye’ye köle, işçi ya da asker olarak getirilen Afrika kökenlilerin bu topraklara taşıdığı bir kültür. En çok da İzmir ve çevresine yerleşmişler Afrika kökenli Türkler. Dana Bayramı onları geçmişleriyle bağlayan elde kalan tek gelenekleri.
Osmanlı döneminde de
20’li yaşlarımdı... Biri ne zaman “Nerede o eski bayramlar” diye söze başlasa, “Eyvah yine aynı muhabbet” diye düşünüp biraz burun kıvırırdım. Ama öyle değilmiş. 50’li yaşların ortalarına gelince anladım. Yaşlar ilerleyince anılar kıymetleni-yormuş.
‘Yoğurtçu Sebo’nun Kahvesi’ diye bilinir, ama biz aramızda ‘Sebahattin Ülkü Kültür Merkezi’ deriz. Küçücük ama dopdolu bir mekândır. Neredeyse çocukluğundan beri hiç ayrılmamış, Bornova’nın 60’lık, 70’lik delikanlıları orada bir araya geldiklerinde sohbetin tadına doyum olmaz.
Arife Günü’nde de öyle sohbetlerden biri vardı.
Ramazan anıları canlandı herkesin.
Teravih namazından sonra Büyük Çarşı’daki kahvehanelerde bir yandan nargileler fokurdatılırken diğer yandan sahur vaktine kadar süren muhabbetler bir başka olurmuş eski ramazanlarda...
İftar saati yaklaşırken elinde yoğurt tepsisi ve mis gibi kokan peynir kalıplarıyla mandıracı Ali Ülkü görünürmüş sokak başında. Ramazan pideleri Fırıncı Hakkı Usta’dan, domates ve salatalık da Üçortaklar Manavı’ndan getirilir ve Büyük Cami bahçesindeki musalla taşının üzerine sıralanırmış, akşam namazından çıkanlar oracıkta iftarını yapsın, gariban vatandaş da bir güzel karnını doyursun diye...
Kimsecikle
Atina’da Sintagma Meydanı’ndan Omonia’ya doğru ilerlerken Schliemann’ın evinin önünden geçersiniz. Schliemann Truva’dan kaçırdığı Priamos’un hazinelerini bu eve getirmiş. Hatta Padişah Abdülhamit, bu hazineleri bulmak için iki tane hafiye gönderip evi bile aratmış ama ne yazık ki bulunamamış.
Geçtiğimiz hafta CNN Türk’de Ömer Erbil ve İlber Ortaylı’nın katıldığı Gündem Özel programında Ömer Erbil anlattı bunları. Uluslararası mahkemelere bile başvurulmuş ama Schliemann malı götürmüş bir kere.
Truva’nın Schliemann’ı gibi Bergama’nın da Carl Humann’ı var.
Carl Humann, henüz 22 yaşındayken yakalandığı verem hastalığı yüzünden ve doktor tavsiyesiyle önce Sisam’a, sonra İzmir’e ve ardından İstanbul’a geldi. Osmanlı himayesinde yol inşaatlarında teknik eleman olarak çalışmaya başladı. 1865 yılında Bergama çevresinde yaptığı yol çalışması sırasında karşılaştığı tarihi kalıntılar Humann’ın ilgisini çekti. Carl Humann hiçbir izni olmaksızın kazılar yapmaya başlamıştı. Dönemin uzman arkeologlarıyla yazışmalar yapıyor hatta bulduğu eserlerden bazı örnekleri onlara gönderiyordu. Amacı Osmanlı’dan gerekli kazı izinlerini almaktı.
İzmir’de bir ev kiralayan Humann, Bergama’da topladığı
19 Mayıs 1919’un 100. yılını coşkuyla kutladık. Kutlamaların merkezi doğal olarak Samsun’du. Tam yüz yıl önce 19 Mayıs’ta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve erat da dahil olmak üzere beraberindeki 48 kişinin, Bandırma Vapuru’ndan inip kurtuluşa doğru ilk adımlarını attığı yer Samsun Tütün İskelesi’dir.
İskelenin çok yakınındaki Atatürk Parkı’nın içinde, şaha kalkmış atın üzerinde tasvir edilmiş muhteşem bir Atatürk heykeli vardır. Heykelin hemen önündeki caddeye de heykeli yapan sanatçının ismi verilmiştir.
Heinrich Krippel...
Mustafa Kemal Atatürk’ü “Atatürk öyle bir insandır ki, hayali değildir. İstediğini bilir, bildiğini yapar, yapamayacağı bir şeyi de istemez” sözleriyle anlatan Heinrich Krippel, ‘Onur Anıtı’ adıyla bilinen Samsun’daki Atatürk heykelinin 15 Ocak 1932 tarihindeki açılışında yaptığı konuşmada da eserini, “...gururlu bir şekilde Batı’ya ve çok uzaklara dikilen bakışları azim dolu gözleriyle, şahlanan atın üzerinde Atatürk dimdik bir şekilde oturuyor. Bu oturuşta korkusuzluk, kolun kılıca uzanışında ise Türklüğün gücü vardır” sözleriyle yorumlamış.
Krippel’in eserleri
Samsun’daki Atatürk heykeli, Krippel’in Türkiye’de bulunan çok sayıdaki eserinden sadece biridir.